Kapitalizmin, gerçek ve hakikat düzeneklerini yer değiştirerek yarattığı simülasyonun sessiz yığınlar üzerindeki etkilerini araştıran Baudrillard, sessiz çoğunluğun artık temsil edilemeyecek bir durumda olduğunu iddia eder. Çünkü Baudrillard’a göre kitlelerin sessizliği aslında kendilerini temsil ettiğini iddia edenlere karşı bir tavırdır ve politiktir
Deşarj…Ne kadar bilindik ama aslında yabancısı olduğumuz bir kavram… “Kitle ve İktidar” yapıtında Elias Canetti kitle içinde meydana gelen en önemli olay olarak kitleyi yaratan şeyin “deşarj” olduğunu belirterek, kitleye dahil olan herkesin farklılıklarından kurtulduğu ve kendini diğerleri ile eşit hissettiği anı deşarj anı olarak tanımlar. Jodi Dean ise “Kitle ve Parti” kitabında Canetti’ye gönderme yaparak bireyin siyasetteki asıl birim olduğu iddiasına karşılık olarak kitleye odaklandığından bahsederek kitlelerin “deşarj” olarak atıfta bulunduğu anlarda en yoğun şekilde hissedilen mutlak eşitlik uğruna bir araya gelindiğini söyler.
Peki en son ne zaman deşarj anını yaşadığınızı düşünüyorsunuz? Gezi isyanı esnasında zaman zaman hissettiğimiz deşarj anı uzun süredir kayıp. Gezi isyanını, devamındaki yıllarda yaptığımız değerlendirmelerde çeşitli sınıfsal katmanlara, kimliklere sokmaya çalışsak da bütünden bakınca 80 ilde yapılan eylemler bize aslında toplumsal deşarj noktalarının yakalandığı anları gösterir.
Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan “Vasatistan’da her şey olağan” yazımda olduğu gibi yine çubuğu bize bükmeye devam edeceğim. Yıllardır devam eden ideolojik tartışmalarımız arasında işini rayına koya koya giden kapitalizme ve onu örgütleyen yerli taşeronlar karşısında çok da etkili bir karşı koyuş sergileyemediğimiz gerçeğini cebimize koyalım. O yüzden biraz anlam veremediklerimizi çözümleme çabasına girip bu yazımda “sessiz çoğunluğu” tartışmaya açmak istiyorum.
Çoklu krizlerin yaşandığı, proleterleşmenin sınırlarına dayandığı, büyük bir mülksüzleştirme dalgasının yaşandığı tarihin bu “an”ında neden kitleler isyan davetlerini kabul etmezler? Ya da neden kitleler sessiz?
Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard modern toplumlarda bir “Simülasyon Kuramı”ndan bahseder. Kapitalizmin, gerçek ve hakikat düzeneklerini yer değiştirerek yarattığı simülasyonun sessiz yığınlar üzerindeki etkilerini araştıran Baudrillard, sessiz çoğunluğun artık temsil edilemeyecek bir durumda olduğunu iddia eder. Çünkü Baudrillard’a göre kitlelerin sessizliği aslında kendilerini temsil ettiğini iddia edenlere karşı bir tavırdır ve politiktir.
Şu anda memlekette yaşanan yüksek enflasyonun bir sonucu olarak konut ve taşıt fiyatlarındaki aşırı değerleme karşısında insanlar artık konut ya da araç sahibi olmanın artık mümkün olmadığını tartışıyor. Bizler bunun kitleler üzerinde bir kriz yaratmasını beklerken, kapitalizm bulduğu her kanaldan tüketimi pompalıyor. Mülk edinme hayalini yitiren kitleler ise birikimden vazgeçerek “an”ı yaşamak adına tüketim toplumunun en aktif bireyleri haline geliyor. Yaratılan simülasyon, hakikatler ile karşı karşıya kalmak yerine başka bir gerçeklikte yürümeyi sağlıyor. Bizler ise durduğumuz yerden bakınca, ekonomik krize rağmen kafelerin, eğlence merkezlerinin, tatil fırsatlarının, yeni nesil telefonların neden bu kadar ilgi gördüğüne anlam veremiyoruz. Oysa kapitalizm bizi küçük şeylerle mutlu ediyor! Krizi fırsata çeviriyor.
Bunu da tek başına tüketim toplumu yaratarak yapmıyor. Ona uygun ekonomik, siyasal ve sosyal sistemler geliştirmeye devam ediyor. Çünkü kapitalizm sınırlarına yaklaşırken makro sömürü düzeneğinin yerini artık mikro sömürü düzenekleri alıyor.
Bu yeni düzenek içinde tüm kurallar yeniden yazılıyor. Bizlerin hep bahsettiği “yeni proleterya” mesela. Evlerin, 3. nesil kafelerin ve parkların birer üretim merkezi, cep telefonlarının ve dizüstü bilgisayarların ise birer üretim aracı haline dönüştüğü dünyada yeni proleterya bizim için ulaşılmaz hale geliyor. Çarkları durduracak ya da şalterleri indirecek işçilerin oranı toplam işçiler içerisinde giderek azalıyor. Üretim alanları ve üretim araçları değişiyor/dönüşüyor.
Gezi sonrası yapılan bir bilimsel araştırmada sokak siyasetinin aktörleri için; “Eğitimli, genç, kültürel sermaye sahibi, maaşlı işlerde çalışan, profesyonel meslek gruplarına mensup, düşük gelire sahip ve din ile ilişkileri zayıf” diye bir tanım yapılmıştı. Bu, aslında bizim uzun zamandır tanımlamaya çalıştığımız “yeni proleterya” idi. İşçi sınıfının yeni özneleri… Tam bu noktada “Simülasyon Kuramı”na yeniden dönersek, kapitalizmin kendilerine taktığı apoletler içinde halen özne olduğundan haberdar olmayan işçi sınıfı…Nedir bu apoletler? Reyon sorumlusu, satış müdürü, mağaza müdürü, halkla ilişkiler uzmanı… Mesela bakkal tipi marketlerde en fazla 3 kişi çalışıyor. Alın size unvanlar ve apoletler; market müdürü, satış sorumlusu, halkla ilişkiler sorumlusu…
Bu “apoletli işçiler” kendilerini temsil eden bir mücadeleye sahip değiller. Yaklaşık 16 milyon kayıtlı işçiden yine yaklaşık 2 milyon 500 bini sendikalı işçi. Burada sendikalı olmayan kalan 13 milyon işçinin hak aramadığı ve sessiz kaldığı sonucunu mu çıkarmalıyız? Yoksa bizlerin onları temsil etmediğimiz ve onlara erişim sağlayamadığımız sonucunu mu?
Bu durum seçimler için de geçerli. Partilerin aldıkları oy, üye sayılarının yaklaşık 10-15 katı. Oy vermelerine rağmen üye olmayan yine sessiz bir çoğunluk var. Tek adam rejimi içinde kendilerinin temsil edilmediğine inanan kitle sayısı giderek artıyor.
Burada ifade etmek istediğim; belirsizlik ve istikrarsızlık içerisinde kapitalizm, aşırı üretim, değersizleşme, durgunluk gibi krizleri yönetmeyi fırsata çevirmeyi bazı zamanlarda becerebiliyor. Hiçbir zaman kapitalist krizlerin kaybedeni zengin azınlık olmazken faşist devlet düzeneğinin kaybedeni, sömürüleni, mülksüzleştirileni, proleterleştirileni hep sessiz çoğunluk oluyor. Ekonomik eşitsizliğin arttığı, eğitim ve sağlık sisteminin çökme noktasına geldiği, barınmanın giderek büyük bir soruna dönüştüğü, ücretlerin enflasyon karşısında eridiği ve sosyal hizmetlerin çöktüğü bir dönemde sol, halkın çıkarlarını savunma kapasitesini yitirmektedir.
Kimlik siyasetleri, gündelik sorunların peşinden oradan oraya savrulmayı aşarak sessiz çoğunluğun içinde bulunduğu hakikatin kuvvetini ateşleyen bir harekete ihtiyaç var. İletişim araçları ve sosyal medya ile yaratılan kara propagandaya maruz kalanlara, gözetim toplumunun büyümesine neden olan korkuları taşıyanlara, krediler ve kredi kartları ile borçlandırılarak pasifize edilenlere ivme kazandıracak hareket noktasını, yani kitlelerin kendilerini eşit hissettikleri deşarj “an”ını yakalamamız gerekiyor.
O yüzden örgütlen(eme)me sorunlarını, kadro problemlerini ve geçmişi aşarak; birleşik, kolektif, ilerici ve dayanışmacı bir hareket biçimi yaratmalıyız. İlerlemek için örgütlenmeliyiz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.