İlk günden, Beyazıt’ta barikatların yıkılıp Saraçhane’ye sel olunduğu günden beri gündemi isyan belirliyor. İktidar uzun zaman sonra kendi belirleyemediği gündem içinde tepki veren pozisyonda. Üstelik şu ana kadar bir politika önermesi dahi yok. Yol açık. Ama yolun bu aşamasından sonra isyana eşik atlatacak iradi müdahaleler hayati önemde
Sokak eylemlerini dindirmek için bayram tatili 9 güne çıkarıldıysa da CHP’nin önermesini de aşan boykot çağrıları iktidarı tutuşturdu. İktidar iki yönlü bir basınç altında. İlki bunca zaman desteğini aldığı sermaye gruplarının ve örgütlerinin kendilerini korumaya yönelik basıncı. Sermaye grupları verdikleri desteğin karşılığı olarak iktisadi açıdan da risk barındıran bu çağrılara karşı iktidarın önlem almasını talep ediyor. İkincisi ise siyasal saflaşmanın isyan lehine genişlemesi. İsyan artık sokak eylemleri ve mitinglere katılanların dışında çok daha geniş bir kesimin aktif şekilde rol alacağı araçlar çıkarmış oldu. Üstelik bu araçlar da beklenenin üstünde bir kesim tarafından sahiplenildi.
CHP’nin listesinde yer almayan onlarca işletme sosyal medyadan teşhir edildi ve fiili olarak listelere eklendi. Boykot çağrılarını hedef alan organizasyon şirketi tüm etkinliklerden el çektirilmeye zorlandı. Oyuncular, sanatçılar, sosyal medya fenomenleri tavır almaya zorlandı, almayanlar binlerce takipçi kaybetti, hesaplarını kapatmak zorunda kalanlar dahi oldu.
CHP’nin de sonradan destek açıkladığı bir günlük tüketim boykotuna karşı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tehditler savurdu, bakanlar iktidar medyasının canlı yayınlarında adeta çırpındı. MÜSİAD, ASKON, TOBB gibi sermaye örgütleri furyaya katıldı. “Serbest piyasa” masalları iktidar medyasının stüdyolarında yerle bir oldu. Ama buna rağmen pek çok işletme de boykota destek için 2 Nisan’da kepenk açmayacağını, yayınevleri o gün internet sitelerinden satış yapılmayacağını ilan etti. TRT dizilerinde rol alan oyuncular dahi boykota destek veriyor.
Halk seferber. Whatsapp’taki aile/arkadaş grupları boykot edilecekler listeleriyle doluyor, boykot çağrıları yayılıyor, isyana destek vermeyen ünlülerin takipten çıkılması için ısrarlı mesajlar atılıyor ve daha nicesi.
Önüne çıkarılan engelleri tek tek aşan bir halk isyanının içindeyiz. KONDA sokak eylemlerine verilen destek oranını yüzde 73 olarak açıkladı. Anketlere şüpheyle yaklaşmaya devam edelim ama sahadaki durum da bunu destekliyor. İktidarın ideolojik hegemonyası altındaki kesimler dahi sokağa çıktı.
İlk günden, Beyazıt’ta barikatların yıkılıp Saraçhane’ye sel olunduğu günden beri gündemi isyan belirliyor. İktidar uzun zaman sonra kendi belirleyemediği gündem içinde tepki veren pozisyonda. Üstelik şu ana kadar bir politika önermesi dahi yok. Tek yanıt yasaklar, ev baskınları, gözaltılar ve tutuklamalar. Eylem yasakları daha ilk günden itibaren meydanlarda yerle bir edildi. Yüzlerce gözaltı ve tutuklama kararına rağmen milim moral kaybı yok. Tutuklama kararı verilen gençler dahi hapishanelerden direnişe devam mesajları yağdırıyor.
Belki bayram tatiliyle birlikte sokak eylemlerinin dozajı düştü ama boykotlardaki halk seferberliği isyan zemininin ortadan kalkmadığını gösteriyor. Moral üstünlük isyanda, kavga ise her yerde: Halkla iktidar arasında olduğu kadar iktidarın kendi içinde ve iktidarın emperyalist merkezlerle arasında da. İsyan egemenler arasındaki çelişkileri de derinleştirdi. Bu çelişkiler hareketin ilerlemesi açısından da fırsatlar sunuyor.
İktidar ABD’den beklediği desteği alamadı. Günlerdir halkın isyanı için “dış mihraklar” karalaması yapılırken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Washington’da görüştü. Rubio ve Fidan ortak basın toplantısı yapmadı. Fidan gündeme gelmediğini söylese de Rubio, X hesabında yaptığı paylaşımda Türkiye’deki eylemlerle ilgili “endişelerini” dile getirdiğini ifade etti.[1]
AB cephesi de farklı değil. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu AP Kanadı Başkanı Emmanouil Kefalogiannis 14-15 Nisan’da yapılması planlanan toplantıyı iptal ettiklerini açıkladı. Avrupa Parlamentosu (AP), “Türkiye’deki Demokratik Baskılar ve Ekrem İmamoğlu’nun Tutuklanması” konulu bir genel kurul oturumu düzenledi. Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Marta Kos da bu genel kurulda Antalya Diplomasi Forumu’na katılımını ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüşmesini iptal ettiğini duyurdu.
İsyanın ilk günlerinde muhalif medya kanalları ve kişilerin X hesaplarına getirilen erişim engelleri 23 Mart’ta durduruldu. Türkiye’den karar alınsa dahi X, kararları icra etmedi, hatta kararlar hakkında Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
MHP kanadı, topyekûn saldırı karşısında AKP kadar kararlı değil. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından “Kuvvetli suç şüphesi ve somut delillerin varlığı tutuklama nedenidir” dese de sonraki günlerde yaptığı açıklamada “Mutlak zorunluluk yoksa tutuklama yerine başka tedbirler düşünülmelidir. Hayati tehlikesi bulunan tutuklunun (Mahir Polat’ı kastederek) tedavisinin yapılması yasal bir zorunluluktur” ifadelerine yer verdi. Devlet Bahçeli’nin hapisten çıkardığı Mümtazer Türköne de güncel gelişmelere değinmese de “devlet terörü” başlıklı yazısıyla sürece bakışını ortaya koydu.
Her ne kadar boykot çağrıları karşısında MÜSİAD, ASKON ve TOBB tepki açıklaması yapsa da iktidara yakın sermaye örgütlerinin ve TÜSİAD’ın da üyesi olduğu TÜRKONFED, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından “hukukun üstünlüğü” ve “demokrasi endişeleri” vurgulu bir açıklamayla yaşananlara tepki gösterdi.
Özcesi; egemenler cephesi topyekûn saldırı programının arkasında saflaşmış durumda değil. Emperyalist merkezler de MHP de mütereddit yaklaşıyor. Bu elbette Erdoğan’dan veya AKP’den vazgeçme anlamına gelmiyor. Ancak iktidara daha büyük sorumluluk yüklendiği açık. Bu ağır sorumluluk karşısında Erdoğan, egemenlerle arasındaki diyalogda daha fazla taviz vermek zorunda kalabilir ve bu tavizlerin bir kısmı isyanın ilerlemesi için ön açıcı da olabilir.
CHP iktidarın bu topyekûn saldırısı karşısında kendisini kurtaranın sokaktaki dinamik olduğunun farkında. Onun kendi kontrolü dışına çıkmasından endişe duysa da sönmesini de istemiyor. İlk günlerde kendi beklentilerini aşan sokak hareketliliğini kontrol altına almaya çalışırken halkla gerilim yaşasa da sonraki günlerde bu kesimleri de kapsamaya çalıştı. Konuşmaların tonu daha da sola çaldı, “mitinge değil eyleme geldik” diyen gençlere “burası sizin de eyleminiz” deyip kürsüden söz vermeye başladı.
Yine kendi önermesiyle başlayan boykot çağrısı, kendi önermesini aşsa da ona destek vermekten geri durmadı. Çünkü hareket içindeki her gerilimin ve her geri adımın kendisi açısından çok daha yıkıcı sonuçlar doğuracağının farkında.
Özgür Özel, Maltepe mitinginde iki önemli program açıkladı. İlki 27 milyon (Erdoğan’ın seçilirken aldığı oy miktarı) imza hedefli bir imza kampanyası. Özel böylece katılımı 15 milyonu bulan ön seçimin ardından çıtayı daha da yukarı çekti. İmamoğlu’nun serbest bırakılması talebiyle toplanacak imzalarla Erdoğan’ın meşruiyet zeminini sarsmayı ve isyanın yarattığı hegemonyayla iktidarı erken seçim ilanına zorlamayı hedefledi. İkinci olarak da her hafta sonu bir ilde, her çarşamba İstanbul’un bir ilçesinde miting yapacaklarını ilan ederek bu süreçte sokak dinamiğini de canlı tutmak istediğini ortaya koydu.
CHP’nin bir seçim partisi olarak ortaya çıkan toplumsal dinamiği bir erken seçime ve iktidarı bu yolla devralma stratejisi elbette beklenen ve anlaşılır bir hedef. Ancak isyanla kendini ortaya koyan değişim arzusu bundan çok daha fazlasını, sistemin ve mevcut rejimin yarattığı hoşnutsuzlukları da barındırıyor. Bu yüzden hareketin yalnızca seçime kanalize edilmesi isyan ve barındırdığı potansiyel açısından bir risk olarak ortada duruyor.
CHP’nin illerde ve İstanbul ilçelerinde düzenleyeceği mitinglerse bayram sonrasında da sokaklara hareketlenme fırsatı sağlayacak. CHP elbette sokak dinamiğinin öncülüğünü üstlenmeye, hem onu kontrol altına almaya hem de erken seçim dayatmasına kanalize etmeyi hedefleyecek. Ancak daha ilk günden ortaya çıkan sokak çağrılarının CHP’nin beklentisini ve arzusunu aştığını, bu aşkınlık karşısında pozisyonunu daha da sola çekmek zorunda kaldığını, boykot çağrısının da yine aynı şekilde kendi önermesinin aşarak ilerlediğini ve yaygınlaştığını unutmayalım.
İstanbul’un dört bir yanında çeşitli illerdeki bu sokak hareketliliği potansiyelinin kentin kılcallarına tesir etmesinin ve hatta solla buluşabilmesinin, solun isyan içindeki etkisini artırabilmesinin ve daha ileri hedefleri de içeren bir siyasal perspektifi geniş kesimlere taşıyabilmesinin, eylemlerin mahalle meclisleri/forumlar gibi doğrudan demokrasi ve özyönetim mekanizmalarıyla birleşebilme imkanlarının ortaya çıkabileceğinin de altını çizelim.
İsyan her ne kadar Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından halkın irade gaspına sahip çıkma refleksiyle çıksa da tek motivasyonun bu olmadığı açık. Kitlesel buluşmalarda uzatılan mikrofonlara ve taşınan döviz ve pankartlara işçi sınıfının temel gündemleri -yoksulluk, güvencesizlik, temel hakların gaspı- de aktarılıyor. Ancak emek hareketi henüz kendi özgün dinamikleriyle isyana katılamadı. Sendikalı işçi oranının düşüklüğü, mevcut sendika konfederasyonlarının sınıf mücadelesinin ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeye niyetli olmaması gibi faktörler elbette bu durumun oluşmasında etkili.
Ama sendikaların mevcut durumundan bağımsız olarak hayatı durdurma eğiliminin kuvvetlendiğini söyleyebiliriz. Boykot çağrılarının beklenenin üstünde yaygınlaşması ve iktidar cephesindeki panik havası da bunun göstergesi. Üstelik önümüz de 1 Mayıs. Yani işçi sınıfının yoksulluk, güvencesizlik ve temel hakların gaspına dair mücadelesinin gündeme getirilmesi açısından uygun bir zemin var.
Boykotun yarattığı panik bile gözler önündeyken üretimden gelen güç, tehdidin masaya gerçekçi bir şekilde konması isyanın etkisini katlayacaktır. Ancak bu sorumluluk tek başına sendikalara yüklenemeyecek kadar büyük. Bu konuda sosyalist hareketin önünde önemli görevler duruyor. Çünkü 1 Mayıs süreci emeğin sesinin isyana katılma imkânı taşıdığı kadar devrimci siyasetin de geniş kesimlerle buluşturulma imkanını da taşıyor.
Özcesi; isyan genişleyerek ilerliyor, isyanı bastırmaya çalışan iktidar daha dezavantajlı ve yol açık. Ama yolun bu aşamasından sonra isyana eşik atlatacak iradi müdahaleler hayati önemde.
[1] ABD’nin hesabı elbette Türkiye’deki demokrasi sorunu değil. Güçsüzleşen bir Erdoğan, ABD açısından Ortadoğu ve Ukrayna gibi gerilim hatlarında da ABD’den daha az talepkâr olabilecek, pazarlık masasında eli zayıflayacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.