Şili, maden kazasında kurtarma çalışmaları sınavını büyük bir başarı ile geçmiştir. Şili’deki kurtarma çalışmaları tam anlamı ile her anı ve dakikası hesaplanarak yapılmıştır. Bunlardan bir tanesi zaman konusudur. Kazadan hemen sonra başlatılan kurtarma çalışmalarından 17 gün sonra enkazda canlıya rastlanınca ilk açıklamalar kurtarmanın uzun vadeli süreceği şeklinde yapılmıştır. Bu doğru söylenmiş stratejik bir sözdür çünkü […]
Şili, maden kazasında kurtarma çalışmaları sınavını büyük bir başarı ile geçmiştir. Şili’deki kurtarma çalışmaları tam anlamı ile her anı ve dakikası hesaplanarak yapılmıştır.
Bunlardan bir tanesi zaman konusudur. Kazadan hemen sonra başlatılan kurtarma çalışmalarından 17 gün sonra enkazda canlıya rastlanınca ilk açıklamalar kurtarmanın uzun vadeli süreceği şeklinde yapılmıştır. Bu doğru söylenmiş stratejik bir sözdür çünkü böyle durumlarda hem kazazedeler hem de yakınları süreç içerisinde farklı beklentilere girip daha sonra umutsuzluğa düşebilirler.
Enkaz arama ve kurtarma müdahalelerine ilişkin aşamalar sırasıyla şu şekildedir:
1. Aşama; Tespit Değerlendirme ve Emniyet
2. Aşama; Yüzeydeki Yaralıların Kurtarılması
3. Aşama; Olasılığı Yüksek Bölgelerin Tespiti ve Taranması
4. Aşama; Ağır Arama ve Kurtarma Faaliyetleri
5. Aşama; Enkaz Kaldırma
Yukarıda bahsettiğimiz kurtarma aşamaları uluslararası standarttır ve her bir madde için en az bir gün süre ayırsanız dahi (bu uygulama çevre şartlarına ve olaya göre değişir) kurtarma operasyon başlangıcı en az tespitte “beş gün” sürer. Aynı zamanda tüm kurtarmacılar bilir ki 24 saat geçmeden hiçbir ağır makine enkaza sokulmaz. Bu, daha önceki yaşanmış kurtarma tecrübelerinden bize kalan uluslararası bir deneyimdir. Konya’da bina çökmesinden sonra havanın soğukluğu bahane edilerek iş makineleri enkaza sokulmuştu. Bu kurtar(ma)maya ilişkin vahim bir acemilik örneğidir.
Şili’deki kurtarma çalışmalarını görme şansımız yok. Medyadan takip ettiğimiz kadarı ile ekiplerin 24 saat değişimle çalıştığını anlıyoruz. Bu da ekiplerin enkazda hiç eksik olmadığı anlamını taşımakla birlikte, madende olası patlama ve çökmelere karşı, çalışan ekiplerin can güvenliğinin de tesis edildiğinin göstergesidir.
New York’ta ikiz kulelere yönelik saldırıyı hatırlar isek, itfaiyeciler tam anlamı ile şok yaşamıştı. Çökme ihtimali çok yüksek bir binanın etrafına onca çalışan görevli bilinçsizce sevk edilmiş, görevliler binadakileri kurtarmaya giderken kendi hayatlarını kaybetmişti.
Kurtarma çalışmaları nerden başlar diye, bir soru soracak olur isek; bunun cevabı “kaza olmadan önce”dir. Doğal afet veya insan eli ile gelen tüm afetlerde, afet olmadan önce alınacak tedbirlerle afet zararı en aza indirilir.
Bunun için afet politikalarınız piyasanın elinde rant aracı değil, kamusal bir hizmet şeklinde örgütlenmelidir (konumuz kurtarma olduğu için detaya girmeyeceğim).
Arama ve kurtarma Türkiye’de hayatımıza 1999 depreminden sonra girdi. Birçok yabancı arama ve kurtarma derneğini medyamız aracılığı ile tanısak da en önemlisi yerli AKUT’tu. Çünkü medya dağcılardan oluşan bir yerli arama ve kurtarma derneği bulmuştu. Bulmaya mecburdu çünkü devlet bu alanda hiç kafa yormamıştı (AKUT’un yapmış olduklarını asla küçümsemiyorum ve gerekliliğine de inanıyorum).
Sivil savunmanın yurdumuzdaki geçmişine ilişkin bir hatırlatma yapalım: Sivil savunmanın 70-75 yıllık bir geçmişi vardır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen yıllarda, ülkelerin birçoğunda “Pasif Korunma” adı altında, halkın türlü tehlikelerden korunmasını amaçlayan önlemler geliştirilmiş, örgütler kurulmuştur.
Yurdumuzda sivil halkın korunmasına ilişkin önlemlerin başlangıç tarihi 1928 olup, bu yılda “Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa, Muhafazası” adı altında bir Talimname çıkarılmıştır. Bundan sonra çeşitli idari düzenlemelerle yürütülen hizmetler 1938 yılından itibaren 3502 sayılı PASİF KORUNMA KANUNU ile yerine getirilmeye çalışılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı, sivil halkın silahlı kuvvetlerden daha çok tehlikeyle yüz yüze geldiği bir savaş olmuştur. Askerden çok halk ölmüştür. Yine bu savaşta halk, askere karşı kullanılmamış bir silahın atom bombasının hedefi olmuştur. Bu savaşın cephelerden çok cephe gerilerini, askerden çok halkı tehdit etmiş olması, bundan sonra da bunun böyle ve belki daha da yaygın olacağı düşüncesini doğurmuştur. Bu düşünce devletleri sadece basit korunma önlem ve örgütünün halkı koruyamayacağı sonucuna götürmüş, Sivil Savunma bu sonuçtan çıkmıştır.
Yurdumuzda, sivil halkın korunmasına ilişkin önlemler alınması ile ilgili ilk girişimin tarihi 1931’dir. Bu tarihte “Hava taarruzlarına karşı pasif koruma” adlı talimatla birtakım önlemler getirilmiş daha sonra 3502 sayılı pasif koruma kanunu ve nihayet Sivil Savunma yasa tasarısı 09.06.l958 yılında kabul edilmiş ve 28 Şubat l959 da 7126 sayılı kanunla yürürlüğe girmiştir. 7126 sayılı kanun gereğince Sivil Savunma servislerinin kurulması, donatımı, eğitimi ve yönetiminden İçişleri Bakanlığı adına Sivil Savunma Genel Müdürlüğü Sorumludur. Taşrada ise sorumluluk doğrudan Mülki İdari Amirlerine verilmiştir.
Daha sonraki süreçte ise devletler sadece savaş zamanı cephe gerisi halkı korumadan ziyade itfaiye teşkilatları kurtarma ekipleri vb birlikteliklerle her türlü doğa afetlerinde zarar gören halkın arama, kurtarma ve yardım faaliyetlerini organize edecek örgütler kurmuştur. Türkiye’de ise 1999 depreminden sonra (1999 depreminden önce sadece üç ilde arama ve kurtarma birliği vardı) 2001’de sivil savunma bünyesinde arama ve kurtarma birlikleri ile ekipler kuruldu. Bu sayı da toplam 5000 personeli kapsamakta idi. Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik ve Ekipleri on bir ilde birlik diğer illerde ise ekipler olarak Sivil Savunma Genel Müdürlüğü bünyesinde kuruldu. Birlik ve ekiplerin hizmet alanları depremde, selde, su baskınlarında, trafik kazalarında, maden göçüklerinde toprak kaymalarında, biyolojik, nükleer serpintilerin temizlenmesinde vb tüm durumlarda arama, kurtarma ve iaşe gibi yardımları yapmak idi.
Devletin yeniden yapılanma stratejisi doğrultusunda Sivil Savunma Genel Müdürlüğü kapatılarak yerine Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kuruldu. Başbakanlığa bağlı olarak kurulan bu kurum taşrada tüm birlik ve ekipleri İl Acil Afet Müdürlüklerine bağlayıp tüm özlük hakları ile de bu müdürlükleri İl Özel İdarelerine devretmiştir. Afet sonrası yapılacak kurtarma çalışmalarında bilgi ve tecrübesi yüksek olan kadroların önemi asla inkar edilemez bir gerçeklik olmasına rağmen İl Özel İdaresi ise bu alanın çok ama çok dışında bir kuruluştur. Acil afet işlerinin şu anki yapılanması ise tam bir yetki karmaşası içinde olmasından kaynaklı arama ve kurtarma faaliyetlerinde ciddi sıkıntılar olmaktadır. Afet sonrası kurtarma çalışmaları açısından önemli olan sivil savunmanın yerini Afet Acil Daire Başkanlığı aldı. Merkezden yerele yerelden ise piyasanın kaderine açılan bu alanda son durum hiç iç açıcı değildir.
Kamusal bir hizmet olan arama ve kurtarma faaliyetleri sil baştan yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun içinse öncelikle bu alanda deneyim ve tecrübesi olan bilim insanlarından bir kurulun kurulması ve kurulun hazırlayacağı rapor sonrası ise bu alanda yasal düzenlemelerin yapılması sağlanmaşıdır.
Türkiye’de meydana gelen sel, su baskını, maden kazaları gibi son yüz yıllık afetler geçmişine bakar isek kurtarma öykülerimiz yoktur. Kurtaramamanın bedeli ise halk açısından çok ağır olmaktadır.
* Erbil Karakoç
Yapı -Yol Sen İşyeri Temsilcisi.
[email protected]