“Özetle diyebilirim ki, kuruluşumuzdan beri sürdürdüğümüz bu mücadelenin mayası tuttu. Ancak her mücadelede olduğu gibi burada da eşik atlamak, tekrara düşmemek, talebi ezber yolların dışına çıkarak da hatırlatmak şart. Ekiplerimizi taleplerimizin kavgasını verecek şekilde donanımlı hale getirmemiz, örgütsel yapımızı uzun bir mücadeleyi göğüsleyecek şartlara uygun şekilde dizayn etmemiz elzem”
“Yeni ekonomi yönetimi, işçi direnişleri ve sınıf mücadelesinin seyri” dosyası kapsamındaki sıradaki söyleşimiz Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası (Öğretmen Sendikası) Genel Sekreteri Hüseyin Aksoy ile. Aksoy ekonomi yönetiminin enflasyonda temel belirleyen olarak ücretlere işaret etmesinin eğitim alanındaki yansımasının, Milli Eğitim Bakanı’nın muhatap olarak özel okul patronlarını alması ve eğitimdeki temel “gider”in öğretmen maaşları olarak görülmesi olduğuna dikkat çekti.
Özellikle özel sektörde çalışan öğretmenlerin sözleşmelerini mayıs ayında yaptıklarını ve bir sonraki sözleşmeye kadar iki defa asgari ücret zammı olduğunu ifade eden Aksoy, bu sebeple maaşların asgari ücrete yakınsadığına dikkat çekti. Aksoy, taban maaş haklarını elde edene kadar enflasyona karşı direnç gösterebilmek adına sözleşmelerinde asgari ücretin katları olarak belirlenen maaşları kabul ettirmek ve asgari ücrete yapılan zamların yansıtılmasını garantiye almak için mücadele ettiklerini ifade etti.
Aksoy taban maaş mücadelesinin ise öğretmenler arasında yaygınlık kazandığını ve bunun sendikalarını büyüttüğünü ifade ederken artık bu mücadelede eşik atlama ihtiyacı belirdiğine dikkat çekti.
Enflasyonun yüksek olmasına dair Merkez Bankası raporları da Mehmet Şimşek’in açıklamaları da ücretlere işaret ediyor. Ücret politikasına dair önceki döneme nazaran nasıl bir değişimden söz edebiliriz?
Mehmet Şimşek’in açıklamaları aslında ‘yenilenen’ yönetimin görüşlerinden ibaret taze bir formül değil, ülkede uzun süredir yürürlükte olan, kriz büyüdükçe revize edilen bir planın ve genel olarak bir ekonomi politikasının son reçetesi.
Yüksek enflasyonun sebebini devasa kârlarda, özelleştirmelerde, yağmada, sermayeyi palazlandıran teşviklerde değil de emekçilerin ücretlerindeki ‘sözde’ yükselişte arayanlar, milyonlarca insanla aleni olarak dalga geçmektedir.
Özel sektör öğretmenleri olarak ücretlerin son yıllardaki durumunu değerlendirecek olursak özel öğretim kurumlarında ücretler ‘görece’ daha iyi şartların olduğu birkaç yıl öncesine göre dahi erimiş halde. Bu erime asgari ücrete oran bakımından da alım gücü bakımından da kendisini çok net gösteriyor. 2010 başlarında bir özel sektör öğretmeninin asgari ücretin 3-4 katı maaş alıyor oluşu anormal değilken bugün özel sektörde çalışan bir öğretmen için bu maaşlar maalesef hayal bile edilemiyor.
Burada asgari ücretin son yıllarda çokça yükselmiş olduğu gibi bir algıyla denklemde açık aramak ise boş bir çarpıtmadan öteye gitmiyor. Asgari ücret bugün öğretmenler için ortalama maaş haline getirilirken memleketin birçok kentinde bir asgari ücret bir aylık konut kirası dahi etmiyor.
Sermayeye ‘kıyamayan’ Bakan, sorunun temeline geçim sıkıntısı ile boğuşan emekçilerin ücretlerini oturtarak aslında ücret krizinin gelecek dönemde nereye tırmanacağının sinyallerini vermiş oluyor. Senede iki kez zam uygulanan asgari ücretin zamlardan 2 ay sonra alım gücünü büyük oradan kaybediyor oluşu yaşanan süreçte marazı ‘yüksek’ ücretlere bağlamanın sonuç vermeyeceğinin de göstergesi durumunda.
Bizler eğitim emekçileri olarak yaşanan ekonomik krizin ve alım gücündeki hızlı düşüşün faturasının ücretli emeğe kesileceğini, Bakan Yusuf Tekin ve müdürlerinin eğitimin ‘sorunlarına’ dair patronlar kulübüyle yaptığı toplantıların sonuç metinlerinde okumakta pek de zorlanmadık. Patronların kârları ve ‘kırgınlıkları’ üzerinden yürütülen seri görüşmelerde eğitimin temel sorunu sermayenin nasıl korunacağı olarak tespit edilince öğretmenler ‘en temel gider kalemi’ olarak okları üstüne çekti.
Bu saldırıyı nasıl kıracağımız bizim nasıl tavır alacağımız, talebimizi nasıl kuracağımız, her türlü itibarsızlaştırmaya karşı nasıl birlik olacağımıza bağlı. Aksi durumda emekçilere yine ‘badem gözlü’ geçmişi anmaktan başka sermaye kalmayacaktır. Bizi eğitimin en kıymetli bileşeni değil de kârını azaltan bir masraf kalemi olarak görenlerin hırsları, bizlere bugünleri mumla aratmaktan pek de gocunmayacaktır.
Temmuzdan itibaren çok sayıda yerde çoğunlukla zammın düşük bulunmasına karşı işçi eylemleri oldu. Enflasyon etkisinin uzun dönemli olması durumunda bu hareketlenmenin uzun vadede etkisinin ne olacağını ve nereye varacağını düşünüyorsunuz?
Enflasyon etkisinin şu dönemki ‘önlemlerle’ aşılabilmesi pek mümkün görünmüyor. Bunun yanı sıra asgari ücret hem milyonlarca işçi için sabit ücret durumunda hem de birçok işkolunda zam talebinin merkezine yerleşmiş vaziyette. Yani asgari ücret belli bir azınlığın dışındaki milyonlar için temel gündem olmuş halde. Geçen son birkaç yılda enflasyonun yakıcı etkisini net şekilde kavramış ve direniş örnekleriyle cesaretlenmiş emekçilerin hedeflenen enflasyon vb. söylemlere dayandırılarak beklentinin altında bırakılacak bir asgari ücrete yoğun şekilde tepki oluşturacağını düşünüyoruz.
Bu tepkilerin nasıl bir eylemliliğe dönüşeceği ise emek örgütlerinin süreci nasıl örgütleyeceğine bağlı. Asgari ücret açıklanana kadar sessizliğe gömülmek, asgari ücretin medyan ücret olarak olağanlaştırılmasına karşı nitelikli işlerde asgari ücretin reddine dair bir mücadele örgütlememek gibi hatalar sürecin emekçiler aleyhine sonuçlanmasına sebebiyet verebilir.
2022 Ocak ve Şubat aylarında da çok sayıda yerde yine ağırlıkla ücret zamlarının düşük bulunmasına karşı eylemler olmuştu. Bu yılki eylemlerle kıyaslarsak benzerlikler ve farklılıklar açısından ne söyleyebilirsiniz?
2022 yılında pandeminin yarattığı yeni ve özgün koşullarla ortaya çıkan ya da çalışan sayısında pandemi etkisiyle kitlesel artış olan meslek gruplarında kendiliğinden gelişen, bildiğimiz manada örgütlü bir birikimle ile ortaya çıkmayan, yakıcı sorunları merkeze alan eylemler gündem yaratıyordu. Bu eylemlerin kitleselliği, toplumdan gördüğü destek, sendikal bürokrasiye bulaşmamış tarzı işçi direnişleri açısından sönük geçen bir dönemin ardından bir heyecanla karşılanmıştı. Bu eylemlerin işçi sınıfı adına bir rüzgâr ve birikim oluşturduğu ortada. Fakat bu dönemki eylemlerin çoğunda örgütlü hareket etme noktasında sıkıntı yaşanması ya da başka bir bakış açısıyla var olan emek örgütlerinin bu eylemleri ileriye taşıyacak yeterlilikte ve beceride olmayışı süreğen bir direniş hattı oluşmasını engelledi.
Bu yılki eylemlerle 2022 yılındaki eylemlerin düşük ücretlere tepki içeren ve dolayısıyla geçinebilme talebinde bulunan bir içerikte ortaklaştığını söyleyebiliriz. Klasik anlamdaki sendikal tavrın dışına taşan, iş yerlerini ve işçinin taleplerini merkeze alan bir anlayış da kesişim noktasında yer alıyor. 2023 yılındaki direnişlerde fark yaratan unsur, örgütlü bir tavrın ve örgütlü bir ortak aklın mücadelenin kırılma ve yorgunluk anlarında oluşturduğu pozitif etki olabilir.
Son yıllardaki direnişlerden ders çıkararak işçinin direnişteki ‘telaşını’ frenlemeyen ve bunun yanında güçlü bir kalkana dönüşen örgütlü mücadelenin, kazanım elde etmek noktasında hep bilinen ama bir süredir kullanıl(a)mayan bir anahtar olarak parıldadığını söyleyebiliriz.
Toplu iş sözleşmesi yapılabilen yerlerde dahi kısa süre içerisinde yüksek enflasyondan dolayı ücretlerde hızlı bir erime yaşanıyor. Toplu sözleşme masası olsun ya da olmasın, ücret artışı talebi yeterli mi, ücret artışı talebinin yetersiz kaldığı noktada taleplerin içeriği nasıl genişletilebilir, nasıl bir strateji izlenebilir?
Toplu iş sözleşmesi işçiler için elbette halen büyük bir koz. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasına üye olan emekçiler bu kozu torba işkolu olan 10 No’lu işkoluna hapsedildikleri için şimdilik kullanamıyor. 9 bini aşkın üyesi olan, özel öğretim kurumlarda örgütlü en kalabalık sendikanın bu haktan mahrum olması başlı başına bir hak gaspı elbette. Bunun değişmesi için hukuki ve fiili adımları atıyoruz. Fakat şunun bilincindeyiz sorunlarımız sadece toplu iş sözleşmesi ile çözülebilecek durumda değil. Toplu iş sözleşmesini kazanıma dönüştürmek için örgütlü, mücadeleci ve pes etmeyen bir tavır şart. Yani toplu iş sözleşmesi hakkına sahip olmak kıymetli fakat tüm krizin buradan çözüleceği düşünmek bir yanılgı.
Sorunun ikinci kısmına dönmek gerekirse ücret talebinin içeriğinin ücretin insani bir yaşam için gerekli alım gücüne odaklanması önemli bir yerde duruyor.
Mayıs ayında gelecek yıl için ‘ortalama’ bir anlaşma yapan özel sektör öğretmeninin anlaştığı ücret temmuzda asgari ücret düzeyine geliyor, ocakta ise asgari ücretin altında kalıyor. Emekçiler için enflasyonun nereye tırmanacağını kestirmek şu dönemde oldukça güç.
Bu yüzden özel sektör öğretmenleri olarak taban maaş hakkımızı geri alana kadar anlaşmalarda ücret konuşmaktan ziyade asgari ücretin katı olarak belirleyeceğimiz maaşları konuşmayı, bunu kabul ettirmeyi zorluyoruz. Kalıcı bir çözüm üretmemekle birlikte bu şekilde enflasyona karşı maaşlarımızı korumayı hedefliyoruz.
Birçok işkolunda ve meslekte asgari ücret, maaşlar belirlenirken referans olan bir noktada. Asgari ücretin belirlendiği dönemlerde ortak ve güçlü bir talep oluşturmak bu açıdan önemli. Bunun için ortak mücadeleyi örebileceğimiz sendikalarla görüşmelerimizi değerli görüyoruz.
Kurulduğunuz günden beri özel sektördeki öğretmenlerin en az kamudaki denkleri kadar ücret almasının yasal güvenceye alınması ve çeşitli kurumlarda öğretmenlerin ücretlerin artırılması talepleriyle mücadeleler yürütüyorsunuz. Bu mücadelelerin güçlü ve zayıf yanları açısından ne söyleyebilirsiniz? Şu ana kadarki deneyimlerinizden sonraki mücadelelere dair hangi dersleri çıkarıyorsunuz?
Evet, taban maaş sendika daha kurulmadan yaptığımız tartışmalardan bu yana gündemimizde. Sendika kurulur kurulmaz da kampanyasını ördüğümüz, propagandasını yaptığımız, eylemini örgütlediğimiz bir talebimiz. Taban maaş defalarca ülkede gündem oldu, öğretmenler ve öğretmenlerin yakınları dışında da herkesçe özel sektörde çalışan öğretmenlerin ana talebi olarak dillendiriliyor.
Sendikamızın on binlerce eğitim emekçisi tarafından sahipleniyor olmasında, resmi üye sayısının 9 bini aşmasında, eğitim emekçileri tarafından tanınmasında, talebin muhatapları ile görüşme noktasında taban maaş gerçekçi, acil, makul, destek bulacak bir talep olarak sendikanın önünü açtı. Doğru eylem ve doğru söylemle kazanıma kadar da gideceğini öngörüyoruz. Mücadeleye davet eden bir sendikanın taleplerinin net olması, kazanıma giden yola dair planlarını açıkça belirtmesi, taleplerini alanın en yakıcı sorunundan seçmesi gerektiği gibi gerçekleri Öğretmen Sendikası’nın hızlı yükselişi bize tekrar hatırlattı. Özetle diyebilirim ki, kuruluşumuzdan beri sürdürdüğümüz bu mücadelenin mayası tuttu.
Ancak her mücadelede olduğu gibi burada da eşik atlamak, tekrara düşmemek, talebi ezber yolların dışına çıkarak da hatırlatmak şart. Ekiplerimizi taleplerimizin kavgasını verecek şekilde donanımlı hale getirmemiz, örgütsel yapımızı uzun bir mücadeleyi göğüsleyecek şartlara uygun şekilde dizayn etmemiz elzem. Taban maaşı bir hedef olarak önümüze koyarken sadece bir kazanım gibi görmemeli; kazanabilecek, direnebilecek bir sendikanın da koşullarını hem oluşturan hem sınayan bir yürüyüş olarak tanımlayabilmeliyiz. Henüz zamanın yıpratıcı ve sınayan süzgecinden geçmedik. Taleplerimizi emek hareketinin talepleriyle ortaklaştırmak, sorunlarımızın asli sebeplerini görecek bakış açısını tüm üyelerle tartışarak inşa etmek, eleştirdiğimiz sendikal tavırlara bürünmemek için sürekli yenilenen bir tarzı oluşturmak görevlerimiz olarak duruyor.
Eylem ve kararlılık olmazsa talebimiz tozlanmış ve tadı kaçmış bir isteğe dönüşerek sönümlenebilir. Buna sebebiyet verecek şey geçen ya da geçecek süreden ziyade yerinde sayan, saymakta inat eden adımlardır. O yüzden yarın bir adım daha ileri atmamız gerektiğini biliyoruz. Önümüzdeki dönemde asgari ücret tüm emekçiler için yeniden yoğun şekilde gündem olurken de taban maaş için hamle yaparken de bu gerçeği gözeteceğiz.