Bütün mümkünlerin kıyısında olan şey, gençliğin ütopyaya doğru akıtmak istediği enerjisidir; yeterince güç devşirilir, muhalefet kitleselleşir ve üretimden gelen güç de kullanılırsa, “başka bir dünya”nın kurulması için enerji, statükonun reformdan geçirilmesi yerine değiştirilip yenilenmesine yol açabilecektir
Gezi’de olduğu gibi yüzbinlerce öğrenci veya genç, Türkiye’nin pek çok sokak, cadde ve meydanlarında bir hafta süren eylemlerinde iktidar karşıtı sloganlar atıp polis barikatlarına yüklenirlerken akıllarında sadece hükümetin yozlaşması, ekonomik kriz ve eğitimin niteliksizleştirilmesi sorunları yoktu; bunlar görünürdeki sorunsal olarak çözümü istenen hedeflerdi ama asıl mesele, hayatları boyu Erdoğan dışında bir siyasi rejim görmemeleriydi. Ve Erdoğan’dan bıkmışlardı. Artık değişim istiyorlardı. Ülkenin en büyük sorunu olan hukuksuzluk onları da etkilemeye başlamıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının bir iktidar oyunuyla geçersiz kılınması ve kendisinin hapsedilmesi, gençleri de okudukları üniversitenin değeri, sonuçları ve beklentileri bağlamında düşünmeye itti. Zaten diplomalı işsiz sayısı son yıllarda %25 civarındaydı ancak işsizlik, yapısal bir problem olarak yanlış ekonomi politikalarının sırtına yüklenebilecekken hak edilen lisans diploması ve diğer pek çok hakkın iktidar tarafından gasp edilmesi kabul edilebilir gibi değildi. Öğrenciler çok çalışıp hak ederek, zaman ve emek harcayarak girdikleri prestijli üniversitelerin sağladığı imkanların (alınan dersler, elde edilen beceriler, saygın diploma vb.), iktidarın türlü oyunları (mülakat sınavlarında bilinçli olarak elenmek, torpilli adayların işe alınması vb.) karşısında değersizleştiğini, bir işe yaramadığını çok çabuk anladı ve gördüler. Daha pek çok sorun yani ahlaki kirlenme, halk yoksulluğu, kurumların çökmesi, yüksek enflasyon, genç intiharları, kadın cinayetleri, gençleri (ileriye dönük) karamsarlığa itti ve gelecek duygusunun demokrasi ve özgürlük üzerinden teknik alanlara tercüme edilmesi konusunda onları mutlak bir çıkmaza soktu. Belki o yüzden eylemler, Erdoğan’ın kara propagandasına karşı renkli, eğlenceli ve cesurdu.
***
Çok sayıdaki akşam eylemlerinde kanımca en fantastik görüntü, Pokemon dizisindeki Pikachu karakterine bürünmüş bir gencin polis saldırısından kaçarken diğer sivil kıyafetli genç göstericilerle birlikte koşmasıydı. Pikachu kıyafetli genç, sonradan yapılan röportajda bu kıyafeti giyme amacının, iyice sertleşen, tatsızlaşan ve polis şiddetine dönüşen eylemlerdeki katılımcıları bir nebze olsun güldürmek, pozitif enerjilerini açığa çıkarmak ve ortamı sakinleştirmek olduğunu söyledi. Pikachu’nun yanı sıra polis barikatının önünde kendi yüzüne gaz sıkılmasına rağmen dönmeye devem eden semazen kıyafetli genç, çeşitli dans performansları sergileyen gruplar, bir erkek eylemcinin eylemci kız arkadaşına polis barikatının önünde evlilik teklif etmesi, elinde Türk bayrağı bağrını açıp kendisine de su sıkılmasını isteyen ve soğuk havaya aldırış etmeyen pek çok gösterici, içlerinde biriken iktidar karşıtı duygularını polise mukavemet üzerinden sergilerlerken son derece acemi ve fakat cesurdular. Bu cesaret binlercesinin polis şiddetine maruz kalmasına ve tutuklanmasına neden oldu ama gençler, hapishanedeki tüm olumsuz koşullara karşın morallerini korumaya devam ediyorlar. Eylemci gençler arasında kuşkusuz ağırlığı taşıyanlar ama muhalefet partisi CHP’li gençler idi; ardından sosyalist parti ve örgütlerin mensupları; yine apolitik, popüler ve Türk milliyetçisi gençler… Soldan sağa, Türklerden Kürtlere, Sünnilerden Alevilere, erkeklerden kadınlara değin geniş çeşitlilik, farklılık ve değişikliğe dayalı bu sokak muhalefetinin iktidar üzerinden boşalttığı muhalif enerjinin basit bir statüko eleştirisinin ötesinde bir anlamı var: 68’de olduğu gibi gerçekçi olup imkansızı istemek. Bir gösterici gencin elindeki dövizde “Bütün mümkünlerin kıyısındayız” yazıyordu. Mümkün olanlar, istenen şeyler yani özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi görünüyor ama daha çok da gençlerin çürümüş rejime karşı bir ütopik arzularını ifade ediyordu. Genç bir kadın göstericinin elindeki dövizde şöyle yazıyordu: “Ay tek adamla ömür mü geçer?!” Bu slogan, hem Erdoğan’ın 23 yıllık “tek adamlığı”na bir protestoyu dile getiriyordu hem de feminist ideolojide özgürlükçü bir aşk, birliktelik ve ilişkinin çapını ifade ediyordu. “Sevgilim bu akşam yemekte biber gazı var” sloganı da hem polis şiddetini açık ediyor hem de bu insan haklarına ve sağlığına aykırı işkence aletini yani biber gazını mizahi bir dille ters çevirip hedefe yerleştiriyordu. “Kızma anne senin için de buradayım”: Gösterici gencin ebeveynini ikna edebilmek için kullandığı bir dili ortaya koymuştu. “Bugünkü Dersimiz Protesto 101”. Daha bunun gibi pek çok döviz yazısı ve sloganı içinde biri çok öne çıkmış, tüm göstericilerin ortak sloganı olmuştu: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” Bu slogan, Erdoğan döneminde neoliberal kapitalizmin İslam ile birlikteliği sonucu ortaya çıkan bencil, bireyci ve sömürücü sınıf ve insan ilişkilerine karşı güçlü bir itirazı dayanışma, işbirliği ve ortaklık adına mahkum ediyordu. Bu slogan kampüslerden meydanlara, sokaklardan işyerlerine, hatta evlere değin her yerde atıldı.
***
Türkiye insanı bilhassa son yıllarda iktidar yüzünden hayal kurmayı unuttu, umutlu olmaktan vazgeçti ve iktidarın sopasının kendi üzerine ne zaman ineceği korkusuyla yaşamaya başladı; yıllardır olan şey buydu. Ancak o korku duvarı aşıldı, Rubicon çoktan geçildi. Çünkü yüzbinlerce insanla birlikte yürümek, aynı sloganı haykırmak, iktidardan daha güçlü olduğu hissini verdi o gençlere. Okulda müfredat, ders kitabı ve derslerde devletin ona anlatılan şefkatli, rasyonel ve koruyan yüzü ile meydanlarda karşılaştığı devletin polis şiddeti arasındaki farkın aslında bir çelişkinden ziyade bir iktidar mekaniği olduğunu çabuk kavradı. Eylem, bilinci yerine oturtur ve keskinleştirir. Kendi sıcaklığı ile devletin soğuk yüzü arasındaki makasın açılmasının nedeninin ne insani bir mesele ne de tarihsel bir olay olduğunu anladı; aksine bu durum, kapitalizmin soğuk yüzüydü ve kapitalizm, İslam gibi muhafazakar bir ideolojiyle birleşince demokrasi ve insan hayatı kolayca hedefe oturtuluyordu. Yurttaş vergisini öderken, askerlik hizmetini yerine getirirken ve yurttaş olmanın gereklerini karşılarken istediği kamu hizmetlerini alamıyorsa, burada bir sorun var demektir. Hizmet beklerken sopa gelmesi olur şey değildi. Bir genç şöyle demiş: “Bu ne ya? Polis benim polisim, ben bu devletin vatandaşıyım ama dayak yemem de normal. Ne yapmışım ben? Yurtta yer bulamamışım, öğrenci evinde iki arkadaşımla aynı odayı paylaşırsam ancak kalabiliyorum, sabah akşam poğaça makarna yemekten kabız olmuşum, babam bana ayda 10 bin lira gönderirse onlar memlekette darboğaza giriyor, mezun olunca yüzbinlerce işsizden biriyim, fotokopicide aylığı 18 bin liraya sabah 8’den akşam 8’e kadar fotokopi çekiyorum. Korkuyorum ya, geleceğimden korkuyorum. Parasızlıktan değil ömrümü böyle geçirmekten, yabancı bir ülkeye gitmek zorunda bırakılıp orada üç kuruşluk işçi olmaktan. Bunu söyleyince de dayak yiyorum.” Bu sözler hem bir şikâyet hem de demokrasi çağırısıdır. Bu şikâyette kendini gösteren serzenişin içine döküldüğü kolektif yorgunluk, sosyal çıkmaz ve bireysel umutsuzluk, öğrencilerin öfkeyle sokak ve meydanlara çıkmalarına neden oldu. Meydanlarda slogan attılar, yürüdüler; kampüslerde forumlar yaptılar, dersleri boykot ettiler. Siyasi iktidarı destekleyen marka ve şirketleri ifşa edip buradan tüketim yapmayacaklarını deklare ettiler. Yapabileceklerine, yaptıkça inandılar.
***
Bu son öğrenci-gençlik hareketi birden fazla sonuca yol açtı: 1) Şu anda anketlerde birinci parti gözüken CHP’yi sokaktan yana bir dil kullanıp daha eylemli bir muhalif parti olmaya ve baskılar karşısında el artırmaya itti. 2) Öğrenci/genç dilini siyasetin değişimi yönünde ve yolunda gramer haline getirdi. 3) Siyasetin dengelerini muhalefetten yana değiştirdi. 4) Apolitik, popüler ve bireyci denilen gençliği başka türlü bir politikanın eylemselliğinde ani kabarış, doğrudan müdahale ve geri çekilişlerle ülkenin kaderine sahip çıkmaya yöneltti. 5) Tüm gençliği neredeyse ve geniş halk kitlelerini, geleceksizlik-güvencesizlik-umutsuzluk üçlü sarmalından kurtarıp mücadeleyle çözüm bulma, meseleyi nihai noktasına götürme ve son sözü söyleme raddesine vardırma cüretinin gösterilmesi gerektiğine ikna etti. 6) Gezi’nin mirasını duygusal ve teorik olarak sahiplenirken onu yeni biçimlerde aşma gayretini naçizane eylemlerle ortaya koydu. 7) “Sokak siyaseti”ni eylemselliğin farklı formlarıyla (kampüslerde forum, tüketimden gelen gücün kullanılması vb.) zenginleştirip kurumsallaştırma yolunda en azından ana muhalefet partisi ve diğer örgütleri kamçıladı. 8) Gençliğin direniş muhalefetinin ittirmesiyle önce Saraçhane’de günlerce yüzbinlerden oluşan gece mitingleri, ardından Maltepe’de iki milyon iki yüz bin kişinin katıldığı devasa miting geldi. Ancak unutmamalı: CHP, devlet kuran bir parti ve sokak eylemselliklerinin türlü biçimlerinin nihai noktasına vardırılmasına bir noktadan sonra sıcak bakmayacaktır.
***
Bütün mümkünlerin kıyısında olan şey, gençliğin ütopyaya doğru akıtmak istediği enerjisidir; yeterince güç devşirilir, muhalefet kitleselleşir ve üretimden gelen güç de kullanılırsa, “başka bir dünya”nın kurulması için enerji, statükonun reformdan geçirilmesi yerine değiştirilip yenilenmesine yol açabilecektir. Gündelik hayata temas etmeyen politika, TV stüdyolarında tepişmeler, ekonomiyi istatistiklere sıkıştıran uzmanlar, devlet aklını yine, yeniden göreve çağıran kaşarlanmış politikacılar, yoksulları böcek gibi gören zenginlerin dışında rengarenk, canlı ve ütopya vadeden bir hayat var; gençler bunun kokusunu aldı: Değiştirme gücünü kendinde gördü. Dünyayı sıkıcı ve yaşanmaz hale getiren yaşlı politikaya karşı gençliğin taze enerjisinin hayatı canlı kılma iradesinin önce tespit (“bütün mümkünlerin kıyısındayız”) ve ardından eylemsellikle (“Bugünkü dersimiz protesto 101”) gösterdiği şey, değişimin vaktinin geldiğidir. 23 yıllık iktidarın gençlere anlatacağı hiçbir hikâye kalmadı. Şimdi yeni bir hikâye yazmanın tam sırası.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.