Sönümlenmeyecek bir direniş bu momentlere dayanacaktır. Özellikle gençler, yurttaşlar sınırlı eylemlerle sınırsız değişimlerin yer alacağı bir süreç beklentisindedir. Devrim mücadelesinin içerisindeki mücadele momentleri sadece “an” a ilişkin değil geleceğin inşasına da ilişkindir. Bugünden kuracağımız bir söz ve eylem, gelecekte inşa edilecek bir düzenin yapı taşlarına harç katmaktır. Dolayısıyla uzun bir yol olan mücadele, aynı zamanda sabır gerektiren bir emektarlık yoludur. Asla unutmamalı, gelecek uzun sürer. Devrimci hareketin oynayacağı tarihi rol, Türkiye devrimci hareketi için de yeni bir çıkış kapısını aralayabilecek imkandadır
CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınarak tutuklanması, uzun süredir AKP – MHP faşist bloku tarafından inşa edilen bir sürecin sonuolarak beklenir bir meseleydi. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) üzerinden alakası olmamasına rağmen bir PKK anlatısı yaratmaya çalışan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, her siyasi partinin en doğal hakkı olan seçim ittifaklarının bir türünü terörizm faaliyeti olarak adlandırdı. Alakası olmamasına rağmen legal ve meşru faaliyetleri olan HDK, PKK’ye bağlı ilan edilip yine alakası olmamasına rağmen kent uzlaşısının (CHP – DEM Parti arasında kimi yerlerde işletilen seçim aday uzlaşı arayışları olarak özetlenebilir) yürütücüsü ilan edildi. Demokratik bir seçim ittifakının akıl dışı bir şekilde PKK ile ilişkili ilan edilmesi akabinde yavaş yavaş belediyelerde ve Kürt siyasi hareketinde yer alan demokratik alandaki isimler, sosyalistler vb. gözaltına alınmaya, tutuklanmaya başlandı. Bu durum, ilgili anlatı üzerinden CHP – PKK retoriği kurarak Ekrem İmamoğlu üzerinden CHP’ye terörizm suçlamalarıyla yürümenin bir ayağıydı.
Aynı sürecin diğer ayağı ise İmamoğlu’nun Beyoğlu Belediye Başkanlığı sürecinden başlayarak yolsuzluk ve rant odaklı bir suç örgütü lideri olduğu iddiasını odağa alan bir anlatıyla, gizli tanık ifadelerinden ibaret görülen bir mali suçlar soruşturmasının inşa edildiğiydi. Bir yandan da hukuk mantığını anlatmaya bile gerek olmayan diplomanın iptali meselesi de bu duruma eşlik etmektedir. Toplamda bu hususlar, “Turpun büyüğü heybede” denilerek Erdoğan tarafından işaret edilmişti. Göz göre göre gelen bu süreç, başta CHP’liler olmak üzere kimi demokrat, sol kesim tarafından “bu kadarına da yeltenemezler” denilerek yok sayılsa da faşizmin kuralı ya da kaidesi yoktur. Faşizm, siyasal alanda boşluk tanımamakta ve geri atılan adımın her boşluğuna ileri bir adımla hücum etmektedir. Dolayısıyla bu durumun yaşanacağını kabullenemeyenler, en basit ifadeyle “masum bir avuntunun” eşlikçisiydiler. Erdoğan, uluslararası koşulların getirdiği “görece avantajları” kendi lehine kullanabileceği değerlendirmesiyle “fırsat bu fırsat” diyerek harekete geçti. Ukrayna – Rusya savaşında ABD’nin tutumu sonrası Avrupa Birliği (AB) ülkeleri nezdinde TC’ye atfedilen önemin üst düzlemde ifade edilmeye başlanması bu fırsatın bir ayağını oluştururken Trump öncülüğündeki ABD iktidarının demokratik zeminle olan ilgisinin Demokratlara göre “söylemsel düzeyde” daha az olması da fırsatın diğer ayağını inşa etti.
Aslında her iki tutum (iktidara göre fırsat) da beklenmedik şeyler değildir. AB ve ABD eksenli rejimler, ağızlarına pelesenk ettikleri demokrasi ve insan hakları kavramlarıyla ilgilenmeyip; sermaye düzeninin ve de neoliberal kapitalizmin sıhhatinin devamlılığını sağlayabilecek rejimlerin varlığı ya da yokluğuyla ilgilenmektedirler. Bu durum temin edildiği müddetçe ilgili rejimin otoriter, faşist ya da demokrat olmasıyla ilgilenmedikleri gibi “demokrat” bir rejimin otoriterleşme eğilimlerinin de bu vesileyle göz ardı edilmesinde herhangi bir sorun görmemektedirler. Bu durum neoliberal kapitalist dünya düzeninin gerçeğidir. Bu bağlamda AB ve ABD cephesinden de beklenmedik bir gelişme yaşanmamış olup cılız tepkiler ya da tepkisizlikler varlık sebeplerine içkin olarak doğaldır. Düzen içi siyasal aktörlerin (CHP’nin İngiltere’de İşçi Partisi’ne yönelik yakarışları) neoliberal dünya düzeninin aktörlerine yönelik söylemleri bu gerçeği bilmediklerinden değil düzen içi varlıklarının anlamsızlaşmasını engellemek kaygısından ibarettir. Çünkü düzenin dışına yönelme eğilimi taşıyan her süreç, bizzat o sürecin öznesi olsa bile o sürecin aktörlerini anlamsızlaştırabilir – varlık koşullarını ortadan kaldırabilir. CHP’nin meseleyi düzen düzleminde tutma çabasının özü bu durum olup ilerleyen başlıklarda detaylı izah olunacaktır.
Tüm bu hususlara bakıldığında 19 Mart sürecinin gelişim seyrini “görünürde” belirleyen faktörlerin şu hususlar olduğu iddia olunabilir:
• Baskı rejiminin çizdiği sınırlar dahilinde yapılan serbest seçimlerin artık tamamen anlamsızlaşmaya doğru gitmesi/anlamsızlaşması (Tabiri caiz ise çakma demokrasinin rafa kaldırılması): Sermaye düzeninin diğer düzen içi adayı olabilecek İmamoğlu’nun adaylığının ortadan kaldırılarak topluma bu mesajın verilmesi.
• Kürt coğrafyasında uygulaması yıllardır süregelen düzenin Türkiye’nin en büyük şehri üzerinden memleketin normali haline getirilmesi. Batının polis terörü, faşizm ve gericilikle hem hal olmasının ileri bir boyuta taşınması. Ezilenlerin kader ortaklığının görünürde de saldırılarla sağlandığı hususu.
• Ortadan kalkmış bulunan hukuk rejiminin, düşman ceza hukukuna dönüştüğünün resmi olarak ilanı (Yargı eliyle faşist terör): İmamoğlu protestoları sonrasında estirilen gözaltı, tutuklama ve işkence faaliyetiyle toplumsal kesimlere devletin zor aygıtlarının bir savaş ürünü olduğunun açık şekilde ilan edilmesi.
Çoğaltmak mümkün olsa da bu iki başlık, meselenin özünün nereye evrileceğini göstermektedir. Bu durum faşizmin kurumsallaşması ve “asgari” düzeyde dahi demokratik düzlemin varlığının ortadan kaldırıldığının ilanından ibarettir. Yani mesele İmamoğlu ya da CHP’yi aşmaktadır. Konu o olsa bile mahiyeti itibariyle aşmaktadır. 19 Mart direnişiyle CHP’nin açmazı da burada başlamaktadır. Kitlelerin “kör göze parmak” şeklinde görebildiği bu gerçeği CHP’nin görmediğini düşünmek fazla iyiniyetli olacaktır. Kitlelerin talepleriyle ve gerçeğiyle CHP’nin gerçeği arasındaki makas tamamen açılmış durumdadır. Sıra devrimcilerindir.
TC’de düzenin kurucu siyasi partisi CHP’nin direnişe verdiği katkı, yön ve tayin edicilik kitlelerin taleplerini karşılayamayacaktır. CHP, direnişin ilk anından itibaren kitleleri Saraçhane’ye sıkıştırmış; Özgür Özel alandan çekildiği gibi Saraçhane’de polisin kontrolsüz saldırısının yaşandığı sekanslar olağanlaşmıştır. CHP tarafından direnişin başında çizilmek istenen sınır ise erken seçim, ön seçim, adayın serbest bırakılması ve sandık eksenli olmaktan öteye gidememiştir. Provokasyon ve sokağın Anayasal hak olarak tercih edilmemesinin yıllar boyunca bizzat “ana muhalefet partisi CHP” tarafından vurgulandığı göz önünde tutulursa, Saraçhane’de toplanma çağrısı yapmak bile adeta bir “başarı” sayılacaktır. Ancak nafile. Kitlelere gösterilen sorunla CHP’nin var saymak istediği sorun düzlemi arasında ciddi bir fark vardır. CHP’nin talep ettiği yarım sandık ve aksak demokrasi AKP-MHP rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Ölenle ölünmediği bir durumun içindeyiz ve asgari mantık sahibi her insan bu taleplerin geçerliliğini yitirdiğinin – pek tabi CHP’de – farkında. Ancak CHP, sermaye düzenini kurucu partisi ve aktörü olarak bu sınırları aşan bir çağrının muhatabı olamaz. Olamaz, çünkü bunu aşan bir çağrı CHP’nin varlık zemininin yok sayılması ve anlamsız kalması manasına gelecektir. Sözde adil seçim ve sandığın olmadığı bir düzlemde CHP’nin – düzen içi hiçbir aktörün – kitlelere verebileceği hatta vaat edebileceği bir şeyi kalmamıştır. CHP’nin kendi sınırlarını aşan bir sokak ve direniş çağrısı örgütlemeyeceğini mantıken buradan görmek ve anlamak gerekmektedir. Kitlelerin bu çıplak gerçeğe karşı “Çözüm sokakta, sandıkta değil” çağrısını yükseltmesi de boşa değildir. CHP’nin bu çıplak gerçek karşısında kitlelerin tepkisini “söylem bazlı radikallikle” ve “mitinglerle” soğurmaktan başka verebileceği bir şey kalmamıştır. Demokrasi problemi devrime içkin bir mesele olarak ele alındığı takdirde demokrasi mücadelesi de devrim müdahalesine içkin bir çözüm olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla mesele, CHP’yi aşan taleplerin örgütlenmesi noktasında düğümlenmektedir.
Komünistler için mahkemeler, sokaklar, meydanlar, mitingler hemen hemen her yer- mücadelenin yol, iddia ve yöntemlerinin propaganda alanlarıdır. Bu süreçte bir şeyleri CHP çağrısıyla sınırlı görerek kendimizi CHP’nin miting gücü olarak hizalamak kabul edilemezdir. Ancak aynı anlamsızlık, bu gerçeği bahane ederek kitlelerle bağ kurulabilecek alanlarla da aramıza mesafe koymayı gerektirmemektedir. Bu süreç, komünistler ve devrimciler için düzenin verebileceği bir şey kalmadığını içsel düzlemde fark eden ancak politik düzlemde kavrayamayan kitlelerle ideolojik bağlar kurmak için hayati bir fırsattır. Bulunduğumuz her yerde politik iddiamızı, söylemlerimizi, pankartımızı, dövizimizi bu iddiaya uygun olarak ele almalıyız. “Çözüm sokakta, sandıkta değil” çağrısına “Çözüm örgütlenmekte ve devrimde” çağrısına evriltmek için gerekli yol, yöntem ve araçları örgütlemeliyiz. Bunun yolu, kitleleri CHP mobilizasyonuna yönelten alanlarda alternatifler üretebilecek örgütlenme zeminleri sunmaktan geçiyor.
Kitlesel olarak başka bir sözü ve söylemi üreten sol odağın varlığı, bu alanlardaki ideolojik keşmekeşi yöneltmek ve yönetmek için hayati önemdedir. Bu bağlamda ideolojik tahlilimize uygun şekilde alanlarda bulunmak kaydıyla varlığımızı sağlamak, güncel ödevimizdir.
Özellikle Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın “pamuk şeker açıklaması” sonrasında artan ancak başından beri alanda olan görece genç bir kitlenin sahadaki faşist, ırkçı, mizojin ve fobik söylemleri göze çarpmaktadır. Ancak bu durumun ne denli örgütlü olduğu tartışmalıdır.
Kitlelerin faaliyetleri incelendiğinde Kürtlere hakaret eden bir grup, baskın bir toplam “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı atarken ona eşlik edebilmektedir. Ya da kadın düşmanı –fobik sloganlar atan bir grup, kadın hareketi ya da LGBTİ+’lar alanda güçlü bir şekilde kendisini var ettiği anda bu söylemleri sürdürmeye son verebilmektedir. Gezi kuşağıyla bu nesil arasındaki fark iyi anlaşılmalıdır. Gezi sürecinin öznesi olan nesil, 2016 sonrası AKP-MHP rejiminin ideolojik tahkimatından farklı bir sürecin nesliydi.
Dönemin karakteri gereği “görece” ve “sözde” sınırlı demokratik düzlem, kitlelerdeki demokratik eğilimlerin daha kabul edilebilir/örgütlü olduğu bir anlayışla bezeliydi. Ancak bugünün gençleri olan nesil, büyük oranda 2013 ve 2016 süreçleri sonrası gelişen AKP – MHP faşist dalgasının ideolojik tahkimatıyla şekillenmiş bir gençliktir. Göçmen karşıtlığı, kutsal aile üzerinden kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı, sol – sosyalist ve Kürtlerle sürdürülen çatışmalar üzerinden ırkçılık gibi gerçeklerle tahkim olmuş bir nesille karşı karşıyayız. Faşist terör, yıllardır siyasal kriz ve çatışmaları belirli özneleri hedef göstermek üzerinden yönetmekte/sürdürmektedir. Dolayısıyla yaşadıkları krizin gerçek sebebini ideolojik tahkimat sebebiyle kavrayamamış ve düzene dair öfkesini, düzenin dayattığı öznelere yöneltmiş bir toplam söz konusu. Yıllardır, mevcut problemlerin sebepleri olarak gösterilen aktörlere düşmanlaşmış öznelerin gerçek düşmanını görmek üzere gözlerinin üzerindeki perdeyi kaldırmak devrimcilerin görevi olarak öne çıkmaktadır.
Çünkü gözden kaçırılmaması gereken husus, düzen dışı öfkeyi ezilenlere, yok sayılanlara, ötekilere yönelten sistemli bir ideolojik tahkimatın varlığı ve kırılmasının zorunlu olduğudur. Gerçek düşmanı çarpıtmak bir ideolojik tahkimat meselesiyle gerçek düşmanı kavratmak da bir ideolojik mücadele meselesidir. Bu noktada da devrimciler ve komünistlere hayati görevler düşmektedir. Var olacağız ve var olduğumuz oranda ne için var olduğumuzu göstereceğiz. Görünür olacağız.
2013 Gezi direnişinden 2025’in Mart direnişine bakıldığı zaman kitlelerin değişen durumu yanı sıra devrimci hareketin değişen durumu da göze çarpmaktadır. Faşist terörün yoğun baskı ve saldırılarıyla zayıflatılan devrimci hareket, nitel olduğu kadar nicel bağlamda da erozyona uğramış vaziyettedir.
2025 Mart direnişinin öznesi olan – öğrenci gençlik başta olmak üzere – gençlik ve yurttaşlar, sol ile mesafeli bir çizginin takipçisi olmaktadırlar. Aslında barikat, biber gazı, direniş gibi eksenler üzerinden şekillenen bu süreç, yapısal olarak sol bir kültürü içerisinde barındırmaktadır. Ancak solun kültürel bağlamıyla kitleleri bağlayacak bir örgütsel zemin bulunmadığından kendiliğinden ve “başı kesik tavuk” misali savrulan insanlar alanlarda oradan oraya koşmaktadır.
Gezi’den farklı olarak en önde “cesaret” timsali mücadele etmenin kendisi kitlelerin takdiri yanında örgütlenme iradesini kuvvetlendirmek için yeterli gelmemektedir. İnsanlar artık kahramanlar görmek istemiyor. Kendi kendisinin kurtarıcısı olabileceği kahramanlık zeminlerinin arayışı içerisindeler. Buna uygun bir örgütlenme zemini yani örgüt sunulmadıkça, bireyci eğilimlerden ibaret yenilecek bir hareket süreci yaşayacağız. Kitleler kurtulmak için kendisini örgütlemeye müsaade eden zeminlerin yaratılmasını bekliyorlar. Devrimci hareketin, bir siyasal harekete önderlik etmek ve onu örgütlemek iddiası için önce kitlenin kendisini bu zeminde örgütleyebileceği örgütsel araçları yaratmak gibi bir görevi var. Ancak devrimci hareket, etken değil edilgen tutumuyla tek yönlü örgütlenme çağrılarıyla yetiniyor ya da CHP mitinglerinde gövde gösterisi yapmakla sınırlı bir destek eğilimini sergilemeyi tercih ediyor. En önde direnmenin kendisinin örgütlü mücadele çağrısı için yeterli görüldüğü bir anlayışı terk etmek zorundayız.
Bir başka yol mümkün: Kitleleri kendilerini örgütleyebilecek zeminlere çağırmalı; taleplerinin devrimci politikayla kesişim noktalarını izah edecek zeminlerde buluşturmalıyız. Mahalle eylemleri, öğrenci forumları ve yerel meclisler gibi otonomist zeminlerde düzen dışı eğilimleri aşmanın yollarını kitlelerle tartışmalı ve kitlelere tartıştırmalıyız. Düzenle bağlarımızı kopartmanın yolu, kitlelerin öz gücünü tartışabileceği ve örgütleyebileceği zeminleri sağlamakta ön ayak olmaktır. Günün öncülük anlayışının değişen boyutlarını bu kavrayışta ele almak mümkündür. Ankara Seymenler Parkı’nda gerçekleştirilen öğrenci forumu bunun en önemli örneklerinden biridir. Düzen dışı seçeneklerin tartıştırıldığı özgür ve yerel zeminlerden tahkim edilen bir gücün merkezi zeminlere kanalize edilmesi, örgütlü bir halk hareketinin yaratılmasında acil önemdedir. Klasik örgütlenme anlayışı hatta klasik örgütlenme beklentilerinin terk edilmesi gerektiği mesajı, bizzat kitleler tarafından verilmiş durumdadır.
Yüzümüzü en temel yapıtaşlarına dönmek gerektiği görülmektedir. Kitlelerin öz gücüne dayanan militan bir düzen dışı arayış, onları “örgütlemekten” ziyade “kendi arayışlarını” örgütlemelerini sağlamak suretiyle “örgütlenmelerini” temin ederek mümkündür. Edilgen bir örgütlenme terk edilerek özneleştirilen “etken” bir örgütlenme mantığı geliştirilmeli. Dijital, fiziksel ve her türlü araç, bu özneleştirmeyi gerçekleştirmek adına seferber edilmelidir. Onlineforumlardan mahalle meclislerine, öğrenci forumlarından direniş mitinglerine kadar sürekli ve etkin eylemsellik sürecinin yapı taşları örgütlenmelidir.
19 Mart direniş sürecinin devrim mücadelesine içkin bir demokrasi kavgasına dönüşmesinin yolu açıktır. CHP’nin insafına terk edilen bir direniş çizgisini benimsemek öncelikli olarak ilan edilmeli; tüketim boykotlarının yarattığı etkinin zeminini aşan boyutu yani “üretimden gelen gücümüz” etkili hale getirilmelidir. Sendikaların üretimden gelen gücü kullanması için baskı oluşturulmalı; kitlelerin bu talebi sahiplenmesini sağlayacak siyasal kampanyalar örgütlenmelidir.
Sokak direnişlerini emek gücü ve özgürlük mücadeleleriyle ortaklaştıran bir siyasal hat, tüketim boykotunda dahi ne yapacağını şaşıran sermayenin faşist bloğunu yenilgiye uğratabilecek yegâne yoldur. Geleceksiz gençlik, güvencesiz emekçilerle birleşen bir üretim gücü örgütlenmesinin önünde durabilecek güç yoktur. Hedefimiz, sürekliliği sağlanan eylem etkinlik formasyonlarıyla boykot, grev, direniş mantığını düzen sınırlarını aşacak şekilde tartıştırmak/örgütlemektir.
Sönümlenmeyecek bir direniş bu momentlere dayanacaktır. Özellikle gençler, yurttaşlar sınırlı eylemlerle sınırsız değişimlerin yer alacağı bir süreç beklentisindedir. Devrim mücadelesinin içerisindeki mücadele momentleri sadece “an” a ilişkin değil geleceğin inşasına da ilişkindir. Bugünden kuracağımız bir söz ve eylem, gelecekte inşa edilecek bir düzenin yapı taşlarına harç katmaktır. Dolayısıyla uzun bir yol olan mücadele, aynı zamanda sabır gerektiren bir emektarlık yoludur. Asla unutmamalı, gelecek uzun sürer. Devrimci hareketin oynayacağı tarihi rol, Türkiye devrimci hareketi için de yeni bir çıkış kapısını aralayabilecek imkandadır.
Kaynak: Direnç Dergi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.