Türkiye’de afet yasası ve afet politikaları tümüyle yeniden ele alınmalı, yerel yönetimlerden merkezi idareye kadar sorumluluklar, yükümlülükler yeniden belirlenmelidir. Liberal akıldan, cemaatlerden, tarikatlardan bağımsız gerçek bir afet politikası yaratılabilir ancak afetler meselesini zorunlu olarak bilimsel ve sınıfsal bakış açısıyla ele almak zorundayız
Birçok kez başta Sendika.Org olmak üzere sermayenin neden olduğu “afetlere” dikkat çekmeye çalıştım. Ancak gün geçmiyor ki sermaye kendi kâr hırsına dayalı afetler zincirine bir yenisini eklemesin. Yoksul barakalarda yanarak ölen çocuklarda, tatil için binlerce lira harcayarak canından olan çocuklara insanlara kadar sermaye her yerde her an vahşi bir şekilde can almaya devam ediyor. Asla doğal olmayan sermaye odaklı yangınlardan, göçüklere, heyelanlara kadar “ilk akla gelen tedbirsizlik” indirgemeciliği artık mide bulandıracak kadar iğreti olmaya başladı. Tedbir alınsa şu olurdu ya da şu olmazdı gibi tartışmalar tedbir aldıracakların (siyasi iradenin) yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir hal alıyor. Şirketler temsilciliğinden oluşan bir siyasal iktidarın “şirketokrasi” düzeninde istifa etmeyi elbette kimse düşünmeyecektir. Muhtemel bürokratik sorumlulardan ise en alttan başlayarak yukarıya doğru birkaç sıra yargılanıp kamuoyunun tepkisine göre cezalar verilecek ve sistem çalışmaya devam edecektir.
Ülkemizde kapitalizmin çarpık, rantçı ve yıkıcı ivmesiyle başlayan kentleşme sadece insanların sosyo-ekonomik hayatlarını değil, doğanın normal döngüsünü de (depremleri, yağmurları, fırtınaları) birer afete çevirmiştir. Ancak bu afetlerden bırakın ders çıkarmayı “unutturarak” yeni afetler üretmeyi de başarmıştır. Sermaye ve siyasal iktidarı toplumsal bir unutuşa terk ettiği çarpık ve rantçı kentleşmenin sorumluluğundan sıyrılmak için suçluyu da “doğal afetler” diyerek hemen yanı başında yakınında bulmuştur. Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer kapitalist devletin unutturma egemenliğini mümkün kılan unsurun, sömürünün perdelenme gücünden yani körleşmeden aldığını belirttir. Körleşme ise unutmadır. Bu yüzden başta deprem(ler) olmak üzere her türlü felaket sonrası (sel, su baskını, maden göçüğü vb.) süslü kavramlaştırmalar aracılığıyla yapılan her “iyileştirme ve yaraları sarma” bir unutuşa bir bellek yitimine dönüşmektedir
Bellek yitimine uğramış (unutturulmuş) kamuoyunun ötesinde “örgütlü toplumlarda” ise gerçek sorumlular çoktan istifa etmiş ve yargıda hesap veriyor olurlardı. Çünkü son olarak yetmiş altı kişinin yanarak katledildiği bir otelde milyonlar sokağa iner demokratik haklarını kullanırlardı. Öyle olmuyor. Ne muhalefeti ne iktidarı halkın parlamentosu olan ve doğrudan demokrasinin işletildiği sokakları sevmiyor. Cenaze törenleri, karşılıklı açıklamalar, sataşmalar ve sonuç olarak etkisizleştirilmiş-unutturulmuş bir toplum karşımıza çıkıyor.
Tüm bu hengamede unutturulan başka şeyler de var: Hâlâ gerçek bir afet politikasının muhalif kesimlerce yeterince tartışılıp dile getirilemiyor olması, parlatılmış popüler isimler üzerinden “liberal afet yönetim akıllarının” sorunun çözümüymüş gibi sunulması… Depremler, maden göçükleri, tren kazaları, orman yangınları, hayvan katliamları, çocuklar, kadınlar, otel yangınları… Ceza yok, yaptırım yok… Tam aksine sermayeye cesaret var, teşvik var, zamlar var, vergiler var, rant var, yandaş var, sırtını sıvazlama var…
Tartışmamız gereken asıl mesele gözden kaçırılıyor. Sermayenin afetlerine karşı kamusal nitelikli bilime ve akla dayanan afet öncesi ve afet sonrası politikaların önlemlerin hayata geçirilmesidir. Türkiye’de afet yasası ve afet politikaları tümüyle yeniden ele alınmalı, yerel yönetimlerden merkezi idareye kadar sorumluluklar, yükümlülükler yeniden belirlenmelidir.
Liberal akıldan, cemaatlerden tarikatlardan bağımsız gerçek bir afet politikası yaratılabilir ancak afetler meselesini zorunlu olarak bilimsel ve sınıfsal bakış açısıyla ele almak zorundayız.
Unutma unutursan ölürüz.
Afetlerle ilgili diğer yazıların linkini buraya bırakıyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.