Günümüz genç ve eğitimli kuşaklarında artık, “garajda bir laptopla yapılan bir cin fikir buluşla bir Bill Gates, Steve Jobs, Zuckerberg olunabileceği” fantezisi pek kalmadı. Ama, en azından, borç harç kurulacak bir mikro veya küçük sermayeli teknoloji şirketiyle, hatta başlangıç sermayesi bile olmadan, belli piyasa ve sponsorluk ilişkileri üzerinden taşeron bir “yaratıcı girişim”i teşvik ve fon alarak büyütme ve sonra milyonlarca dolara büyük teknoloji tekellerine satıp köşe olma fantezisi eskisinden de güçlü olarak yeniden üretiliyor
Günümüz kapitalizminde yeni teknolojiler teknoloji fetişizmi ve tekno-milliyetçiliğin yanı sıra, yoğun bir tekno-girişimcilik ağı ve ideolojisi ile yoğuruluyor.
Çalışmamız, günümüz kapitalizminin teknoloji ve internet girişimciliği ağlarının eleştirisine dönük olduğu için “girişimcilik” teriminin ne olup olmadığından başlayalım.
Marx, kapitalist ilişkiler sisteminin tarih bilimsel-eleştirel analizinde “girişimcilik” terimini nadiren kullanır. Kullandığı yerde de sermaye birikiminin hareket yasaları temelinde ele alır ve kapitalist girişimcileri “sermaye birikiminin fanatik temsilcileri” (fanatic agents of accumulation) olarak tanımlar. Burada fanatik vurgusu, gözünü sermaye birikimiyle karartmış, sermaye birikimi tapınmacısı, sermaye birikimini büyütmenin aşırı coşkun veya aşırı düşkün temsilcisi gibi anlamlar taşır. Marx’ın sermaye birikimi fanatikleri olarak “girişimci” tanımı, kuşkusuz sermaye birikimini büyütmek ve hızlandırmak için emek üzerindeki mutlak ve göreli artı-değeri artırmanın yöntemlerine göndermede bulunur. İşçilerin daha uzun ve daha yoğun çalıştırılması, ücretlerin olabildiğince düşürülmesi, üretimin teknik yapısı ve ürünlerde yapılan yeniliklerle göreli artı-değerin artırılması bunlar arasındadır. Kısacası kapitalist “girişimcilik”, Marksistler açısından, ister belli bir büyüklüğe sahip bir sermayenin birikimini yükseltmek için, isterse yeni bir üretim tekniği, şirket organizasyonu veya piyasa icat, keşif veya talebi çerçevesinde yapılan yeni sermaye yatırımları biçiminde olsun, sermaye birikiminin bir unsurudur ve özünde “sermayenin emeğe girişmesi”dir.
Anaakım burjuva ve küçük burjuva iktisat ise, girişimciliği sermaye birikimi temelinden, yani emek üzerindeki artı-değer sömürüsünden apayrı hareket yasalarına sahip bir şeymiş gibi fetişleştirir. Kapitalist girişimcilerin kârları/artı-kârları, sanki üstlendikleri riskten (batma riskini göze almaktan), yaptıkları yenilikten veya piyasa belirsizlik/dengesizliklerinden geliyormuş gibi göstererek, onları ekonomik-toplumsal gelişmenin bireysel kahramanları ve dahileri olarak lanse eder. Say girişimciliği “risk alma işlevi” ile, Schumpeter “yenilikçilik işlevi” ile, Knight ise “piyasa belirsizliği işlevi” ile açıklamaya çalışır.
Günümüz burjuva anaakım girişimcilik kuramları da büyük ölçüde 90’lı yıllardan itibaren Keynes’ten çok atıf almaya başlayan Schumpeter’in 1930’larda-40’larda geliştirdiği “yenilikçi girişimcilik” kuramına dayanıyor. Schumpeter kısmen Marx’tan etkilenerek teknolojik yenilikleri kapitalist ekonomiye dışsal değil içsel bir dinamik olarak tanımlayarak ileri doğru bir adım atarken, kapitalist ekonomide teknolojik yeniliği kârı bile silikleştirerek her şeyin merkezine yerleştirip fetişleştirirken iki geri adım atmıştı. Oysa kapitalizmde teknolojik yenilik (Schumpeter’in kötü ünlü deyişiyle “yaratıcı yıkıcılık” ki, bugün TÜSİAD ve Sanayi Bakanlığı raporlarında yeni teknolojiler “yıkıcı teknolojiler” olarak tanımlanıyor) ile artı değer/kâr ilişkisinde belirleyici olan ilki değil ikincilerdir. Yeni teknolojiler/teknolojik yenilikler kendi başına artı-değer/kâr üretmez, ücretleri düşürme ve emek üretkenliğini artırma dolayımıyla mutlak ve göreli artı-değeri artırır. Başka deyişle, artı-değer artışının kaynağı da emeğin üretken kapasitesidir, teknolojik yenilikler bunun yalnızca aracıdır. Hangi teknolojik yeniliklerin ne ölçüde yapılabileceği, yapılanlardan ne kadarının üretime uygulanacağı, kapitalist üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi tarafından belirlenir.
Bu gibi yenilikçi girişimcilik fetişisti kurgular ise, ekonomik ve toplumsal gelişmeyi de kârlar gibi girişimcilerin bireysel-öznel yeteneklerine veya şansa tahvil edip, sermaye birikiminin tarihsel-sınıfsal hareket yasalarını (en başta artı-değer, göreli artı-değer, kâr oranları ve sınıf mücadelesi yasalarını) hasıraltı ederler.
Günümüz kapitalizmi yeni nesil teknoloji ve internet girişimciliği ağlarını yeni mali sermaye birikimi biçimlerinin hakimiyet ve organizasyonu altında köpürtürken, bu yeni girişimcilik modelinin içyüzünü de halen şu eski neoklasik bireysel girişimcilik dehası masallarına yaslanarak perdelemeye çalışıyor.
Öyle ya, Bill Gates, Steve Jobbs, Marc Zuckerberg, Jeff Bezosların “başarılar”ının yüce sırrı, onların risk almayı, piyasa fırsatlarını değerlendirmeyi bilen, üstün yaratıcı ve yenilikçi bireysel girişimcilik dehaları değil miydi? Değildi tabii. Onların birer cin fikir bireysel icatla değil ama hangi sermaye birikim ve devlet ilişkileri içinde, toplumsallaşmış bilim ve teknoloji emeğine nasıl el koyarak yükseldikleri bugün yeterince biliniyor. Dev banka, borsa, yatırım fonu, sanayi, veri, teknoloji, ticaret, hizmet, tarım, devlet sermayelerinin kaynaşmasıyla, ortaya trilyon dolarlık teknoloji tekelleri; mali sermayenin yeni ve daha üst biçimleri çıkıyor. Kuluçka teknoloji şirketi kurma ve büyütme girişimlerinin ne kadar inovatif olursa olsun, bunlarla rekabet şansının olmadığı da biliniyor.
Ancak daha temelde daha önemli bir tarihsel dönüşüm süreci var: Tıpkı üretici güçler ve bu temelden sermaye birikimi gibi, “sermaye birikiminin fanatik aracısı/temsilcisi” girişimcilik de dönüşüyor; çoktan bireysel olmaktan çıktığı gibi, artan ölçüde toplumsallaşıyor. Neoklasik iktisatın girişimcilik kuramlarının başlıca dayanakları olan girişimciliğin şu “risk ve yenilikçilik işlevleri”ne bakalım:
Risk, mali sermayenin en spekülatif biçimlerinden biri olan risk sermayesiyle (venture capital) ve onun farklı bir biçimi olarak devletin teknolojik girişimlere teşvikleriyle, toplumsallaşıyor. Üretimin teknik yapısında ve ürünlerde yenilik ise, daha Marx’ın kendi dönemi açısından belirttiği gibi, bireysel icatçılıktan çıkıp meslek haline gelmeye başlamıştı. Sonrasında ise sektör ve dev çaplı bir bilim-teknoloji üretim endüstrisine dönüştü. Bugün büyük sermaye ve teknoloji yoğun tekellerin her birinin AR-GE merkezlerinde yüzlerce, binlerce bilim-teknoloji emekçisi, mühendis, teknisyen çalışıyor. Başka deyişle, bugün bilimsel-teknolojik araştırma-geliştirme ve inovasyon süreçleri de ileri düzeyde toplumsallaşmıştır, dev çaplı kolektif emek tarafından gerçekleştirebilir hale gelmiştir.
Diğer taraftan bireysel ya da küçük grupçuklar halindeki mikro, küçük teknoloji/internet girişimciliği de, günümüz teknoloji tekelleri, mali sermaye ve devletlerinin teşvik ve organizasyon ağları ile yığınsallaşıyor. Yani tek tek bireysel görünen ama toplamda yüzbinlerce, milyonlarca küçük, mikro, hatta sermayesiz teknoloji/internet girişimciliği ağları, aslında görülmemiş bir toplumsal nitelik kazanıyor. Mali sermaye grupları, teknoloji ve internet tekelleri, bireysel inovasyon girişimciliği adı altında kuluçkaya yatırdığı bu muazzam nitelikli emek havuzunu da istediği gibi yağmalayıp, sermaye birikimine yeni bir kaldıraç haline getiriyor.
Sonuçta, teknoloji girişimciliği, ister büyük sermaye gruplarının yeni teknolojilere yaptığı büyük çaplı yatırımlar biçiminde olsun, ister çoğunluğu batan küçük bir kısmı büyüyebildiğinde büyük teknoloji tekelleri tarafından yutulan mikro/küçük teknolojik inovasyon girişimciliği biçiminde olsun, mali sermaye birikiminin fanatik araçları/aracıları olmaktan öteye geçmiyor. Girişimciliğin teknoloji/internet girişimciliği gibi yeni ve daha toplumsallaşmış biçimlerinin de sermaye birikiminden ayrıksı, kendinden menkul büyülü yasaları yok. Şans, belirsizlik, risk, yenilik ve yaratıcılık, girişimcilerin öznel yetilerinden çok sermaye birikiminin gerekleri, büyüklüğü ve hareket yasaları tarafından tayin edilen faktörler.
Büyük yeni teknoloji girişimciliğinin mali oligarşik birikim fanatizmi zaten belli. Birbiriyle de vahşi rekabet içinde, doğrudan ve dolaylı olarak çalıştırdıkları yüzbinlerce işçinin posasını çıkartıyorlar. Teknolojiyi emeği, insanı ve doğayı daha derinlemesine sömürme, kontrol altına alma ve yıkıma uğratma silahı olarak kullanıyorlar. Mikro/küçük teknoloji girişimcilerinin sermaye birikimi yapma/büyütme fanatizmi ise, nitelikli işçiliğin bile işkenceye dönüştüğü günümüzde genellikle kendini gerçekleştirme ve/veya sınıf atlama hayalleri veya hırsından kaynaklanıyor. Ama böyle bir hırsları olsun olmasın, onlar da varını yoğunu, borcunu harcını, gecesini gündüzünü birbirine katarak, kendi kendilerini ve kendi ideallerini sömürerek, ortalama beden işçisinden bile daha çok çalışmak zorunda kalıyorlar. Çünkü günümüz küçük girişimciliği, şu eski ne uzayıp ne kısalan küçük esnaflık gibi değil. Ya büyüyecek ya batacak. Büyümek için fon ve teşvik alabilmesi, bunun için de büyük sermayeye kâr vaat eden bir şeyler geliştirip pazarlayabilmesi gerekiyor. Sonuçta her teknolojik inovasyon sermaye birikimine dönüşmüyor ama sermaye birikimi muazzam toplumsal ve muazzam meşakkatli inovasyon emeğini de birikim fanatizmine koşulluyor. Birikim için birikim! Yaratıcılığın, yeni bir şeyler geliştirmenin, kendini geliştirme ve gerçekleştirme ideallerinin de ancak sömürü dinamikleri olarak var olabildiği birikim.
Teknoloji girişimciliğini kabaca şu kategorilere ayırabiliriz:
1) Çok büyük çaplı sermaye ve fon, yüksek teknolojili makine ve araçlar, yüksek nitelikli altyapı, uzun erimli ve yüksek maliyetli bilimsel araştırma ve geliştirme, çok yüksek veri kapasitesi ve hızı, yüksek nitelikli kolektif emek havuzu gerektiren stratejik teknoloji yatırımları. Bunlar ancak büyük mali sermaye grupları ve teknoloji tekelleri tarafından gerçekleştirilebilir.
2) Mikro veya küçük ölçekli teknoloji şirketi kurma; teknoloji teşvik ve yatırım fonları, risk sermayesi tarafından kâr potansiyeline sahip görülürse büyütme; başarılı olduğu ve hızla büyüdüğü ölçüde şirketi büyük sermaye grupları veya teknoloji tekellerine piyasa değerinin üstünde bir fiyatla satma tarzındaki girişimcilik.
3) Bir laptop ve kablosuz internet bağıyla yapılan veya okulların, üniversitelerin ders, tez, araştırma olanaklarıyla üretilen yeni teknolojik fikirler, tasarımlar, yazılımların şirketlere, yatırımcılara pazarlanma çabası biçimindeki sıfır sermayeli girişimcilik.
4) Youtube, Instagram, Tik-Tok gibi platformlarda 10 binden fazla takipçi ve etkileşim alarak “influencer” olma, paralı mobil, bilgisayar, konsol oyunlarında profesyonel “gamer” (oyuncu) olma, kripto para işlerinden para kazanmaya çalışma tarzındaki girişimcilik biçimleri.
5) Teknolojilik dolandırıcılık. Teknolojik yenilik yapıyor görünümüyle teşvik ve fon almadan bilişim teknolojilerini kullanarak hesapları ele geçirme, para toplama gibi çok sayıda biçimi vardır.
Türkiye’de 25 bin civarındaki teknoloji geliştirme girişimcisi şirketin (yaklaşık yarısı teknoparklarda, yine yaklaşık yarısı yazılım şirketleri) çok büyük bölümü mikro veya küçük ölçekli (1-9 istihdamlı) şirketler. Türkiye Ulusal Girişimcilik Stratejisi (2022), teknolojik girişim sayısını 2030’a kadar 100 bine çıkarmayı hedefliyor. Bunun için kurulan Girişimcilik Konseyi’nde 9 bakanlık ve KOSGEB, TÜBİTAK, YÖK, İŞKUR temsilcileriyle birlikte, TOBB, TESK, ASKON, GYİAD, KAGİDER, TİKAD, TÜSİAD, TİM, TÜGİAD, TÜBİSAD, MÜSİAD, Girişimci İşadamları Vakfı, Türkiye Girişimcilik Vakfı temsilcileri yer alıyor.
Türkiye Girişimcilik Stratejisi ve Eylem Planlarının bazı başlıkları şöyle:
Yeni girişimlerin önündeki mevzuat engelleri kaldırılacaktır. İşletme devri kolaylaştırılacaktır. Girişimcilik portalı kurulacaktır. Kuluçka ve hızlandırıcı merkezleri ağı oluşturulacaktır. Yenilikçi girişimciler desteklenecektir. Teknogirişimciler desteklenecektir. Akademisyenlerin girişimciliği özendirilecektir. İnternet girişimleri geliştirilecektir. Girişimciliğin desteklenmesi amacıyla özel sektör-kamu sektörü işbirlikleri geliştirilecektir. Kadın Girişimci Elçileri projesi yaygınlaştırılacaktır. Girişimcilerle yabancı yatırımcıların teması artırılacaktır. Girişimcilik kamu spotları hazırlanacaktır. Girişimcilik kültürünü artırıcı yayınlar yapılacaktır. Gençlere yönelik girişimcilik eğitimleri artırılacaktır. Girişimcilik konusu ilk/orta öğretim programına girecektir. Girişimcilik konusu üniversite müfredatına girecektir. İlk/orta öğretim öğretmenlerinin girişimcilik konusundaki bilgi ve becerileri geliştirilecektir. İlk/orta okullarda girişimcilik projeleri gerçekleştirilecektir. İlk/orta okullarda “girişimci okul” kavramı yerleştirilecektir. İlk/orta okullarda girişimcilik klüpleri kurulacaktır. Yenilikçi girişimcilerin ticarileştirme projelerine yönelik destek sağlayabilecek kredi garanti mekanizması oluşturulacaktır.
Girişimcilik ve yenilikçi girişimcilik ders, kulüp ve ağlarıyla sermaye birikim fanatizminin ilk ve ortaokullara kadar sokulması, işçi sınıfına ve sınıf bilincinin oluşumuna ağır saldırılardan biridir.
Türkiye’de 100 binin üzerinde “Influencer” (sosyal medya etkileyicisi) var. Takipçi ve aldıkları etkileşim sayısı onbini geçince bulundukları platform şirketlerinden aldıkları küçük paralardan başlayarak, takipçi, abone ve etkileşim sayısı büyüdükçe, bu paralarla birlikte ürün tanıtımı, reklam, fon, sponsor ve bağışlardan aldıkları para giderek büyüyebiliyor. Instagram, Youtube, TikTok gibi dijital platform şirketleri, influencerlara 10 bin takipçi için 20 ila 100 dolar arasında veriyor. Bu paralar takipçi sayısı 100 bini aştığında 10 bin dolar ve daha üstüne çıkabiliyor. Türkiye’de influencer takipçi sayısı piyasası hızla büyüyerek 2023’te toplam 100 milyon liraya çıkmakla birlikte, takipçi sayısı 50 bin-100 binin üzerinde olanların dışında kalan çoğu influencerın takipçi sayısından kazanabildikleri ortalama birkaç yüz dolar civarında. Influencer piyasasının asıl büyük dinamiğini ise ürün tanıtımı/reklamlar oluşturuyor. Türkiye’de 2023 itibarıyla, büyük şirketlerin, markaların, e-ticaret şirketlerinin influencer içeriklerine verdikleri ürün tanıtım/reklamlar üzerinden kaydettikleri satış hacmi artışı 18 milyar doları buluyor. Influencerlar reklamını yaptıkları ürünün (dijital biçimlerde hesaplanan) artırdıkları satış gelirinden yüzde 1-3 civarında komisyon alıyorlar. Dolayısıyla influencerların takipçi sayıları aslında, reklam veren şirketlerin satış gelirlerini artırmadaki performanslarının ölçümünden ibaret. Dijital platform tekelleri de bu reklam ve satış artışlarından kendi daha büyük payını alıyor. Başka deyişle, dijital platform tekelleri influencerları birkaç yüz dolar ya da birkaç bin dolarlık bahşişlerle takipçi sayılarını artırmaya teşvik edip, influencerların reklam ve satış gelirlerini artırma performansı üzerinden asıl kendi reklam ve komisyon gelirlerini büyütüyor.
Influencerlar üzerinden yapılan reklam ve satışlar, dijital reklam piyasasının dörtte birini buluyor. Influencer sisteminin reklam piyasası payının istikrarlı biçimde artması, influencerların bağlı takipçi ve fan sayısının daha garantili bir satış geliri artışı yaratmasından kaynaklanıyor. Ama influencer piyasasının asıl kazananı, influencerlar üzerinden satış gelirleri ve kârları artıran büyük şirketler ve dijital platform tekelleri oluyor.
Youtube, Tiktok, Instagram, Reels, OnlyFans gibi platformlarda, ekonomiden siyasete, sağlıktan eğitime, bilim ve teknolojiden tarihe, film ve dizi analizinden yemek yapımına, spordan müziğe, mizahtan eğlenceye, yaşam tarzından magazine, borsadan seyahate, akla gelen gelmeyen alanlarda uzmanlaşmış, bağımlılık yaratıcı video ve podcast içerik (ve piyasa) üreticilerinin toplam etki alanı, başta genç kuşaklar olmak üzere 10 milyonlarca kişiyi buluyor. Influencerlar içinde sırf görünür olmak, ilgi ve takipçi çekmek için olmadık tuhaflıklar yapanlar da var, burjuva, liberal, gerici siyaset ve akımların maaşlı influencerları da var. Nitelikli içerikler üretenler de var. Ama hem bilgi ve becerisine sahip olduğum, sevdiğim, yoğun emek harcadığım, eğitici ve yararlı içerikler üreteyim, hem de bu işten para kazanayım eğilimleri, birbiriyle bağdaşmıyor. Kapitalizmin dijital piyasasına girildiği anda, nitelik niceliğe (görünür ve popüler olmak, daha çok takipçi sayısı çekmek için yapılan atraksiyonlar, sulandırmalar, performans virtüözlüğüyle) çözüştürülüyor. Kapitalist değer yasası içerik üzerinde de belirleyici hale geliyor. İçeriğe reklam almak, giderek reklam almak için kapitalist piyasalaştırmaya uygun içerik üretmeye dönüşüyor.
Dahası, içerik üreticileri açısından çıkıp yalnızca mır mır bir şeyler anlatmak, analizler yapmak günümüz kuşaklarına pek hitap etmiyor. Daha görünür olmak, daha fazla izleyiciye ulaşmak için, çeşitli bilgi kaynaklarına ulaşmak, görsel ve işitsel teknolojileri kullanmak, grafikler, efektler, görsel işitsel hareketli ve etkileyici montaj ve kurgular yapmak, içerik ve sunumlarda durmaksızın yenilikler yapmak, hatta günümüzde artık yapay zekayı da kullanabilmek gerekiyor. Tüm bunlar da maliyet demek, bazıları ücretli olabilecek ekip çalışması demek. Bu da, daha çok takipçi çekmek, reklam ve fon almayla bir döngüye dönüşüyor. Daha doğru bir ifadeyle, içerik üreticisi dijital piyasaya tabi olduğu anda, piyasaya bir takım içerikler üretip bundan takipçi sayıları, aldığı reklam/satış komisyonları, fonlar, “bağışlar” vb dolayımıyla para kazanan (hatta ücretli ekip çalıştıran) kapitalist girişimciye dönüşüyor. İçerikler piyasa içeriğine (dolaylı olarak metaya) dönüştüğü ölçüde, şu veya bu içerik üreticisine güvenen, bağlanan takipçiler de müşteriye dönüştürülmüş oluyor. İçerik üreticilerine içeriklerini daha çok takipçi çekmek ve para kazanmak için nasıl yapması ve düzenlemesi gerektiği konusunda piyasa ve girişimcilik danışmanlığı yapan, artan içerik maliyetleri için kredi açan şirketler türüyor. Sonuçta bir oyun alanı gibi başlayan influencerlık gerçek bir piyasaya, ve başta dijital platform tekelleri ve reklam veren büyük şirketlerin elinde, sonra dijital piyasada aracılık, iş bağlama, menajerlik, koçluk, prodüktörlük yapan şirketlerin elinde, en sonu küçük bir kısmı da profesyonel kapitalist girişimciye (ve birikim fanatiklerine) dönüşen sınırlı sayıdaki büyük influencerlerın elinde sermaye birikimine dönüşüyor.
Kuşkusuz piyasa, fon, reklam vb. işlerine hiç bulaşmadan, bunlarla net sınırlarını çekerek de hem nitelikli hem yararlı hem etkileyici içerikler üretmek mümkün. Ancak Türkiye solu dijital sermaye piyasasının influencer sistemine alternatif olabilecek anti-kapitalist, bağımsız devrimci sınıf bilinç, örgütlenme ve mücadelesine önemli etki ve katkılarda bulunabilecek internet kulvarları yaratmada oldukça ilgisiz, bilgisiz ve çabasız bir durumda. Genelde yapılan, her siyasetin “ağır topu” olduğu varsayılan birkaç kişiye seminer, propaganda, konuşma videoları hazırlamak ve Twitter gibi platformlarda birkaç kişi ya da ekibi günlük paylaşımlar için görevlendirmek. Geleneksel solculuk tarzının dijital platformlara uyarlanmasının ötesine geçmeyen bu yöntemler, influencer sistemine karşı uzaktan yakından bir alternatif çekim yaratmadığı gibi, zaten hitap edebildikleri kitle istisnai durumlar dışında birkaç yüz kişiyi geçmiyor. Hep aynı birkaç kişinin hemen her konuda evirip çevirip aynı genel geçer şeyleri söyleyip durduğu tarz yerine, yaşamın olabildiğince çok ve çeşitli alanlarının her birinde giderek uzmanlaşan, ciddi çaba ve yoğun emekle hazırlanan içerikleri dinamik bir tarzda ve izleyicilerle de etkileşim içinde sürekli geliştirebilen, bir alternatif içerik üreticileri ağı kurmaya ihtiyaç var. Alternatif içeriklerin salt konuşma ya da yazıyla değil, görsel-işitsel-teknik olarak işlenerek etkisinin artırılmasına ihtiyaç var. (Bu “biçimcilik” değildir. Marx’ın da söylemiş olduğu gibi, sunumun da içeriğin işlenmesi, güçlendirilmesi ve etkisinin artırılmasında önemli bir rolü vardır. Kaldı ki internet ve dijital teknolojilerin içine doğan günümüz genç kuşaklarının dinamik ve teknik açıdan daha gelişkin ilgi ve algı biçimlerinin gerisine düşmeden, onları yalnızca içerik değil biçimde de daha ileriye çeken, daha zengin, daha hareketli görsel-işitsel yöntemlerin geliştirilebilmesi gerekir.) Daha önemlisi, internetteki işçi, emekçi ve gençlere, edilgen içerik tüketicisi muamelesi yapmadan, üretilen içerikler ve üreticileriyle etkileşimlerine, aktif katılım, katkı ve tartışmalarına, çeşitli içerik ve konulara ilgi duyanları bu alanlarda ve kendi çevrelerinde etkinleştirmeye en büyük önemi vermek gerekiyor.
Türkiye’de gamer (oyuncu) piyasası ise, 35 milyon mobil, 22 milyon PC, 17 milyon konsol oyuncusu olmak üzere 36 milyon kişiyi (birçok kişi birden çok kanalda oyun oynuyor), bilgisayar oyunları piyasasının hacmi ise 1 milyar doları buluyor. Oyuncuların çoğunluğunu çocuk ve gençler olmakla birlikte her yaş ve kesimi kapsadığını, yüzde 45’ini kadınların oluşturduğunu belirtelim. Bilgisayar oyunlarının aşırı rekabetçi ve yarışmacı karakterinin; oyunlarda profesyonelleşerek kazanılabilen çeşitli yerel/ulusal/uluslararası unvanların; oyunların eğlencelikten çıkıp para yatırarak ve kripto para kazanmak için oynanan profesyonel oyunlara evrilmesinin, bilgisayar oyunlarının yarattığı bağımlılığı her düzeyde artırdığını belirtelim. Oyunları para yatırarak ve kripto para kazanma hırsıyla oynayanların yüzbinlerce kişiyi bulduğunu, nefret ettiği ücretli işini bırakarak 7/24 profesyonel bilgisayar oyuncusu olan 10 binlerce kişinin bulunduğunu da belirtelim. Giriş/üyelik paraları 1000 dolardan başlayan, bunun birkaç katından yüz katına kadar kazanç vaat eden oyunlar için oyunculara kredi açan ve kazançlarının yüzde 50’sine el koyan şirketler var. Tıpkı futbol gibi milyon dolarların, bahislerin, epey yüklü kara para ve spekülatif sermayenin de döndüğü bir tür profesyonel kumar endüstrisine dönüşen oyun piyasasından daha fazla para kazanmak için, profesyonel oyuncu takımları oluşturan/satın alan ya da sponsor olan şirketler var.
Günümüz bilgisayar oyunları piyasasının önemli bir bölümü kapitalist girişimcilik piyasasına göre tasarlanmış oyunlardan oluşuyor. Bu tür oyunlarda oyuncular sanal mülkiyet ve paraya sahip oluyor ve bu sanal sermayelerini büyütmek için oynuyor. Böylece gerçek yaşamda yapamayacağı sınıf atlamayı, sermaye sahibi olmayı oyunda gerçekleştirip hayali bir tatmin sağlamalarının yanı sıra oyunculara kapitalist girişimci olma ve sermaye birikimi fanatizmi de zerk ediliyor. Bu tür oyunların yine önemli bir bölümü para yatırarak oynanabiliyor, oyuncuların yeteneklerini bu tür agresif dijital birikim girişimciliğine kanalize eden oyunlarda, oyuncular kazandıkları dijital varlıkları, banka, borsa spekülatif sermaye ve kripto sistemleri ile kaynaşmış mekanizmalar üzerinden belli oranlarda kripto paraya çevirebiliyorlar. Yarı oyun yarı kumara dönüşmüş bu tür oyunların ilk aşamalarında küçük küçük kolay kazançlar veya kaybettiğinde hırslanma, oyunlara bağımlılık yaratıyor. Daha zor ve daha çok para vaat eden ve bunun için her seferinde yeniden oynama parası alan sistemler, oyuncuların artan bir kesimi için bir noktadan sonra ciddi borçlanmalara, azımsanmayacak bir kesimi için her şeyini kaybedip yıkıma dönüşebiliyor. Bu tür oyun piyasası oyuncuların belli dijital/sanal güçler, yetiler, varlıklar kazanma hırsı ve bağımlılığı yaratarak banka/kripto sistemleriyle iç içe kurumsallaşırken, dolandırıcılık, spekülatif sermaye ve kara paraya da kapıyı aralıyor. Oyunlardan kazanılan sanal güç, özellik ve varlıkların da ayrıca bir piyasası oluşuyor, bunlar oyuncular arasında alınıp satılabilir hale geldiği gibi, bunları da elinde toplayıp oyunculara satan şirketler de türüyor. Bu tür kirli-spekülatif işlere bulaşmayan, yalnızca oynamayı sevdiği ya da gerçek yaşam kabusundan kaçmak için oynayan “saf” oyunculara ise, aylık abonelik fiyatlarıyla oyun bir defa değil, sürekli satılmış oluyor.
Aslında sorun yalnızca dijital oyun sistemlerinin piyasalaşması, kripto para, hayali ve spekülatif sermaye ile finans ve teknoloji şirketleri için bir sermaye birikim alanına dönüşmesi değil. Kapitalizm internetteki her şeyi piyasalaştırmaya, henüz piyasalaştırmadığı şeyleri de gölge piyasaya çevirmeye çalışırken, dijital piyasalarını bir “oyun alanı” gibi göstermeye çalışıyor. “Yetenekli, yaratıcı, fırsatları değerlendirmesini bilen, risk alabilen”lerin, yani şu neoklasik iktisatın uyanık ve üstün girişimcilerinin, oynayıp kazanabileceği, hem de pek adrenalinli, heyecanlı, eğlenceli, anaforlu bir “oyun alanı”. Herkesin pazarlanabilecek bir şeyleri, bastırılmış birtakım yetenek ve hevesleri vardır nasılsa. Bir küçük teknoloji şirketi yapmaya çalıştığı inovasyona kalmadan birkaç yılda 10-100-1000 kat büyür ve teknoloji tekelleri tarafından gerçek değerinin 2-3 katına satın alınır. Gerçek teknolojik yenilikler geliştiren küçük teknoloji şirketlerinin yüzde 95’i bu yenilikler piyasaya uymadığı ve fon bulamadığı için batar. Daha dün kimsenin tanımadığı biri belli bir anda yaptığı ya da söylediği bir şeyle bir anda 1 milyon takipçisi olan, tanıttığı ürünler kapış kapış giden bir sosyal medya ünlüsü haline gelir. Nitelikli içerikler üretmeye çalışan sayısız kişi ise lince uğrar. Çocuk yaştaki bir oyuncu, filanca dijital oyundaki performansıyla dünya rekoru kırar, kazandığı kripto paralarla yoksul anne babasına ev ve araba alır. Oyunlarda kaybeden, babasının cüzdanından para aşırarak oyun oynadığı için dayak yiyen bin çocuk, bu oyunlarda kazandıkları dijital yeteneklerle, ucuz, güvencesiz ve verimli “dijital dönüşüm” işçileri haline gelir.
Bu çerçevede internetteki hemen her şey, piyasada okutulabilecek bir “varlığa”, bu varlıklardan da bazen filancası bazen falancası spekülatif bir değer ve balon hypine (gaz verme, gaza getirme) çevrilmeye çalışıyor. Zuckerberg’in Metaverse’ü belki tutmadı ama banka, borsa, e-ticaret platformları, kripto para, hayali ve spekülatif sermaye ile teknolojiyi iç içe geçiren yeni mali sermaye kaynaşmasının genel eğilimlerinden birini gösteriyor.
Sonra oyun biter. Kasa kapanır. Kasa masadaki kan ve cesetleri temizletip masada yığılan tüm kripto paraları alır. Kimse batan, mahvolan teknoloji, internet, oyun girişimcilerini görmez. Görse de görmek istemez. Kimse teknoloji ve internet yeniliği girişimlerinin yüzde 95’inin neden başarısız olduğunu da bilmek istemez. Kasa kapanır. Her zaman en büyük kasalar kazanır. Sonra yeni “başarılı girişimciler” hikayeleriyle oyun yeniden başlar.
Kapitalist oyun endüstrisi ve piyasası sınıf karşıtlığı ekseninden eleştirilmeli, deşifre ve demistifiye edilmelidir. Oyun ki canlıları canlı, insanı sosyal insan yapan niteliklerinden biridir; oyunun sermayeleşmesi, piyasalaşması ve kâr aracı haline gelmesinin, sağlığın eğitimin sermayeleşmesi, piyasalaşması ve kâr aracı haline gelmesinden özünde bir farkı yok. Çocuklara, yeniyetmelere, genç kuşaklara oyunla karışık burjuva, gerici, ırkçı-faşist, emperyalist ideolojilerin, piyasa ve sermaye birikimi fanatizminin, bireycilik ve bireysel kurtuluş hayallerinin zerk edilmesi deşifre edilmelidir. Oyunların piyasalaşması kadar, teknolojinin kapitalist kullanım biçiminin, vahşi emek sömürüsü, soygun ve spekülasyona dayalı sermaye birikimi ve piyasalarının “oyun” gibi gösterilmesi ve algılanması deşifre edilmelidir. Sayıları az da olsa, parasız, nitelikli, az çok geliştirici yanı olan oyunların tanıtımı yapılmalıdır. Sayıları çok az da olsa, dünyadaki antikapitalist yazılım ve teknoloji emekçilerinin geliştirmeye çalıştığı muhalif oyunlar tanıtılmalı ve teşvik edilmelidir.
Kuşkusuz herkes paralı ve yarı-kumara dönüşmüş oyunlar oynamıyor. Çalışma stresini atmak için, karabasan gibi dünyadan bir süreliğine uzaklaşmak için ya da olabildiğince en masrafsız biçimde heyecanlı ve eğlenceli vakit geçirebilmek için de oynayan çok. Ancak sorun şu ki, kapitalist sistem işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, çocukları bin bir yandan, bin bir kanal, yöntem ve araçla kuşatıp yaşamlarına dört koldan nüfuz ederken, solun, devrimcilerin emekçilerin çok küçük bir kısmına, o da genellikle dışarıdan ve bir iki noktadan, bir iki yöntem ve araçla temas edebilmesi çok yetersiz kalıyor. İnternetteki en fazla kategorisi olan sol site ve platformlarda, alternatif ve muhalif dijital oyunlar yok. İşçilerin bir online olarak da canlı olarak da (hem de sınıf sezgilerini, deneyimlerini, kara mizahlarını katarak) oyun oynarken, solun, devrimcilerin yaşamında oyun yok. Grev ve direniş gibi en çetin süreçlerde bile işçilerin oynadığı canlı oyunlar pek bilinmez, çünkü sol bunları direnişin ciddiyetini bozuyor diye göz ardı eder. Oysa sınıfın kolektif zeka ve yaratıcılığını da içeren bu işçi oyunları, geliştirici, eğitici, sosyalleştirici, kaynaştırıcı ve kolektivize edicidir. Oysa bunlar geliştirilebilir. Sınıf bilinci, dayanışması, mücadelesini içeren pek çok oyun, dahası dijital oyunlar bile geliştirilebilir. Komünizmde kazanan kaybedenin önemli olmadığı en gelişkin oyunların, sosyal yaşamın (özel oyun salonlarına, ekranlara hapsedilmemiş) en canlı damarlarından biri olacağı bilinmelidir.
Teknolojik dolandırıcılığın son dönemde yaptığı patlama da biliniyor. Marx Kapital’de tüccar sermayesi ile spekülatif sermaye arasındaki ayrımın çoğu zaman belirsiz olduğunu vurgulamıştı. Günümüzde ise teknoloji ve internet girişimciliği ile (bu girişimcilik piyasası ve mekanizmalarını domine eden devlet teşvikleri, risk/girişim sermayesi şirketleri, yatırım fonları, spekülatif sermaye ve teknoloji tekellerinin yol açtığı) spekülatif sermaye ve hatta dolandırıcılık arasındaki ayrımlar da belirsizleşiyor. Elbette küçük teknoloji/internet girişimcilerinin hepsinin dolandırıcı olduğunu söylemiyoruz. Aralarında, şu piyasa, fon, sponsor vb. ilişkilerine gömülmeden, en azından başlangıçta, tek derdi ücretli kölelik mezalaminden kendini kurtarmak, kendi sevdiği/istediği şeyleri kendi istediği gibi yaparak “kendini gerçekleştirmek” olan, hatta toplumsal idealleri olan çok sayıda insan da var.
Günümüz kapitalizmi koşullarında, teknoloji tekellerinin toplumsal verileri yağmalayıp kâr için kullanmasıyla, bir takım dolandırıcılık çetelerinin çeşitli şirket-devlet bağlantılarıyla yüzbinlerce kişinin internet veya banka hesaplarını ele geçirmesi arasında özünde pek bir fark kalmıyor. Aldığı fonlar, yatırımlar ile birkaç yılda 10-100-1000 kat büyüyen teknoloji ve internet girişimcilerinin ballandırılan “başarı öyküleri” de aslında ne bireysel yaratıcı dehadan ne de teknolojinin büyüsünden ama spekülatif sermayenin sermaye ve güç merkezileştirici etkisinden kaynaklanıyor.
Sonuçta küçük sermayeli ya da sermayesiz teknoloji girişimciliği, influencer, gamer, kripto vd. sistemleri ile birlikte milyonlarca kişiyi “oyuncu” olarak kapsayan, on milyonlarca kişiyi ise takipçi olarak etkileyen, manipüle eden büyük bir piyasa oluşturuyor. Küçük bir kesim, bu piyasaların hakimi büyük teknoloji, yatırım, fon, ticaret şirketlerine, risk ve spekülasyon sermayesine çok daha büyük paralar kazandırmayla koşullu olarak, bu piyasadan iyi kötü bir şeyler kazanabiliyor, büyük çoğunluğu ise soyulduğu ve battığı ile kalıyor.
Bugün bir mikro taşeron yazılım şirketi kurmak için gerekli başlangıç sermayesi (ki genellikle borç sermayesidir), ofis kirası, demirbaş ve belli yazılım patent ve lisanslarını satın almak dahil, birkaç milyon lirayı buluyor. Bu da yetmez, taşeron iş kurma ve büyütmede başta devlet teşvikleri ve büyük şirketlerden iş alabilmek için belli piyasa ilişkilerinin ve iş bağlayıcı aracıların olması ve bunlara da epey yüklü hava paraları ve komisyonların ödenmesi gerekir. Böyle bir şirketin büyütülebilmesi için de durmaksızın daha fazla kredi, fon, yatırım çekebilmesi, bunları şirketin veya gelirlerinin ortağı haline getirir. Büyüme sürecinin herhangi bir evresinde, ömür boyu zor ödenecek borçlarla batma olasılığı oldukça yüksektir.
Peki hem bu borç, maliyet ve risklerden kaçınıp hem de kendi kendinin patronu olarak, sıfır sermayeli girişimcilik mümkün mü? Burjuva işletmecilik literatürüne bakarsanız mümkün, günümüzde internet ve dijital platformların sayısız “rüya gibi” sıfır sermayeli girişimcilik fırsatı ve biçimi ortaya çıkardığını söylüyor. İnternetten “sıfır sermayeli girişimcilik” başlığını taratırsanız size yüzlerce, binlerce “sıfır sermayeli girişimciliği” ballandıran site, platform, kılavuz adresi indirir. Neymiş bu fırsatlar diye baktığınızda en başta ve en yaygın olanın “satış ortaklığı/satış temsilciliği girişimciliği” denilen iş biçimini görürsünüz. Belli şirketlerin ürünlerini tanıtıp pazarlamak için web sitesi ve bloglar kurmak, müşteri şikayetlerine cevap vermek, gerekli online yazışma ve işlemlerini yapmak, gerçekleştirdiği satış başına da küçük komisyonlar almak tarzında bir iş. Bunun eskiden büyük şirketlerin tencere tava ya da kozmetik gibi ürünlerini kapı kapı dolaşarak pazarlama işinin online versiyonu olduğu, satış komisyonu denilenin de, aslında çok düşük parça başı ücrete yapılan taşeron, güvencesiz pazarlama işçiliği olduğu açık. Bu tür işleri de teknoloji tekelleri ve büyük şirketler organize ediyor, örneğin “satış temsilcileri” için girişi/üyeliği paralı dijital platformlar oluşturuyorlar, pazarlama maliyetlerini de kendini girişimci sanan taşeron ya da freelance işçilerin üstüne yıkarak, kendi maliyetlerini düşürüp kârlarını artırıyorlar.
Bir diğer yaygın biçim, yine dijital platform tekellerinin, “sıfır sermayeli girişimci” denilenlere kendi geliştirdikleri iş fikir, tasarım veya yazılım gibi ürünlerini sergilemeleri için kurdukları dijital fikir, tasarım, yazılım pazaryeri platformları. Bu yeni fikir, tasarım, yazılımları başka şirketler satın almak veya bunların geliştiricilerini kendi şirketlerinde çalıştırmak isterse, dijital fikir pazarı platformları, tabii ki asıl geliştiricilerden ve ücretlerinden yüklü komisyon alıyor. Bu tür yeni fikir, tasarım, yazılım pazarlarına giriş de paralı olabiliyor ve en iyileri de zaten yine bu pazarları kuran dijital şirketler, çok düşük bir fiyatla ya da bazen ödeme bile yapmadan alıp kendileri kullanıyor, tek kelimeyle yağmalıyor. Bu da eski amele pazarlarının yeni online zihin işleri ve zihin işçiliği pazarları biçimindeki yeni versiyonu.
Marx’ın dediği gibi bir şeyin adını değiştirince kendisi değişmiş olmuyor. Adına “sıfır sermayeli ya da düşük maliyetli girişimcilik”, “freelance” ya da “esnaf kurye” gibi ne denirse densin, büyük sermayenin iş ve geliştirme maliyetlerini de üstüne yıktığı, taşeron, güvencesiz, parça başı online işçilik olmaktan çıkmıyor. Bu tür iş aracılığı platformlarına giriş de genellikle paralı oluyor ya da pazara konulan fikirler, ürünler için pazar yeri kirası alınıyor, işi yapma veya fikri/tasarımı geliştirme maliyetleri emeğin üstüne yıkılıyor, parça başı “komisyon” adı altındaki ücretler ya da yeni fikirlerin fiyatları yine büyük şirketler tarafından belirleniyor ve bu tür online iş-fikir platformlarının her birinde binlerce (işsiz) geliştirici olduğu için bu ücret ve fiyatlar da çok düşük oluyor, bu ücret ve fiyatlar da ödenmediğinde de kendini girişimci sananların başvurabileceği bir hukuki merci bulunmuyor. Dolayısıyla ister sermayesiz sermaye birikimi yapma hayaliyle, isterse işsizlik ya da ücretli işçilik yapmayı istememe nedeniyle, bu tür kişisel online işler yapmaya çalışanların ya da fikirlerini, yeteneklerini online pazaryerlerinde satışa çıkaranların emekleri, teknoloji tekelleri ve büyük sermaye tarafından çok düşük maliyetle yağmalanıyor.
Kapitalizm teknoloji ve internet girişimciliği ağları üzerinden, büyük bir bölümünü gençlerin, önemli bölümünü de eğitimli gençlerin oluşturduğu bir toplumsal taban kaldıracı ve dinamizmi sağlayabiliyor. Tıpkı teknoloji tekellerinin toplumsal veri yağması gibi, teknoloji geliştirmede yaratıcı fikirler, buluşlar, internet ortamındaki her türlü yeni, yaratıcı fikir, etkinlik, inisiyatif, bazen tek kuruş harcamadan yağmalanıyor, büyük sermaye birikimine taze kan oluyor. Böylece kapitalizm, sayısız küçük küçük ama toplamda dev çaplı bir toplumsal yeni, yaratıcı emek (yeni, yaratıcı fikirler, tasarımlar, keşifler, icatlar, etkinlikler, inisiyatifler) birikim ve havuzuna, çok düşük maliyetle el koyup, ticarileştirip kârlarına katıyor. Piyasasını genişletip çeşitlendiriyor. Aynı zamanda şu bayat “serbest piyasa” ve “özgür girişimcilik” mitlerinin yeni teknoloji girişimciliği piyasaları üzerinden genç kitlelere satıyor.
Günümüz genç ve eğitimli kuşaklarında artık, “garajda bir laptopla yapılan bir cin fikir buluşla bir Bill Gates, Steve Jobs, Zuckerberg olunabileceği” fantezisi pek kalmadı. Ama, en azından, borç harç kurulacak bir mikro veya küçük sermayeli teknoloji şirketiyle, hatta başlangıç sermayesi bile olmadan, belli piyasa ve sponsorluk ilişkileri üzerinden (örneğin üniversitede teknoparklara iş bağlayan “girişimci hocalar” üzerinden, “yetenek avcısı” ajansları üzerinden veya sayısız sermaye/devlet kurumunun “teknoloji girişimciliğini teşvik” organizasyonları üzerinden vb) taşeron bir “yaratıcı girişim”i teşvik ve fon alarak büyütme ve sonra milyonlarca dolara büyük teknoloji tekellerine satıp köşe olma fantezisi eskisinden de güçlü olarak yeniden üretiliyor. Çünkü dev teknoloji tekelleri “kuluçkadan rekabet” şansını bırakmıyor ama teknoparklarda, teknoloji şirketlerinde ücretlerin düştüğü, çalışma ve yönetilme koşullarının giderek ağırlaştığı koşullarda teknoloji ve internet girişimciliği piyasasının teşvik ve fonlarla, spekülatif sermayeyle hızla büyütülmesi benzer bir çekim (ve kanalizasyon) etkisi yapıyor.
Teknolojik yenilik girişimciliğinin ortalama yüzde 95’inin başarısız olduğu, başarılı olanların yüzde 70’inde ise ciddi “post-travmatik girişimcilik sendromu”nun yaşandığı biliniyor. Girişimcilik sendromu, bunun için aşırı çalışma, aşırı stres ve yanı sıra başlangıçtaki ideal fikirlerin yatırım fonları, sponsorlar ve bir bütün olarak tekellerin kontrolündeki girişimcilik piyasası tarafından tanınmaz hale getirilmesi, kendine ve yaratıcı emeğine yabancılaşma, kirli sermaye-piyasa-devlet ilişkileri içinde çürümenin yol açtığı ciddi psikolojik sorunlardan kaynaklanıyor. Bunlara karşın neden her yıl yüzbinlerce genç daha bu çarkın içinde “gönüllü” öğütülmeye (başarısız olduğunda borç harç kurduğu her şeyini kaybetme, “başarılı” olursa başlangıçtaki ideallerini kaybetme) çekilmeye devam edilebiliyor, sorusunun yanıtı da buradadır.
“Çok çalışırsan bir gün sen de zengin olabilirsin” diyen kapitalizmin şu eski protestan felsefesi, neoliberlizmle birlikte “çok çalışıp patronuna daha çok kazandırırsan sen de kazanmış olursan”a evrilmişti. Bugün teknoloji ve internet girişimciliğinin sermaye/devlet tarafından yapılandırılmış girişimcilik ağ ve kanalları tarafından “teknoloji ve spekülatif sermaye büyüsü” ile yoğrularak yeniden üretiliyor. Tek farkı şimdiki girişimcilik felsefesinin, “Çok çalışırsan, çok yaratıcı, çok yenilikçi, piyasa fırsatçısı ve girişimci olup büyük patronlara daha çok kazandırırsan sen de bir şeyler kazanabilirsin” biçimini almış olması.
Tabii buradaki biçimiyle yaratıcılık ve yenilikçilik, tümüyle sermaye/piyasa ilişkileriyle tanımlı. “Kendini gerçekleştirme” kozmetiğiyle sermaye/piyasa ilişkilerine içerilmiş ve bu ilişkileri yeniden üreten terimler. Girişim teşvik ve fonları yenilik ve yaratıcılığın; “piyasa boşluklarını doldurması” ile koşullu. Yani henüz metalaşmamış, sermaye birikimine içerilmemiş yeni/yaratıcı fikir, tasarım, bilgi, yetenek, ihtiyaç ve yaşam alanlarının da metalaştırılmasına ve sermaye birikimine dahil edilmesine dönük.
Nitekim teknolojik yenilik girişimlerdeki yüksek başarısızlık oranı, sermaye yetersizliği kadar, hatta ondan çok, yapılan çoğu yeniliğin kolayca ticarileştirilememesinden ve pazarlanabilir hale getirilememesinden kaynaklanıyor. Başka deyişle, bilim, teknoloji, sanat gibi alanlarda yeni ve yaratıcı bir şeyler ortaya koymaya çalışan gençlerin ilk eldeki kaygısı her zaman kâr/servet olmayabiliyor veya piyasa-şirket işlerinden anlamadıkları için bunu yapamıyorlar. Ama kapitalizmde çare tükenmiyor. Teknoloji teşvik ve yatırım fonları yeni buluşların ticarileştirilmesi ve pazarlanabilir hale getirilmesini de kapsamına alıyor, bu buluşlardan hangilerinin ne kadar ticarileştirilebileceği, yeni piyasalar açabileceğini analiz ve rehberlik şirketleri türüyor. Teknoloji ve internet baştan aşağıya girişimcilikle kodlanıyor. Girişimcilik; “piyasa boşluk ve fırsatları”nı değerlendirme, bunun için piyasa fikir ve yetenekleri geliştirip pazarlama vb dersleri ilk ve orta okullara kadar indiriliyor. TÜBİTAK, KOSGEB, TEKMER, TTGV, TeknoFest, Kalkınma Ajansları, girişimci lise ve üniversiteler, teknoparklar gibi sayısız resmi ve yarı-resmi kurumun ve her sermaye grubu ve örgütünün teknoloji girişimciliğini teşvik ve organizasyon ağları, programları, kursları, kampanyaları, yarışmaları ortalığa saçılıyor. Yalnızca (tekno-milliyetçilik ve silah teknolojileri merkezli) TeknoFest organizasyonlarına yıllık katılım 3 milyon kişiyi, TeknoFest’in önkuluçka teşvik ve destek programlarına girebilmek için katılan takım sayısı (çoğunluğu lise ve üniversite öğrencisi) yüzbinleri buluyor.
İnternet, dijital platform ve online işlerin hızla büyüyüşü, alt ve orta sınıfların küçük bir kesimine gerçekten köşe dönme şansı verse bile (ki kapitalizm bunu yapmazsa, küçük bir kesimin “başarı” hikayelerini ballandırıp büyük bir kesimin yıkımını görünmezleştirmese, kapitalizm olamazdı), asıl büyük sermayenin toplumsal emek kontrolünü, sömürüsünü, yağmasını artırmasını; düşük ücretli güvencesiz taşeron ve gig işçiliğin yaygınlaştırılması kolaylaştırıyor.
Türkiye solu emperyalist kapitalizm ve bağımlı Türkiye kapitalizminin teknoloji/internet ağları üzerinden geliştirdiği yeni hegemonya projelerinin ve bunların genç kuşaklar üzerindeki etkisinin halen pek farkında değil. Sistemin teknoloji/internet girişimcilik ağları üzerinden sermaye/piyasa/devlet ilişki ağlarını ve ideo-kültürünü nasıl yeniden üretmeye çalıştığının pek farkında değil. Mali oligarşi ve faşist rejim altında bile, teknoloji, internet ve girişimcilik teşvik ağları üzerinden genç ve eğitimli kuşaklara, yenilikçi, yaratıcı, fırsatlar alemcisi, serbest ve özgür girişimci kapitalizm mitolojilerini nasıl satabildiğinin pek farkında değil. Kapitalist üretim, mülkiyet, piyasa ve egemenlik ilişkilerinin en hızlı büyüyen ve şişirilen halkası olarak teknoloji, internet ve girişimcilik kurum ve ilişkilerinin nasıl işlediği, sınıfsal-toplumsal etki ve sonuçlarının neler olduğunun eleştirel analizleri yapılamıyor. Kapitalist girişimcilik eğitiminin eleştirisi bir dinci-gerici eğitiminin eleştirisinin yüzde 1’i kadar yapılamıyor. Sayıları 100’ü aşan teknoparkların, yeni girişimci kuluçkalığı sistemlerinin, milyonları kapsayan Teknofestlerin, influencer ve gamer piyasalarının, eleştirel analizleri yapılamıyor. Genç kuşaklara bir iki noktadan geleneksel tek yanlı dar temas, sistemin teknoloji/internet girişimcilik ağlarının, bireysel kurtuluş hayalleri ve sermaye birikim fanatizmi dahil çok boyutlu kullanımıyla yeniden örüntülediği kuşatmasını yaramıyor.
Dijital alem ile gerçek alem, bir dönem post-modernizmin “farklı dünyalar arasılık” söylemlerine malzeme olmuş olsa da, ayrıksı dünyalar olmadığı gibi giderek daha fazla kaynaşıp birleşik bir bütün oluşturuyorlar. İnternette, dijital teknolojilerin hız ve olanakları nedeniyle, birçok şey sanki sermaye birikiminden farklı yasalara tabi ve farklı işliyor gibi görünse de, internet aslında, gerçek dünyanın, gerçek kapitalist toplumsal ilişkiler sisteminin giderek büyüyen organik bir bileşeni. İnternetteki işleyiş ve sosyal ilişkiler de, aynı sermaye birikim ve ilişkilerine tabi. Sermaye birikiminin mutlak genel yasasına, yani bir kutupta servet birikimi, kendi emeklerine başkalarına sermaye olarak üretenlerin kutbunda sefalet birikimi, yasasına tabi. Hatta belki daha fazla tabii, çünkü dijital teknolojilerin hız ve esnekliğiyle de birlikte kapitalist kullanım biçimi, sermaye birikimini, akışkanlığını, spekülasyon ve manipülasyonlarını kolaylaştırdığı gibi, sermayenin emek üzerindeki sömürü, güç, kontrol ve hegemonyasını da genişletip derinleştirerek yeniden üretiyor. Bu yüzden solun geniş bir kesimininde halen küçümsendiği gibi “sanal bir dünya” değil, gerçek sınıf ilişkilerin, gerçek sınıf mücadelesinin, ayrılmaz, organik ve etkisi giderek artan bir sosyal bileşeni, sosyal alanıdır. Bu yüzden solun, sermayenin internette milyonları içine çektiği influencer, gamer, girişimcilik ve gig iş ağlarına gözlerini kapatarak, internette de sıkıştırılıp kaldığı bir köşecikten sesini duyurmaya çalışmakla yetinmesi, mücadeledeki boşlukları daha da büyütmektedir. Solun, devrimciliğin, dijital teknolojiler ve interneti, gerçek sınıf mücadelesinin organik bir bileşeni olarak, çok daha etkin, çok daha geniş çaplı, ama fonsuz, reklamsız, sınıf mücadelesinde yararlığa dayalı bir yaratıcılık ve yenilikçilik ile kullanmayı öğrenmesi gerekir.
Bahram Baransel’in katkılarıyla…
…. World Youth Report: Youth Social Entrepreneurship and the 2030 Agenda. UN Depertmant of Social and Economic Affairs report, 2020
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.