Elbette Anadolu topraklarının ruhunda isyankârlık vardır. Otoriteye karşı direniş vardır. Ama önce bizim, bize sunulan “sofradan” kalkmamız, aç kalmayı ve zor olanı seçmemiz gerekmez mi?
Dünyayı vasatların yönettiğini iddia eden filozof Alain Deneault “Vasatlık hükümdarlığı”ndan bahsederken “uyuşturan bir devrim”e değinir. Tanıl Bora ise Deneault’u yorumlarken meselenin çekirdeğine “aşırı merkezcilik politikasını” aldığını söyler.
“Otoritenin güvencesi olmuş bir ortalama/cılık”.
Bu yazıda “ortalama/cılık” oklarını biraz kendimize (ilerici, devrimci, yurtseverlere) çevirerek bazı tartışmalar yapmak amacındayım.
Uzun zamandır toplum içinde kendini “muhalif” olarak nitelendiren çoğunluğun iktidara karşı harekete geçmeyenlere yönelik sitemlerini dinliyoruz. Sitemler kimi zaman “bu halktan hiçbir şey olmaz” acımasızlığına kadar varabiliyor.
Yine Deneault’a dönersek “Bizi hep merkezde konumlanmaya, gevşek düşünmeye, başkalarıyla yer değiştirebilen ve çekmecelerde saklanabilen varlıklar haline gelmek için kanaatlerimizi cebimizde tutmaya davet eden bir devrim. Aman bir tatsızlık çıkmasın, ekonomik ve toplumsal düzeni sorgulatabilecek hiçbir şey icat edilmesin sakın.”
Halk, ümüğü sonuna kadar sıkılmasına rağmen ayağa kalkmıyor. Aksine yarısı iktidarı destekliyor, diğer yarısı da susuyor. Denklemin kendisi bu. Peki biz bu denklemin neresindeyiz?
Kendini devrimci, ilerici ve yurtsever olarak tanımlayanlar olarak biz, tek adam rejiminin yarattığı otoriter yönetim anlayışını kırabilecek, yarattığı baskıyı boşa çıkartabilecek, faşizmi ve gericiliği besleyen adımları boşa çıkartabilecek neler önerebiliyoruz?
Mesela bankalardan aldığınız kredileri geri ödemeyin, kredi kartlarını kırın atın, kira ödemeyin, boş evleri işgal edin! Fabrikalarda şalterleri indirin! Doğanızı katleden iş araçlarını yakın! Yolları kapatın! Sandığa gitmeyin!
Diyebiliyor muyuz?
“Haklarınızı size anlatalım”, “‘İzinli alanlarda’ basın açıklamalarına, mitinglere gelin” gibi vasat önerilerin ilerisine gidemiyoruz.
Örgütlenen direnişlerin mutfağında varsak, bir etki yaratabiliyoruz. Ama direnişlerin genelleştirilmesi noktasında, arkasına toplumsal desteği sağlama noktasında etkisiz kalındığı bir gerçek. Direniş yapılan şirketlere karşı “boykot” önerileri, kitleselleşmiş bir karşılık bulamıyor.
Aslında bizler de Vasatistan’da “ortalamayı aşan” bir önermeye sahip değiliz.
Her seçim bir öncekinden “daha önemli” hale gelirken boykot çağrısı yapamıyoruz, ya da yapanlar etkili bir boykot örgütlemekten çok uzak oluyor.
Durum böyle olunca halkın şu halleri de bizim için bile olağan hale geliyor, çünkü müdahale etmiyoruz!
Günlük hayattan örnekler çoğaltılabilir ve hatta burada bahsedilenler çok eksik bile olabilir.
Ama bizim tüm bunlar karşısında çoğaltmaya ihtiyaç duyduğumuz “vasatı aşan” öneriler/eylemler değil mi zaten?
Elbette Anadolu topraklarının ruhunda isyankârlık vardır. Otoriteye karşı direniş vardır.
Ama önce bizim, bize sunulan “sofradan” kalkmamız, aç kalmayı ve zor olanı seçmemiz gerekmez mi?
O zaman şimdilik Vasatistan’da her şey olağan.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.