Toplumdaki politikleşme ve bununla ilgili gerilim üst düzeydeyse bir alandaki çatışma genelleşebilir. Elbette ki formülasyona güçlü sol örgütlenmelerin varlığını da eklemeliyiz. Ama 80’ler Türkiye’si ne yazık ki böyle bir niteliğe sahip değildi
80 sonrasının tartışılması olumu bir gelişme ve özellikle bugün ne yapılması veya ne yapılmaması gerektiği üzerine sonuçlar çıkaracaksak anlamlı.
Belirli bir dönemdeki politikaların doğruluğunu ancak sonuçları üzerinden tartışabiliriz. Elbette ki farklı değerlendirmeler olabilir ancak benim açımdan 80 sonrası sol hareket başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Nedeni açıktır; örneğin Ege Üniversitesi’nde birkaç bin öğrenciyi harekete geçirebilme gücünden, bizzat öğrencilerce tepki verilen bir konuma gelinmiş, hareket kitlesinden yalıtılmıştır.
Sosyalistlerin varlığını darbe sonrasında yeniden göstermiş olması önemli olsa da o dönemdeki beklentilerimiz, hedeflerimiz açısından yeterli değildir.
80 sonrası öğrenci hareketi ve (eski) TKP içinde yetişen biri olarak yaşadıklarımız elbette ki kişisel tarihimizde onur duyduğumuz anlardır. Ama tartışmayı güncel olana bağlamak, biraz daha teorize etmekle mümkündür. Kişisel olarak yapılıp edilenler ise sözlü tarih çalışması olarak dillendirilebilir, ama bugün bir afiş asan, propaganda yapan, örgütlenmeye çalışanların yaptıklarından daha özel değildir. Yalnızca doğru bildiğimiz şekilde ve o an üzerimize düşeni yaptık.
Detaylardaki pek çok hatalı değerlendirmenin birbirimiz hakkında bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Gerçekten de öğrenci hareketindeki siyasetler uzun süre TİP-TKP ve diğerleri şeklinde bloklaşmıştı. İkinci döneme değin sayısal olarak daha azınlıkta olan çevreler bizim bakış açımızda, içindeki ilişkileri tam anlamadığımız bir yumak olarak görülüyordu.
Eksik bilgiye iki örnek vermek gerekirse; birincisi TKP’nin 80 darbesinin hemen sonrasında çalışmaya devam etmesi ve tam olarak çözülmemesinin nedenini örgütlenme biçiminde (de) aramak gerekir. Örneğin benim örgütlendiğim zincir, partiyle bağı kopmuş olmasına karşın, örgütsel yapısını koruyarak yıllarca çalışmaya devam etmişti.
İkinci eksik bilgi ise TİP-TKP birleşmesinin ve SSCB’deki gelişmelerin bizim üzerimizdeki dağıtıcı etkisidir. Örgütlerin, yayınların yeniden oluşturulması, yasallaşma süreci bizi ağırlıkla içe dönük hale getirmişti. Yarın dergisinin kapanması gibi sonuçlar dönüşümün şiddetini göstermektedir.
Elbette ki bu 80’lerin sonlarında zayıflamamızın tek nedeni değildir. Ne kadar farklı olsalar da sosyalistler ortak bir havuzdan beslenirler. Nasıl ki ilk dönemde yarattığımız kitlesellik hareket geleneğini de beslemişse, ikinci dönemdeki marjinalleşme de bizim hareket yeteneğimizi zayıflatmıştı.
Parti ve hareket geleneğinin farklı alışkanlıkları, düşünüş şekilleri var. Parti geleneği Ekim Devrimi’nden Soğuk Savaş’a olan dönemin izleriyle, hareket geleneği 68’in izleriyle biçimlendi. 68 dönemi ve ondan beslenen hareketler dünyanın pek çok coğrafyasında devrimlerin yaşandığı, kabaca sosyalistlerin baskın taraf olduğu dönemin karakteristiğine sahipti. Soğuk Savaş ve SSCB’ye bağlılık ise savunmanın, dolayısıyla temkinliliğin karakteristiğini üretti.
Bunları basit kalıplarla etiketlemek kolay. Ama bence artık her ikisinden de öğrenmemiz gerekiyor. Bunu marjinallik-kitlecilik uçlarındaki salınımla yapabilir miyiz? Deneyelim.
Marjinalliği siyasal eylemin kitle bağından kopması, radikalleştirmeyi ise kitlenin siyasal hedefler için harekete geçirilmesi olarak ayrımlaştırabiliriz.
Marjinalize olmayla radikalize etme arasındaki sınır çok incedir. Parti geleneği marjinallikten olabildiğince uzakta kalır. Bu, koşulları olgunlaştırır ama radikalize etme yeteneğini zayıflatır. Hareket geleneğinin ise radikalize etme yeteneği yüksektir, ama sıkça bu çizginin öte tarafına, marjinalliğe geçer.
Ölçüt zor iştir. Örneğin her daim geçerli yapay bir dengenin var olduğunu ve bunun öncü siyasal gücün eylemiyle bozulabileceğini düşünüyorsanız, marjinallik bir eleştiri veya hatalı bir pozisyon olmayacaktır. Aksine eylemin olağan niteliği olacaktır. Elbette ki bu yaklaşım farklı varyasyonlarla karşımıza çıkabilir. Dahası denge özel bir strateji olarak değil de belirli bir konjonktürde karşılaşabileceğimiz durum olarak ele alındığında hemen herkesin kabul edebileceği, üzerinde düşüneceği bir kavramlaştırmadır. Yani bir devrimci süreçte hangi anın kırılmaya olanak tanıdığı, kırılabilir olduğuna ilişkin bir muhakemedir. Genel olarak hareket geleneğinin yaklaşımı özel bir strateji olarak ele aldığını söyleyebiliriz.
Benzer çözümlemeyi kitlecilik için de yapabiliriz. Bunu bir strateji olarak ele aldığınızda karşımıza ağırlıkla reformcu karakterdeki siyasal oluşumlar çıkacaktır. Kitlesellik çoğu zaman devrimci bir kırılmaya evrilmeyecek, hep bir itiraz dinamiği olarak kalacaktır.
Ancak kitle çalışmasını bir strateji olarak değil de kırılma anını yaratacak enerji birikiminin yaratılması olarak alırsanız çoğu yaklaşımın itirazı olmayacaktır. Parti geleneğinin Soğuk Savaş’ın izlerini taşıyan savunmacı karakteristiğinin, onu kitle çalışmasına fazla bağımlı hale getirdiğini, yarattığı kitleselliği radikalize etmede zayıf kalma eğilimine neden olduğunu söyleyebiliriz.
Burada bugün için sonuç çıkaracak bir kısıt yaratacaksak şu olabilir; lokal hareketin içinde devindiği toplumsaldaki (ve dünyadaki) politikleşme düzeyi. Gerçekten de toplumdaki politikleşme ve bununla ilgili gerilim üst düzeydeyse bir alandaki çatışma genelleşebilir. Elbette ki formülasyona güçlü sol örgütlenmelerin varlığını da eklemeliyiz.
Ama 80’ler Türkiye’si ne yazık ki böyle bir niteliğe sahip değildi. Aksine süreç 90’lar boyunca genel bir gerilemeye dönüşerek bugünkü durumumuza değin gelecektir.
Toplumun politize olma ve buna bağlı gerilim düzeyinden bağımsız, her zaman, her an kırılabilecek bir dengenin varlığını iddia etmiyorsanız 80’lerin ikinci dönemi açık bir başarısızlıktır. İddia ediyorsanız “denedik olmadı” diyebilirsiniz.
Radikalleştirme değil ama marjinalleşme 80’lerin ikinci yarısının karakteristiğidir. Bunda, arkadaşlarımızın içeriden çıkan ve 70’lerdeki koşulların devam ettiğini düşünen kadrolarının etkisi var mıdır? Onların tartışması gerekir diyebiliriz.
İlk dönemdeki kitlesellik (TİP-TKP tarafından) radikalize edilebilir miydi? Parti geleneğinin radikalize etme zafiyetini not etsek de, bunun yanıtını ancak kahinler verebilir.
İlgili yazılar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.