Afet yönetim hizmetlerinde kamuculuğu savunmak, nitelikli, bilimsel afet yönetim modellerini hayata geçirmek tek çıkış yoludur. Kamusal bir afet yönetimin teorik ve pratik olarak birçok eksiğini tamamlamak için alana sınıfsal bakmak önemlidir
Yüzyılımızın ana damarını oluşturan ve kimliklerden bağımsız her alanda sömürülenleri yan yana getirip onları bir siyasi partide ya da başka bir oluşumda (dernek, platform, sendika vb.) birleştirmeyecek olmasına rağmen küçük küçük deneyimlerle büyük bir bilinç sıçraması yaratan ve yaratacak olan her türden hak mücadelesi değerlidir. Afetler ve afetlerden sonra yaşamın alt üst oluşuyla birlikte yeni bir hak mücadelesi hattının önümüzdeki dönemlerde daha da belirginleşeceği kaçınılmazdır. Afetlerden korunma hakkı diyebileceğimiz mücadele hattının teorik ve pratik olarak birçok eksiği var. Ancak öncelikle bazı tespitleri yapmalıyız. Afetlerde yürütülen aklın alameti farikasının neler olduğu gibi.
Yüzlerce kez yaşadığımız her türlü afete rağmen afet yönetimi ve arama kurtarma hizmetlerine sirayet eden üç akıl var. Üç akla gelmeden önce bazı hususları belirtelim. Doğanın yağmalandığı/katledildiği ve türlerin “para getirmediği” için katline yönelik fermanların çıkarıldığı zamanlardan geçiyoruz. Böylesi zamanlara demir ökçe kapitalizminin en azgın zamanları da diyebiliriz. Ne yazık ki afet denince akla ilk depremin gelmesi bilinçlerimize kazındı. Oysa orman yangınlarının, sellerin, toprak kaymalarının, trafik kazalarının, sınai yangınlarının en az depremlerde oluşan afetler kadar sermaye ve sermayenin ihtiyaçlarıyla doğrudan ilişkisi görülmediği müddetçe sermayenin afeti üzerimizden eksik olmayacaktır. Kaybolmaların da bir afet olduğu ve bu ülkede çok ciddi anlamda başta çocuklar olmak üzere her yaştan insan kaybolmalarının da yaşandığını biliyoruz. Yukarıda kısaca değindiğimiz başlıklar altında neden “afet yönetiminde bir arpa boyu” yol almadığımızın afet yönetim hizmetlerine sirayet eden alameti farikalara akıl tutulmalarına değinebiliriz.
Birinci akıl tutulması: Sermaye aklı. Bu akıl afet öncesi ve afet sonrası rantlaşmanın önünü açan sermayenin kâr aklıdır ve diğer iki akılla birlikte afet öncesi ve afet sonrası yapılması gereken kamucu ve sosyal aklı işlemez hale getirmiştir. Bunu daha iyi anlamak için uzun uzun yazmaya gerek yok. Bildiğimiz sermaye-emek ilişkileri içinde Hatay’da yaşananlara bakmamız yeterli. Afet öncesi sermayeyi üzmemek için alınmayan reel önlemler afet sonrasında da yine sermayeyi üzmemek için alınmamaya devam ediyor. Dahası her alanda olduğu gibi afet alanında da sermayeye kaynak aktarma tüm hızıyla devam ediyor.
Afetlerde rant-sermaye-tekelleşme üçgeninde sadece sermayenin yerel dinamiklerine değil, neoliberalizmin uluslararası tekelci dinamiklerine de bakmalıyız. Bunlardan en önemlisi “maden işletmeciliğidir.” Kâr uğruna doğanın, ekolojinin, türlerin (av sahalarıyla) ve insan hayatlarının nasıl afete uğratıldığını İliç ve Soma’da en canlı örnekleriyle yaşadık. Göllerin ve ormanların katledilmesinde uluslararası tekelci kapitalizmin doğrudan ilişkisi olduğunu biliyoruz. Mesele o kadar çelişkili ve yalın ki… Normal hayatta sermaye birikimleri afet bölgesine aktarılması gerekirken, afetler sonucu yeni rant alanları açılması ile her türden metaya el konularak halktan sermayeye aktarımın önü açılıyor. Afetlerin yarattığı tahribat alanlarında sermaye ve kâr odaklı dönüşümler gerçekleştiriliyor. Ormanı yanan köylünün ormanı ve arazisi yok edilirken, depremlerde evi yıkılan halkın rezerv alanlarıyla doğrudan mülklerine el konuluyor. Üstelik el konulan mülkler sadece barınma araçları da değil. Zeytinlik, mera gibi halkın üretim ve geçim kaynağı olan ekolojik alanlar da talan ediliyor. Böylesi alanlar talan edilirken emekçi halkı bir araya getiren ve birçok yerde mücadele deneyimlerini açığa çıkaran, hatta kimi yerlerde kazanımlarla sonuçlanan haklar mücadelesinin ortaklaştırdığı pratiklerin var olmasıdır.
İkinci akıl: Tarikat ve cemaatlerin afetlerde yardım için dernek faaliyeti ile örgütlenmelerinin getirdiği akıl tutulması. Başta AFAD olmak üzere Kızılay gibi afet öncesinde, afet esnasında ve afet sonrasında kamu yararı ve toplum sağlığını öncelemesi gereken kurumların atama, yükselme ve bürokratik kadrolaşmasına bakmalıyız. Bu kurumlarda en aşağıdan en yukarıya tek yanlı atamaları (örgütlenmeyi) görürüz. Afet yönetim hizmetleri yürütmesi gereken kurumların üzerinde yandaş sendikaların hegemonyasını, uzmanlık ve yetkinliği olmadan dışarıdan atamalarla kadrolaşma rantını görürüz. Tek tipçi kadrolaşma afet yönetim hizmetlerinin ve tabii ki arama ve kurtarma hizmetlerinin tekçi, mezhepçi ve kimlikçi bir hal almasına neden olmuştur. Kurumsal aklını yitirmiş bilim ve akıldan uzaklaşmış tek tipçi kadrolaşmanın ağır bedellerini ise doğa, türler ve toplum ödemektedir. Tarikatçı aklın en tipik örneğini Narin’i arama çalışmalarında gördük. Ne oldukları ne kadar bilgi sahibi oldukları bilinmeyen “dernek görünümlü” denilerek arama faaliyetlerine dahil edilen gerici aklın, akıl dışı uygulamalarına göz yumularak birtakım sopalarla “arama yapmalarına” izin verilmesi aklın alacağı şeyler değildir. Cinci hoca taktiğiyle hareket eden bu insanların umut tacirliği yapmaktan öte başka bir işlev görmelerini bekleyemeyiz.
Dayanışma ile yardım dağıtma arasında derin sınıfsal bir ayrım vardır. Dayanışma insanların bilincini yenilerken ve başka bir hayatın mümkün olabileceğini örgütlerken yardım dağıtmak var olana rıza üretmektir.
Üçüncü akıl: Afet yönetim hizmetlerine ve arama-kurtarma çalışmalarına liberal dernekleri katma ve onların yönetici ve kurucuları pozisyonundaki kahraman pelerinlilerin afetler üzerinden pay kapma aklıdır. 1999 Gölcük depreminde devletin “sivil savunması” yetersiz kalınca dönemin medyası tarafından parlatılan AKUT ve sonrasında kurulan yüzlerce benzeri arama, kurtarma ve yardım derneğinin üretildiği liberal akıldan bahsetmeden yetersizlikleri anlayamayız. Buradaki tehlike, Ahbap gibi oluşumlarla afetlerin ticaretleştirilmesi, ulufecilik sisteminin yaygınlaştırılması ve dahası net bir politik aklın karşı duruşu olmadığı için bu oluşumların kitleler nezdinde meşruluk sağlamalarıdır.
6 Şubat depreminde yaşadığımız gibi koca bir afet yönetimi kişilerin vicdanına terk edilmiştir. Oysa ki olması gereken kamusal kaynakların en hızlı ve en etkin bir şekilde halka aktarılmasıydı. Böylelikle; afet öncesi ve afet esnasında kamu (devlet) eliyle yürütülmesi gereken “afet risklerinden” arama ve kurtarma hizmetlerine, oradan ise afet sonrası yardım ve yeniden kuruluşa kadar geçecek sürede yapılan eksiklikler ya da yapılamayanları tartışmamızın önü “liberal aklın kahramanlıklarıyla” boğulmaktadır. Afetlerde ortaya çıkan liberal dernek faaliyetleri, örgütlü toplum, hak arama bilinci, dayanışma gibi kavramlardan ziyade; üye faaliyetleri, yardım makbuzları, bağış sistemi, dağıtılan yardımların reklamı gibi aslında bir dizi yardım da sağlamayan ve yararsız faaliyetler üzerine kurularak afetlerde ciddi hedef saptırma işlevlerini yerine getirebiliyorlar. Daha sonrasında ise böylesi dernek başkanları toplumsal hiyerarşide yeni bir ruhban sınıfının temsilcileri olarak her alanda ahkam kesebilme yetisine ulaşmış oluyorlar.
Ülkemiz bir afet ya da deprem ülkesi değildir. Yaratılan rant politikaları, kent yağmaları, çevre ve ekoloji katliamları sonucu deprem ve afet ülkesi haline getirilmiştir.
Başta yerel yönetimlerce “afet risk planları” hazırlanmalı. Hangi bölgede heyelan olacağı, sel baskınlarının yaşanacağı, orman yangınları çıkabileceği tespit edilmeli. Hazırlanan planlar tüm örgütlü kurum kuruluşlarla paylaşılmalı. Daha önce bu planların en detaylı analizi Bayındırlık Bakanlığı’nda vardı. Bayındırlık Bakanlığı’nın kapatılmasıyla tüm bu hafıza da silinmiş oldu. Yine de bu planlar AFAD’ın resmi sitesinde yeterli olmasa da var. Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) gibi afetlerde devletin tüm kurumlarının paydaş olduğu planlar yerel yönetimlerce yeniden incelenmeli. Eksiklikler giderilmeli. Yerel yönetimler odaların, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla afet öncesinde, afet esnasında ve afet sonrasında neler yapılması gerektiğine ilişkin çalıştaylar düzenlemeli. Kent afet yönetim konseyleri kurulmalı. Afet sonrasında sadece insanların değil, tüm türlerin yaşam hakkı savunulmalı. Afetlerde zarar gören, ailesini kaybeden insan dışı canlıların rehabite edilerek yeniden bölgelerine alıştırılmaları sağlanmalı.
Afetler öncesi ve afetler sırasındaki yerel, ulusal ve uluslararası yardım seviyelerinin neler olduğu TAMP ile sabitlenmiş durumda. Ancak özellikle muhalif yerel yönetimlerin TAMP’taki hukuksal haklarını bilmediklerinden dolayı merkezi hükümetten neyi ne zaman ne kadar talep edeceklerini öğrenmeleri gerekiyor. Yasal olarak her kuruluşa eksik de olsa sorumluluk yükleyen TAMP planı, kamuoyuna doğru anlatıldığında yerel yönetimlerin de politik olarak sıkışmışlıklarının önü açılacaktır.
Afet yönetim hizmetlerinde kamuculuğu savunmak, nitelikli, bilimsel afet yönetim modellerini hayata geçirmek tek çıkış yoludur. Bunun için TMMOB gibi odalarla bir araya gelinmeli, tüm eksiklikler en ince detayına kadar raporlaştırılmalıdır. Kamusal bir afet yönetiminin teorik ve pratik olarak birçok eksiğini tamamlamak için alana ciddi anlamda sınıfsal bakmak önemlidir. Doğa her zaman olduğu gibi kendisini yenilemek için hareke geçecektir. Biz de doğayla uyumlu hareket etmek zorundayız. Kapitalizmin budalaca önermelerinden ziyade doğayla birlikte yaşamak mümkün.
Yeni bir örgütlü alan yaratmaya ihtiyacımız var. Pelerinlilerin değil, toplumcuların öne çıktığı bir alan.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.