“Bu şartlarda istihdam artışlarının geçtiğimiz yıllardaki ortalamalara yaklaşması zor olacaktır. Bu bize, düşük ücretlerin daha da yaygınlaşacağı ve hem hayat pahalılığı hem de işsizliğin artacağı bir sürece girdiğimizi söylüyor”
“Yeni ekonomi yönetimi, işçi direnişleri ve sınıf mücadelesinin seyri” dosyası kapsamında yaptığımız ilk söyleşi Doç. Dr. Ümit Akçay’la. Akçay, seçim sonrasında ekonomi politikasında bir değişimden söz edilebildiğini söylerken bunun sınıfsal temeline de işaret ediyor. TÜSİAD dışı sermaye gruplarının tamamen olmasa da göz ardı edilmeye başlandığını ifade eden Akçay, göz ardı edilmenin topyekûn bir tasfiye anlamına gelmediğinin de altını çiziyor.
Bu değişimin en belirgin uygulaması olan faiz artışlarının etkilerinin tam olarak yansımadığını belirten Akçay, ücretleri baskılayarak iç talebin kısılması odaklı bir enflasyon düşürme stratejisi izlendiğini ifade ediyor. Bu şartlarda istihdam artışlarının da geçen yıllara göre daha az olacağını söyleyen Akçay, düşük ücretlerin yaygınlaşırken hayat pahalılığı ve işsizliğin aynı anda artacağı bir dönemin bizi beklediğini ifade ediyor.
Şimşek ekibiyle birlikte ekonomi politikasında bir değişimden söz ediliyor. Siz buna katılıyor musunuz? Farklı sermaye kesimlerinin ekonomi politikalarının belirlenme sürecindeki ağırlıklarında bir değişim var mı? Bu anlamda önceki dönemle bu dönem arasında bir süreklilikten veya aksine farklılıktan bahsedebilir miyiz?
Ekonomi politikaları oluşturulurken dikkate almamız gereken, farklı bileşenleriyle iktidar bloğu. Zira belirli bir dönemdeki ekonomi politikaları, iktidar bloğu içinde oluşan dengeye göre şekilleniyor. İktidar bloğunun üç temel bileşeni var; farklı sermaye fraksiyonları, siyasi partiler ve bürokrasi. İlkini ele aldığımızda, bir bütün olarak burjuvaziden ziyade farklı sermaye fraksiyonlarını incelemek, bunların kimi zaman farklılaşan çıkarlarını ve bu çıkarların ekonomi politikalarına yansımalarını analize dahil etmemize olanak sağlıyor. İkinci bileşen bir bütün olarak siyaset sınıfı, özel olarak da iktidardaki siyasi parti ya da siyasi koalisyon. İktidardaki siyasi parti, özellikle günümüzdeki başkanlık sisteminin verdiği olanaklarla, siyasi ve ekonomik konjonktürü kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme kabiliyetine sahip. Üçüncü unsur ise bürokrasi. Başkanlık sistemi sonrasında bürokrasinin ayrı bir unsur olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği bir tartışma konusu olsa da yine de bürokrasideki kritik kurumların pozisyonları da incelemeye dahil edilmeli. İktidar bloğunun bütünlüğü, bu bileşenlerin zaman zaman farklılaşan çıkarların dönemsel olarak uyumlanmasıyla sağlanıyor. Elbette iktidar bloğu ya da bileşenleri iktisadi ya da siyasi tercihlerini belirlerken bir boşlukta hareket etmiyor. Bir yandan Türkiye’nin uluslararası işbölümündeki yeri ve Türkiye ekonomisinin yapısal kısıtları, diğer yandan da iktidar bloğu ile diğer toplumsal kesimler ve sınıflar arasındaki güç dengesi ekonomi politikalarının şekillenmesinde etkili oluyor.
Bu uzun girişten sonra, özetlediğim kavramsal çerçeveyle son döneme baktığımızda, ekonomi politikalarında bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Bu değişimin yönünü daha çok Türkiye ekonomisinin yapısal kısıtları belirlerken, içeriğini siyasi iktidarın öncelikleri şekillendirmiştir. Siyasi iktidarın bu tercihi, iktidar bloğunun diğer bileşeni olan sermaye fraksiyonlarının konumlarının değişmesinde de etkili olmuştur. Bir önceki dönemdeki ekonomi politikalarının oluşturulmasında TÜSİAD dışı sermaye kesimlerinin çıkarı da gözetilirken, günümüzde bu kesimlerin tamamen olmasa da göz ardı edilmeye başlandığını söyleyebiliriz. Ancak burada tek seferlik bir müsabaka sonucunda galibiyet ya da mağlubiyet elde edilmesinden ziyade süregiden bir güç mücadelesi olduğunu hatırlamak gerekiyor. Farklı dönemlerde farklı sermaye fraksiyonlarının talepleri yerine getirilse de, talepleri yerine getirilmeyenler tasfiye olmuyor. 2013 sonrasını öncesinden farklılaştıran, geçtiğimiz 10 yılda belirli bir sermaye fraksiyonunun (TÜSİAD’ın) iktidar bloğu içindeki liderliğinin tartışılmaz olmaktan çıkması. Bu, iktidar bloğu içi çelişkileri daha görünür kılıyor.
Somutlaştırırsak, ekonomi politikalarındaki değişim büyük ölçüde faiz politikasında görülüyor. Faiz artışlarının amacı, ödemeler dengesi krizini önleyebilmek ve enflasyonu kontrol altına almak. Her ikisi de sermaye girişlerinin yeniden başlayacağı varsayımına dayanıyor. Bu yaklaşıma göre sermaye girişleriyle bir yandan TCMB rezervlerinin onarılması sağlanacak, diğer yandan da sermaye girişleri oldukça TL’deki değersizleşme duracak, hatta TL reel olarak değerlenecek ve bu sayede fiyat artışları kontrol edilecek.
İktidarın enflasyonu düşürme hedefli politikalarını yöntem ve etkileri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki dönemde bizi ne bekliyor?
2023 seçimleri sonrasında faiz artışları, hızlı ve sert bir şekilde yapılmadı. Bunda büyük ölçüde iktidar bloğu içindeki kararsız denge etkili oldu. Ek olarak, sert bir resesyon yaşanması riski de, sert faiz artışlarının önüne geçti. Ekonomi yönetimi, enflasyonla mücadele programının yükünü çalışanların üzerine yıkan bir program takip ediyor. Özellikle ücret artışlarında gerçekleşen değil, beklenen enflasyonun esas alınması, fiili olarak reel ücretlerin daha da baskılanması anlamına geliyor. Bu mevcut gelir dağılımı adaletsizliğini daha da artıracak bir önlem olacak.
Kademeli olarak yapılan artışların sonuna yaklaşıyoruz. Zira bir yıl sonra beklenen enflasyon ile şimdiki faiz oranları birbirine yaklaşmış durumda. Ek olarak seçimlere yaklaşırken daha sert faiz artışlarından kaçınmak isteyebilirler. Ancak yerel seçimler sonrasında yeni bir artış adımı görebiliriz. Şunu belirtmemiz gerekiyor: Faiz artışlarının etkileri henüz tam yansımış durumda değil. Faize duyarlılığı yüksek olan konut ya da otomobil kredisi gibi alanlarda kredi artış hızı yavaşlamış durumda. Bunlar dışındaki tüketici kredileri de hız kesmiş durumda. Ancak ticari krediler hız kesse de halen dinamik. Dolayısıyla, henüz firma iflasları ile bir önceki dönemin yarattığı zombi firmaların tasfiyesinden söz etmek mümkün değil.
KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerde artışla ne hedeflendiğini düşünüyorsunuz? Bu artışların fiyatlardaki yükselişe etki ettiği Merkez Bankası’nca ifade ettiği görülüyor. Bu durum enflasyon hedeflemesi açısından bir çelişki barındırıyor mu?
Vergi artışları, istikrar programlarının tipik bileşenlerinden biri. Mali konsolidasyon, kamu gelirlerinin (vergilerin) artması ve harcamalarının (yatırımların ve hizmet giderlerinin) kısılması anlamına geliyor. Dolaylı vergilerdeki artış, bir yandan mali konsolidasyon tercihinin bir sonucu olarak ortaya çıktı, diğer yandan da bu artışlar hane halkının alım gücünü düşürdüğü ölçüde talebi sınırlayıcı etki yapıyor. Kısa dönemde enflasyonu artırsa da orta ve uzun vadede daraltıcı etkisi var. Ekonomi yönetimi, genel olarak iç talebi sınırlandırıcı önlemler almaya çalışıyor, vergi artışlarını bu çerçevede görmek lazım.
Geçtiğimiz dönemde de yüksek enflasyon vardı. Ama yoksulluk tartışmasına dair konulan şerhler istihdam politikasına dairdi. Orta Vadeli Program ve Kalkınma Planı’nı da göz önünde bulundurarak yeni dönemde istihdam politikasında bir değişimden söz edebilir miyiz? Buna paralel olarak yoksulluğun yaşanma biçiminde ve kapsamında bir değişimden söz edebilir miyiz?
OVP’de istihdam kaybı olmadan, hatta istikrarlı istihdam artışı eşliğinde enflasyonun kontrol edileceği belirtiliyor. Ancak burada ciddi zorluklar var. İlk olarak ekonomi yönetiminin stratejisi, enflasyonu iç talebi baskılayarak düşürmek, yani ekonomik büyümenin yavaşlaması. Özellikle 2024 için ekonomik büyümenin kaynaklarına baktığımızda özel tüketim harcamalarının sert bir şekilde daralması bekleniyor. Bu durumda büyüme dış taleple, yani ihracatla gerçekleşebilir. Ancak TL’nin değersizleşmesiyle yaratılacak bir rekabetçilik, enflasyonla mücadeleye zarar vereceği için kısa dönemde ihracat artışı sağlamak zor. Buna ek olarak Avrupa’da ekonomik durgunluğun sürmesi, ihracatçılar için canlı bir dönem olmayacağını gösteriyor. Bu iki gelişmeyi birleştirirsek, iç talebin daraldığı, ihracatçı sektörlerin de önceki yıllardaki kadar canlı olmayacağı bir döneme giriyoruz. Bu şartlarda istihdam artışlarının geçtiğimiz yıllardaki ortalamalara yaklaşması zor olacaktır. Bu bize, düşük ücretlerin daha da yaygınlaşacağı ve hem hayat pahalılığının hem de işsizliğin artacağı bir sürece girdiğimizi söylüyor. Bu ikili sıkıştırma, en azından ücret artışları yönündeki itirazları tetikleyebilir.