SpaceX Türkiye’nin Türksat uydularını fırlattı, Erdoğan Musk’ı Tesla yatırımı için Türkiye’ye davet etti, Musk da “seve seve” dedi. Bu diyalogların ardından gelen sansür kararları, ifade özgürlüğünün sermayeyle girilen ilişkiler karşısında nasıl geri çekildiğini gösterdi
Twitter’ın Elon Musk tarafından satın alınması, dijital kamusal alanın özel mülkiyet rejimi altında nasıl dönüştüğünü gösterdi. Türkiye’de ise bu dönüşüm, ifade özgürlüğünün sistemli olarak bastırıldığı, halkçı muhalefetin hedef alındığı bir dijital sansür rejimine evrildi.
Elon Musk, Twitter’ı satın aldığında, platformu “ifade özgürlüğünün kalesi” yapacağını duyurmuştu. Ancak bu vaat, kısa sürede bir çelişkiye dönüştü. Eleştirel gazetecilerin hesapları askıya alındı, algoritmalar Musk’a yakın içerikleri öne çıkarırken muhalifleri görünmez kıldı. “Özgürlük”, tüm kullanıcılar için eşit bir hak olmaktan çıkıp, platform sahibinin tanımladığı biçimde işleyen ayrıcalıklı bir düzene dönüştü.
Dijital alanın kamusal niteliği, mülkiyet rejimi değiştiğinde nasıl biçim değiştirebileceğinin örneğini tam da burada gördük. Twitter gibi mecralar, milyonların ortak belleğini ve sesini taşıyan bir alanı temsil ederken, özel mülkiyetin devreye girmesiyle bu alan bir anda tek bir kişinin ideolojik ve ticari tercihleri doğrultusunda şekillenir hale geldi. İçerik politikaları, topluluk ilkelerinden değil, şirket sahibinin dünya görüşünden beslenmeye başladı.
Musk’ın platform üzerindeki algoritmik müdahaleleri de bu tahakkümün dijital zeminini oluşturdu. Kendi tweet’lerinin daha fazla kişiye ulaşmasını sağlamak için algoritmaları değiştirmesi ve eleştirel hesapların erişiminin sınırlandırılması, düşünsel görünürlüğün eşitlik temelinden uzaklaştırıldığını ortaya koydu. Artık fikirlerin değil, sadakatin dolaşıma sokulduğu bir sistem işliyor.
Bu dönüşümün en çarpıcı şekilde yaşandığı yerlerden biri Türkiye oldu. Musk yönetimindeki X, Türkiye hükümetinin sansür taleplerine önceki dönemlere kıyasla çok daha kolay boyun eğmeye başladı. Seçim süreçlerinde, halkçı muhalefeti temsil eden kurumların ve bireylerin hesapları hedef alındı. Halkevleri, yerel TİP örgütleri, feminist kolektifler, LGBTİ+ toplulukları, Kürt medya organları ve bağımsız gazeteciler; içerikleriyle birlikte sistematik biçimde görünmez kılındı.
Bu baskı sadece politik değil, kültürel alana da yansıdı. Rojda Demirer ve Alican Yücesoy gibi sanatçılar, hükümete yakın sermaye yapılarıyla ilgili yaptıkları boykot çağrıları nedeniyle sosyal medya paylaşımlarına erişim engeliyle karşılaştılar. Sanatın ve sanatçının ifade alanı, dijital platformlar eliyle daraltıldı.
Tüm bunlar olurken, Elon Musk’ın Türkiye hükümetiyle kurduğu sıcak ilişkiler dikkat çekiciydi. SpaceX Türkiye’nin Türksat uydularını fırlattı, Erdoğan Musk’ı Tesla yatırımı için Türkiye’ye davet etti, Musk da “seve seve” dedi. Bu diyalogların ardından gelen sansür kararları, ifade özgürlüğünün sermayeyle girilen ilişkiler karşısında nasıl geri çekildiğini gösterdi. Musk, “ya kısıtlama yapacaktık ya da tüm platform yasaklanacaktı” diyerek bu süreci meşrulaştırmaya çalıştı. Oysa mesele, platformun kamusal sorumluluğundan vazgeçip baskıya açık hale gelmesiydi.
Platformun iç yapısı da dışarıdaki bu otoriterleşmeyle paralel ilerledi. Binlerce çalışan işten çıkarıldı, moderasyon ekipleri dağıtıldı, kararlar şeffaf mekanizmalarla değil, tek bir kişinin iradesiyle alındı. Şirketin iç düzeni de dıştaki tahakkümün mikro versiyonuna dönüştü.
Bugün X, ne ifade özgürlüğü platformudur ne de tarafsız bir dijital alan. Aksine, iktidarlarla kurduğu ilişkiler üzerinden şekillenen ve güçlü olanın sesini çoğaltan bir propaganda aygıtına dönüşmüştür. Türkiye’de bu dönüşüm, halkçı muhalefetin, kültürel direnişin ve demokratik örgütlenmelerin sistematik olarak bastırıldığı bir dijital sansür rejimiyle somutlaştı.
Gerçek özgürlük, sadece cesaret meselesi değildir. Altyapı kimin elindeyse, ses de onun filtresinden geçer. Ve biz bugün, dijital dünyada özgürlüğü yeniden tanımlamak zorundayız: susturulanların kim olduğunu bilmeden özgürlükten söz edemeyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.