Neoliberalizm ve onun Türkiye’ye özgü faşizanlaşan yönetim biçimi, geleneksel kaygılarla beşi bir araya gelemeyenleri bir araya getirmeyi başardı. Avrupa ülkelerine kıyasla popülist grupları değil, halkın daha oturaklı ve köklü siyasi geleneklere dayanan güçlerini birleştirdi Avrupa ülkelerinin çoğunda neresi liberal, neresi yeni olduğu belli olmayan ekonomik yaptırım politikaları nedeniyle, adları ve ideolojik renkleri ne olursa olsun, […]
Neoliberalizm ve onun Türkiye’ye özgü faşizanlaşan yönetim biçimi, geleneksel kaygılarla beşi bir araya gelemeyenleri bir araya getirmeyi başardı. Avrupa ülkelerine kıyasla popülist grupları değil, halkın daha oturaklı ve köklü siyasi geleneklere dayanan güçlerini birleştirdi
Avrupa ülkelerinin çoğunda neresi liberal, neresi yeni olduğu belli olmayan ekonomik yaptırım politikaları nedeniyle, adları ve ideolojik renkleri ne olursa olsun, o politikaları uygulayan iktidardaki merkez partiler seçmenler gözünde büyük bir güven kaybı yaşayarak iktidardan uzaklaşmak zorunda kaldılar. Yunanistan, Hollanda, Avusturya. En son İtalya bu kervana katıldı.
Sağ ve sol popülist sloganlarla küçük partiler iktidara geldiler. Fransa’da her dört seçmenden biri ırkçı ve milliyetçi bir partiye oy verdi. Fransa, bütün güçler birleşerek faşist bir partinin yöneticisini iktidara getirmemek için neoliberal Macron’la devam dedi. Almanya’da uzun süren koalisyon türbülanslarından sonra (Yeşiller, Liberallar ve Hıristiyan Demokrat Parti ile onun küçük ortağı Hıristiyan Birlik Partisi koalisyon denemesi) Sosyal Demokratlar eski koalisyon ortakları Hıristiyan Demokrat Partisi/Hıristiyan Birlik Partisi ile tekrarından büyük koalisyona kelimenin öz anlamıyla zorlandı, oysa partinin genel başkanlığına yeni seçilmiş Schulz “benim yönetimimde büyük koalisyon olmayacak!” sözü vermişti ve bunu büyük harflerle ilan etmişti ve parti tabanı onun arkasında olduğunu söylemişti, nitekim büyük koalisyon Sosyal Demokratlara yaramamış ve SPD bu koalisyonla erimişti. Büyük basının açtığı negatif kampanya karşısında SPD daha da erimeye başladı ve Schulz’un genel başkanlığa yükselmesi ile oradan inmesi gece ile sabah arası kadar yakın bir zaman aldı.
Avrupa’daki bu değişim rüzgârı Türkiye’ye doğru esmeye başladı. Türkiye’de neoliberalizmin mimarlığını üstlenen AKP, şu dönemlerde iktidarı paylaştığı küçük ortağı MHP ile, hüsranla sonuçlanması olasılığının ağır bastığı 2019’da yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı sistemi seçimini erken bir tarihe alma kararını, Avrupa ülkelerinde merkezi partilerin yaşamakta olduğu hüsranı yaşamamak için, kendilerince önlem olarak gördü. Fakat gelinen durum, evdeki hesabın çarşıya uymayacağı yönünde bir seyir izlemektedir.
Neoliberalizmin AKP iktidarı ile Türkiye toplumuna giydirdiği neofaşizan gömleği (ki bu gömlek Erdoğan’ın kişiliğinde, son şeklini partili Cumhurbaşkanlığı sıfatını alarak vücutlaşıp tek adam rejimine dönüşmesidir), artık Türk toplumu yırtıp atmak için kararlı görünmektedir. Bu kararlılık en nihayet muhalefet güçlerinin oluşturduğu birliktelikte açık açık görünmektedir. Kendisini Millet İttifakı olarak adlandıran bu kararlılık, AKP rejiminin Halkların Demokratik Partisi üzerinde uyguladığı Kürt muhalefeti yıldırma, yıldırıp sindirme politikasına karşı, başlangıçta çekimser de olsa, bir tepkiyi kapsayarak genişlemekte ve bu genişlemeyle gücüne güç katmaktadır. HDP’yi Kasım seçiminde olduğu gibi, terör örgütü uzantısı gösterme propagandası Millet İttifakı’nda bu defa bir karşılık bulamamaktadır. Nitekim Millet İttifakı, Saray ittifakını HDP’siz iktidardan indiremeyeceğini anlamış, büyük sorunun AKP’nin dayattığı rejim olduğunu kavramış durumdadır. Kandil operasyonu bile adeta boşlukta yankı olmakta, muhalefet artık bunu bir seçim manevrası olarak değerlendirmektedir.
Ve de “Kürt sorununu çözerse, Erdoğan çözer!” şeklinde Kürt seçmende oluşmuş bir zamanki eğilim, tılsımını çoktan yitirerek yerini, Erdoğan denince, etrafındaki klikle birlikte, Kürt sorununda kan, ölüm, şiddet, göç, kuşatma, OHAL baskısı, seçilmişler yerine kayyum, hapishane, kötü muamele, Kürt yöneticilere kumpaslı kovuşturmaya bırakmaktadır.
Bir zamanlar Erdoğan’ın dediği gibi “Sıvas’ın ötesine gidemeyenler”e Kürt seçmenler kalplerini çoktan açmış görünmektedir. Hakkari’de, Diyarbakır’da Cumhurbaşkanı adayı İnce’ye ilgi ve onu coşkuyla karşılama bunun bir göstergesidir.
Geleneksel kaygılarla beşi bir araya gelemeyenleri, neoliberalizm ve onun Türkiye’ye özgü faşizanlaşan yönetim biçimi, bir araya getirmeyi başardı. Avrupa ülkelerine kıyasla popülist grupları değil, halkın daha oturaklı ve köklü siyasi geleneklere dayanan güçlerini birleştirdi.
16 yıl sonra, Türkiye toplumunu cendereye çeken iktidarın koltuğu sallanmaya başladı, ezber bozuldu. Bu koltuk sallana sallana geri dengesini bularak durduğu yerde kalır mı, yoksa muhalefet bu sallanan koltuğu, tekme vurarak devirme yeteneğini gösterebilecek mi, bunu 24 Haziran akşamı öğreneceğiz. Ama şimdiden denebilir ki rüzgar artık muhalefetten yana esmekte, günlük politik söylemi muhalefet belirlemektedir.
24 Haziran akşamı, esasında seçmenin neoliberal ekonomik yaptırımları karşısındaki tahammülsüzlüğünün had safhaya ulaşıp ulaşmadığının da bir göstergesi olacaktır. Bugün seçmen anketlerine yansıdığı kadarı ile iktidar partisinin oy oranının hala yüzde 40 bantlarında bulunması, Avrupa’ya kıyasla, Türk toplumunda neoliberal ekonomi politikalarından ve hükümetin bu yöndeki icraatlarından seçmenin büyük çoğunluğunun memnuniyetsizliğinin henüz had safhada olmadığı yönünde okunmalıdır.
Ve yine Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’de muhalefetin, iktidar olanağı yolunu açabilmek için seçim öncesi bir ittifaka ihtiyaç duymasının kuşkusuz iki önemli, seçim sistemi bağlantılı nedeni vardır: Birincisini mecliste temsili güç olarak milletvekili seçimleri için yürürlükte olan yüzde 10’luk seçim barajı belirlerken, ikinci önemli etken, başkanlık sisteminin (Cumhurbaşkanlığı) getirdiği yüzde 50 artı 1 zorunluluğudur.
Başkanlık sisteminin kendisi kaçınılmaz olarak Türkiye’de alışık olduğumuz siyasi gruplaşmalarının sınırlarını zorlayan, onu altüst eden, yeni bir siyasal oluşuma gebe bir sistemdir. Bu süreç esasında Türkiye toplumundaki siyasi yelpazelerin kendilerine yeni ortak değerler arama süreci olarak görülebilir. Muhalefet güçleri için de ezberin bozulduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. 24 Haziran seçiminde oluşan ittifaklar bu duruma tekabül etmektedir. Yalnız Millet İttifakı ve henüz onun dışında bırakılan HDP’nin beyanatlarına baktığımızda, beyanatların genişletilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri dönüş yönünde olmasıdır. Krallık döneminden kalma ve krallığın yönetimi karşısında kendisinin imtiyazlı konumunu korumak için burjuvazinin getirmiş olduğu ve sonradan kutsallaştırılan ve güçler ayrılığı olarak adlandırılan (yürütme, yasama, yargı ayrılığı ki demokrasisi gelişmiş ülkelerde dördüncü bir ayak olarak buna basın ve yayın da dahil edilmektedir) yönetimsel dengeye Millet İttifakı vurgu yapmaktadır. Yönetim biçimi için yapılan parlamenter sistem vurgusu karşısında ekonomi nasıl yönlendirilecek, hangi tür bir ekonomi modeli inşa edilecek, örneğin CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı İnce’den bu konuda “büyüyeceğiz, barışacağız, bölüşeceğiz”in dışında bir açıklama henüz duymadık. Gerçi aynı durumla Avrupa ülkelerinde iktidara gelen neoliberalizm karşıtı küçük parti koalisyonları için de geçerli bir sorundur.
Muhalefet bu seçimde birinci turda ezici bir çoğunlukla kendi Cumhurbaşkanını ilan edemese bile, Türkiye toplumunun 90 yıldan fazla bir zamandır kazanmış ve içselleştirmiş olduğu demokrasiden yana tavrını daha güçlü bir şekilde haykırdığı, diktatöryal yönetim modellerine artık yeter dediği, bunu da her türlü tereddütlerine rağmen bir araya gelmesi normalde zor olan güçlerle birleşerek bir gövde gösterisine dönüştürdüğü bir seçim kampanyasında dile getirmektedir. Bu dönüşümün adı ise 24 Haziran seçimi ve bu seçime Türkiye OHAL’in gölgesinde gidiyor. Bu dönüşüm Kürt sorunu olarak adlandırılan sorunda da yeni çözümlere, yeni dengelere gebe görünmektedir. Neoliberalizmin kendi iradesi dışında Türkiye’ye kazandırmış olduğu en olumlu toplumsal değişim belki de sadece budur.
Unutmamak gerekir ki Türkiye’nin jeostratejik konumu, ekonomisinin kırılganlığı, ekonomisindeki pazar alanlarının sınırlılığı, kültürel olarak güce tapan küçük burjuva ruhlu toplumsal dokusu periyodik olarak her on, onbeş yılda bir faşist yönetim tarzlarını iktidara taşımaktadır. Şu anda oluşmakta olan müttefik güçlerinin bu faşizan yapılanmayı (yasalardan kurumlara kadar ve de dünya görüşü olarak) yıkıp parçalamaya ne kadar niyetleri var, niyetleri olsa bile, ne kadar yaptırım gücü var açık bir soru olarak kalacaktır. Muhalif güçlerin (özellikle Millet İttifakı’nın) burjuva karakterli olması bu sorunun açık soru olarak kalmasının en büyük nedenidir. Çünkü Türkiye’nin yönetim biçiminde, periyodik olarak faşist yönetime kaymasının en büyük nedeninin sermayenin şu veya bu kanadının devletin bekasını koruma adı altında, özünde ise kendi çıkarını koruma refleksinin yattığını görmekteyiz. Seçim atmosferinde ve kullanılan dilde muhalefetin ‘tek adam rejimine’ karşı söylemleri artık Türkiye toplumunun bu tür rejim kaymasına karşı refleksinin güçlenmekte olduğunu gösteren belirtiler olarak kayda geçmeye değer. Lakin bu söylemin sözde kalmaması için, içinde HDP’nin de olduğu güçlü bir muhalefetle yeni bir toplumsal sözleşmeyi muhalefetin hayata geçirmesi gerekir.
Büyük olasılıkla en geç ikinci turda iktidar değişimi yaratacak yeni müttefik güçlerinin demokrasi çatısını genişletme yetisi biraz da HDP’nin de içinde olduğu yeni bir toplumsal sözleşmede anlaşarak bu sözleşmeyi hayata geçirip geçirememesinde yatacaktır. Yoksa muhalefetin estirdiği demokrasi rüzgarının, tarihsel deneyimlerin ışığında bakıldığında, en geç on sene sonra halka karşı esecek bir kasırgaya dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.