Marx’ı geniş boyutlu düşünen, yazan bir bilge olarak unvanlandırmak, selamlanması gereken bir teşebbüs olarak görülse de, onun devrimci ruhunu ‘sadece bilgeliğe’ indirgemek bir burjuva kurnazlığıdır
Marx’ı geniş boyutlu düşünen, yazan bir bilge olarak unvanlandırmak, selamlanması gereken bir teşebbüs olarak görülse de, onun devrimci ruhunu ‘sadece bilgeliğe’ indirgemek bir burjuva kurnazlığıdır
Karl Marx bir Alman düşünürüdür hiç kuşkusuz. Onun üzerine Alman yapımı bir belgesel film (film onun 200. Yaş gününden dolayı mı çevrildi bilmiyorum) geçmiş günlerde devletin resmi kanallarından birinde gösterime sunuldu ve bu filmde ilk defa Marx bir universell Gelehrter olarak takdim edildi. Bu unvanı Türkçeye geniş boyutlu (ve/veya evrensel) yazan bilgin olarak çevirebiliriz. Alman kültüründe bir düşünüre verilebilecek en yüksek unvan ve saygıyı muhteva etmektedir universell Gelehrter unvanı. Henüz resmi boyutta verilmiş bir unvan olmamasına karşın, Alman kültürünü birazcık da olsa yakından tanımışsam, diyebilirim ki, bu adlandırma ve çalışma resmileştirmeye doğru giden adımlardan biridir. Arkasından sempozyumlar gelir, enstitüler devreye girer, üniversite intelligentia‘sı işe karışır, geç kalınmış olsa da, bu unvanı Almanya Marx’a teslim eder ve çok az sayıda geniş boyutlu (evrensel) yazan Alman bilginler listesi arasında Marx da anılmaya başlarsa, hiç şaşırmamak gerekir.
Filmde dikkat çeken bir başka şey ise Marx’ın ardıllarının Marx’ın adını kötüye kullandıklarına dair vurguydu. Çin’de Mao, Rusya’da Lenin vb… O ülkelerde olanlardan Marx sorumlu tutulamazmış, eğer Marx olmasa imiş, o önderler devrim yapmak için başka birinin adını kullanabilirlermiş. Ayrıca Marx’ın “Bildiğim, Marksist olmadığımdır!” sözü de eksik değildi; kuşkusuz ayrımı ifade etmek ve Marx’ın universell Gelehrter olduğunu vurgulamak için kuşkusuz.
Bir gerçek payı da yok değil. Gerek Çin, gerekse Rusya toplumsal dönüşüme evrimleşmişti ve bir devrime gebelerdi. Mao olmasa idi Çin, o durumda kendine başka bir lider çıkaracaktı, Lenin olmasa idi, Rus toplumu da yine kendine başka lider çıkaracaktı. Bu Marx’la Engels’in geliştirdiği öğreti ile çelişmemektir.[1] O çağı Lenin ne kadar “proleter devrimler çağı” diye adlandırsa da, çağın kendisi toplumsal dönüşümler çağıydı, o ülkelerde burjuvazinin yapması gereken görevi işçi sınıfı, köylüler ve onların aydınları üstlenmek zorunda kaldılar. Toplumsal dönüşüm, komünistlerin ve emekçilerin önüne büyük bir fırsat çıkarmıştı ve o fırsat emekçilerin lehine işledi. Bütün dünya kapitalistlerinin de yüreklerine korku saldı bu dönüşümler. Şu an o ülkelerin geldiği yer herkesçe malum: Burjuva toplumu. Ama daha baskıcı, daha otoriter yöntemlerle yönetilen bir burjuva toplumu. Köleliğin Avrupa kıtasında kalkmış olduğu bir dönemde Amerika kıtasının beyazlar tarafından işgalinden sonra birden bire hortlaması gibi, eski sosyalist blokta da kapitalist üretim ilişkileri yeniden hortladı. En korkuncu da Çin’de vuku bulmaktadır, hem de adına Komünist Parti diyen bir parti aracılığı ile çelik bir disiplinle inşa edilmektedir.
Marx “çağımız, burjuva çağı” demişti, yani burjuvazinin hüküm sürdüğü çağ. Bu tez hala geçerli, her türlü krizlerine rağmen, her zaman dönüşüme açık bir hale gelmesine rağmen, başka bir topluma gebeliği ile ayakta kalmasını devam ettirebilen burjuva çağı. Reel sosyalist ülke toplumlarının geriye dönüşlü toplumlar olmasındaki en önemli etken bu olda gerek. Kapitalizmin nihai çöküşünden sonra da kapitalizm yerini başka bir toplumsal oluşuma devredecektir.
Diğer yandan ne komünizm ne de sosyalizm Marx’ın icadıydı. Marx’la Engels, Fransa’daki 1789’daki devrimci hareketin komünizm fikrini doğurduğunu yazarlar Kutsal Aile[2] adlı eserlerinde. Onlar sadece bilimsel sosyalizmin fikir babaları idi. Buna ilintili olarak ifade edilecek olunursa toplumsal değişimi fikirler değil, fikirleri toplumsal değişimler yaratır Marx’a göre. Ve “fikirler” derler Marx’la Engels aynı eserde Bruno Bauer’i eleştirirken, “dünyanın eski bir durumunun ötesine götürmez hiçbir zaman, sadece eski durumun üzerine kurulu fikirlerin ötesine götürebilir.” Ve eklerler “fikirler hiçbir şeyi hayata geçirmezler. Fikirleri hayata geçirmek için pratik bir gücü bünyesinde taşıyan insana gerek vardır.”
İşte Marx’ı bütün zamandaşı düşünürlerden ayıran karakteristik nosyon bu tavırda yatmaktadır. En gerçekçi fikrin bile bir anlamı yoktur Marx’ta, eğer toplumsal gerçekler o fikre doğru yönelmemiş ise. Fikirle eşya, fikirle dönüşüm, fikirle toplumsal durumlar arasındaki bu diyalektik bağlantı onu idealizmin her türlü biçiminden ayırdığı gibi kaba materyalizmden de ayırır. Marx hayalin, spekülasyonların adamı değildir. O pratiğe dönük olmayan, diyalektik olmayan hiçbir düşünceye saygılı davranmaz. Onun bu anlayışı bütün yazılarında adeta bir kırmızı çizgi gibi kendini gösterir. Hakikatin teorik bir sorun olmadığını, onun pratik bir sorun olduğunu, matematikte, fizikte olduğu gibi toplum bilimde de pratikte ispatının gerekliliğini vurgular. (Karş. Feuerbach üzerine tezler 2.) Başka türlü de Marx olamazdı.
Ama o belgesel film şöyle bir izlenim de bırakıyordu; Marx ardılları tarafından radikalleştirilmiş, kötüye kullanılmış bir tahlilci, bir büyük düşünür, bir bilge bilimci; işte bu bilgenin işçi sınıfı temelli partilerin, onların kötü niyetli, şiddet yanlısı yöneticilerinin himayesinden çıkarılması gerekir. Onların, onun adına yaptıklarından Marx sorumlu değildir.
Marx’ı geniş boyutlu düşünen, yazan bir bilge olarak unvanlandırma, selamlanması gereken bir teşebbüs olarak görülse de, onun devrimci ruhunu ‘sadece bilgeliğe’ indirgemenin de bir sinsi burjuva kurnazlığı olarak algılanması gerektiği kanısında olduğumu belirtmeliyim.
Marx bir Alman düşünürüdür dedim. Bir düşünür olarak hakkını teslim etmek gerekir ki o, Almanca tabirle bir universell Gelehrter, ama o her şeyden önce dünyadaki emeği ile geçinen bütün hakların en büyük öğretmeni, bilgesidir. Buna karşın da bütün dünya burjuvazisinin, onun insanı bir metaya indirgeyen toplumsal yaşam biçiminin inkârının da öğretisidir.
Karl Marx bir kâhin değildi ve kapitalist toplumun ve onun üretim modelinin yerini başka bir topluma ve üretim modeline devretmesi için bir tarih de vermiş değildir. Bu nedenle kapitalist toplumun varlığını devam ettirmesinden, ettirebilmesinden Karl Marx’ın nerede yanıldığı gibi sorularla olasılıklar üzerine çıkarsamalar yapmak, onun bir toplum-bilimci, bir filozof olarak kapitalist toplum üzerine tanılarının geçersiz olduğuna dair iddialar yürütmek doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü bilimsellikten uzaktır, skolastiktir ve skolastik olanla Marx’ın öğretisi bağdaşmaz.
Yine çünkü Marx her şeyin yanıtı değildir. Onun öğretisi, bir toplumu ayakta tutan, devamını sürdürmesini belirleyen, etkileyen dinamiklerin, unsurların, bunların arasındaki karşılıklı etkileşim ilişkilerinin araştırılmasında kullanılması gereken metottur. Kapitalist üretim modelinin hala, kendi krizlerini aşarak varlığını devam ettirebilme yetisinin sorumluluğunu Marx’a yükleme yaklaşımı büyük düşünüre haksızlık etmekle kalmaz, aynı zamanda onun öğretisinden, tanılarından yola çıkarak başka bir beklentiye girenin kendi yanılsamasının ifadesi olabilir. Bu tür eğilimlere esasında en güzel yanıtı Marx’ın öğretisinin gelişmesinde, öğretinin yaygınlaştırılmasında çok büyük katkıları olan, Marx’ın en yakın dostu, fikirdaşı Engels’in 11 Ağustos 1884’te Paul Lafargue’ye yazdığı mektupta Engels vermektedir. Mektubunda Lafargue’ye şöyle yazar: “Marx, ona atfettiğiniz ‘politik ve toplumsal ideal’i protesto ederdi. ‘Bilim insanından’ hele ekonomik bilim bahis konusu ise, ideal sahibi olması beklenemez, bilimsel sonuçlar üzerine çalışılır, bunun haricinde o bir parti adamı ise, (bilimsel sonuçların A.K.) pratiğe geçmesi için mücadele eder. İdeali olan, bilim insanı olamaz, zira önceden belirlenmiş fikir kabul edilemez.”[3]
Marx’la Engels’in bilime ve bilimsel çalışmaya yaklaşımı bu kadar nettir. Önceden belirlenmiş fikirlerin (vorgefasste Meinung), sonuca etkisinin sakıncasına dikkat çeker. Günümüzde de birçok bilim insanında olmayan bir tutumdur bu. Bilim insanı diyor Engels, araştıracağı konuya önceden verilmiş yanıtlarla yaklaşmaz, meseleyi idealize etmez. Önbilgisiz yaklaşmaz demiyor, önceden belirliliği kesinleşmiş (vorgefasste Meinung) fikirle yaklaşmaz diyor. Bilim insanının kafasında böyle bir ideal olamaz diyor. Çünkü nesneyi olduğu gibi değil, kafada oluşturulan önceki doğruları nesnede görme sakıncası oluşur. Bir başka mektubunda Marx’ın öğretisinin şablonvari kullanılamayacağını, tarihi ve toplumsal gerçeklerin kırpılarak şablona uydurulamayacağını, tersine onun bir Leitfaden olduğunu, Leitfaden aracılığı ile toplumsal dinamiklerin araştırılması gerektiğinden bahseder. Yani Marx’ın diyalektik ve tarihi materyalizminin bir rehber (Leitfaden) olduğunu söyler.
Ve nitekim Marx, öğretisinde bir toplumsal oluşumun başka bir toplumsal oluşuma yerini hangi şartlar altında bıraktığını, bırakabileceğini sentezlemiştir. Bunu da Zur Kritik der Politischen Ökonomie‘nin (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı) önsözünde hiçbir yanlış anlaşılmaya yer vermeyecek şekilde formüle etmiştir. Orada sentezini aynen şöyle koyar:”İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz.”[4]
Kapitalist üretim tarzının hala devam etmesinin yanıtı Marx’ın tek cümlede özetlediği, formülleştirdiği bu sentezde yatar, Marx’ın yanılıp yanılmadığında değil. Yani kapitalist toplum içerebildiği üretici güçleri geliştiriyor mu, geliştirmiyor mu? Öğretinin kendine soracağı soru budur. Ve bunu bilimsel temelde araştırmaktır. Bilimsel çalışma ise araştırılacak konunun sistematik bir şekilde, ona dair ne kadar veri varsa hepsinin incelenip gözden geçirilmesini gerektirir. Marx’ı anlamak, onu kendi kavramlarında, kuramsallığında okumaktır.
Bilimsellik bir kenara, kabataslak bakıldığında bile kapitalizmin üretici güçleri durmaksızın başından beri geliştirdiğini gözlemlemekteyiz. Gerçi günümüzde üretici güçleri, nerede daha fazla ihtiyacı varsa, varlığını devamını sağlayabilmek için, ve kârını azami bir şekilde nerede artırıyorsa, orada esnek bir şekilde geliştirmektedir. Ayağına bağ olacak alanlardan vazgeçme konusunda da yine aynı esnekliği gösterebilmekte, gerektiği yerde yok edebilmektedir. Karşısına çıkabilecek bütün güçleri fiziki olarak yok ederek yapmakta da bir sakınca görmemektedir.
Kapitalist toplum hala devam ediyor diye buradan hareketle Marx’ın nerede yanıldığını sormak, Marx’ın bu sentezinde yanıldığını söylemektir. Fakat sentez doğru ise, yapılması gereken, sentez doğrultusunda toplumun gelmiş olduğu aşamanın bilimsel tahlilini yapmaktır.
Marx’ın bu sentezine ilişik ifade ettiği (birinci sentezi tamamlayıcı özelliğe sahip, zira noktalı virgül kullanmıştır), aynı zamanda bir yan sentez olarak karşımıza çıkan şu tespiti de en az birinci tespit kadar onun öğretisini, tahlilini belirleyici vasfa sahiptir: “Yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar.”
“Yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri” Marx’ta komünist toplumdaki üretim ilişkileridir, ama daha çiçek halindedir o üretim ilişkileri kapitalist toplumda. Bütün dünya kapitalistleri o çiçeğin varlığının bilincindedir ve çiçeğin gelişip büyümemesi için her türden (ideolojik, ekonomik, askeri) uğraşıyı, savaşı canhıraş yapmaktadır. Proletarya ise o çiçekleri geliştirip büyütecek sınıftır Marx’a göre. Ve burjuvazi varlığının koşulu olarak proletaryayı yaratmıştır ama, varlığının koşulu kendi “mezarını kazıcıları”dır da aynı zamanda. Zira burjuva toplumu “sınıf çelişkilerini basitleştirerek” toplumları emeği ile geçinenlerle, yani kol ve kafa gücünü satarak geçimini sağlamak zorunda kalanlarla burjuvaziden oluşan iki sınıfa indirgemiştir.
Fakat proletarya sınıf içersinde en şansız olanıdır. Onun varlığı ve aynı zamanda yokluğu burjuvazinin varlığı ve yokluğuna bağlıdır.
Ben burada son sözü Marx’a bırakayım. O, adı geçen önsözde: “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretim güçleri o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman bir üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.”
“Onun içindir ki” der Marx ve devam eder, “insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.”
Dipnotlar:
[1] Bu konuyla ilgili, Engels’in 25 Ocak 1894’te W. Borgius’a gönderdiği mektubunda Marx’la kendisinin tarih ve toplumsal dönüşümlerle ilgili görüşlerini yazarken “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar” dedikten sonra “bütün toplumlarda bir gereklilik hakimdir, bunun tamamlayıcısı ve görünen şekliyse tesadüftür” der. “Bütün tesadüflerin arasında kendini kabul ettiren gereklilik ise sonunda ekonomiktir. Burada büyük adamlar işleme sokulur. Tam da böylesi, böylesi bir zamanda o ülkede kendini gösteriyor, tabii ki bu tamamen tesadüftür. Ama bunu silelim, onun yedeği için talep ortada ve yedek iyi ya da kötü (tant bien gue mal) kendini bulur, ama sürekli olarak kendini bulur” (MEW-Band 39, S. 204 ve devamı). Engels’çe söylenecek olunursa Çin’deki gereklilik herhangi bir Mao’yu talep olarak getirecekti. Lenin olmasa idi proleter devrim olmazdı diyenlere Engels’in yanıtı aynen böyle. Bir düşünürü okumak, onu düşüncesinin seyri, muhtevası içerisinde okumaktır.
[2] MEW-Band 2, Die heilige Familie, S126, Dietz Verlag Berlin, 1987
[3] Alıntının Almancası: MEW-Band 13, S 198, Engels an Paul Lafargue, 11 September 1884: Marx würde gegen „das politische und gesellschaftliche Ideal protestieren, das Sie ihm unterstellen. Wenn schon von einem „Mann der Wissenschaft“, der ökonomischen Wissenschaft die Rede ist, so darf man keine Ideal haben, man arbeitet wissenschaftliche Ergebnisse, und wenn man darüber hinaus noch ein Mann der Partei ist, so kämpft man dafür, sie in die Praxis umzusetzen. Wenn man aber ein Ideal hat, kann man kein Mann der Wissenschaft sein, denn man hat eine vorgefasste Meinung.
[4] Mark-Engels Bütün Eserleri, 13. Band, S.9,
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.