“1 Mayıs’a giderken militan hatla izleyeceğimiz devrimci politika ve sokağın devrimci programını kurma çabamız bizim ülke siyasetindeki etkisiz durumumuzu parçalamamız için bir fırsat olabilir. En klasik söylemle: Nesnel zemin çok uygun, öznel güçlerimizi ve pozisyonumuzu buna uygun konumlandırmalıyız. Sokağın öfkesini ve işçi sınıfının mücadelesini birleştirecek bir 1 Mayıs’ı hedefliyoruz”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki sıradaki söyleşimiz Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı ile. Taşçı, iktidarın bir yandan “iç cepheyi kuvvetlendirme” adına Kürt hareketi ile bir süreç yürütmeye çalışırken CHP’yi de devre dışı bırakmaya çalıştığını ifade etti. Bu süreçte açığa çıkan dinamiğin CHP’nin öncülüğündeki burjuva önderliğine yedeklenmeden devrimci bir programla kavranması gerektiğini söyleyen Taşçı, siyasal demokrasi mücadelesinin ne CHP’ye ne de İmamoğlu’nun özgürlüğüne sıkıştırılabileceğini ifade etti.
Devrimci siyasetin bu sürece güç kaybederek girdiğini söyleyen Taşçı, 1 Mayıs sürecindeki çalışmalarla devrimci siyasetin bu toplumsal dinamikle buluşma imkanlarına dikkat çekti.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir? Eylemlerin ve katılanların nitelikleri ışığında sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Öncelikle hazırladığınız bu dosya için emeklerinize sağlık demek istiyorum. Bu dönemde devrimci-sosyalist hareketin sürece yön verme, politik öncülük yapma ihityacı tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesi için yakıcılaşırken sosyalist hareketin bu güçten uzak olduğunu görmemiz gerekiyor. Yan yana gelişlerimiz ve birlikte yol arayışlarımız neredeyse sembolik düzeyde. O açıdan bu dosya en azından birbirimizin sözünü derli toplu görmek açısından faydalı olacaktır.
Aslında üç soruyu bir arada düşünmek daha iyi olacak. Egemenler tüm dünyada neoliberal sermaye birikimi düzleminde krizlerine henüz kalıcı bir çözüm bulamadı. Bu da emperyalist ülkelerin kendi aralarında çatışmalı sürecini derinleştirmekte özellikle Çin ve Rusya ittifakında cisimleşen ‘doğu blokuna’ yönelik bir tür savaş ekseni belirginleşmektedir. Sistemi restore etme ihtiyacı ile ortaya çıkan yeni paylaşım mücadelesi krizle keskinleşiyor. Bunun bir sonucu olarak tüm dünyada sağ-faşist partilerin rolü ve gücü artarken, çatışma ve kriz denklemini yönetecek faşizan ideolojik angajmanlar, politik programlar daha yoğun devreye sokuluyor. Emperyalist kapitalizmin krizini aşmak için yeniden paylaşımı tanımlarken hedef aldığı doğu hattı, çatışmanın düşman gücünü temsil ederken, sistemin yıkıcı unsurları olabilecek sınıf hareketleri ve anti-sömürgeci hareketler tasfiye ve/veya sistem içine çekme çabalarının muhatabı oluyor. Bunun bir parçası olarak Filistin, Lübnan ve Kürdistan’a yönelik saldırılara tanık oluyoruz. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu kriz döneminde elde edeceği kazanımların önüne geçmek için Türkiye devleti, emperyalist kapitalizmin yönelimlerini Türk sermayesinin ihtiyaçlarıyla buluşturabilecek bir arayışa girdi. Kuşkusuz bunun esas nedeni on yıllardır KÖH’e karşı bir zafer elde edememesi. Bu nedenle de 2000’lerin BOP’u ‘resetlenerek’ devreye sokuldu.
Devamında ise DEM ile kent uzlaşısı temelinde yerel yönetimlerde yan yana gelen CHP hedef oldu. En büyük hamle de İmamoğlu’nun tutuklanması oldu. AKP “iç cepheyi tahkim etme” meselesinde Kürt hareketi ile kendince bir yol bulmaya çalışırken, özellikle ekonomik krizin yıprattığı iktidarı tahkim edebilmek için CHP’yi devre dışı bırakma hamlelerine devam edecek. Bu burjuvazinin/sermaye fraksiyonlarının Türkiye’de dünyada olduğundan çok daha yoğun biçimde derinleşen bir iç rekabet süreci yaşayacağına işaret. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de neoliberal sermaye birikiminin kriz faturası işçi sınıfına ve savaş politikalarıyla ezilen halklara ödetilmeye çalışılıyor. 1 Mayıs’a giden süreçte işçi sınıfının yaşadığı ağır tabloyu, işçi sınıfı örgütlerine yapılan saldırıları, anti-demokratik uygulamaları, Kürt meselesindeki ayak sürümeleri bir arada göreceğiz. İmamoğlu’nun tutuklanması ve CHP’ye yönelik operasyonları da görerek yeni koşullara uygun bir siyasal yönelim oluştururken, CHP’nin bir burjuva önderliği ile sınırlanabilecek hattına yedeklenme tuzağına düşmeden, sokakta açığa çıkan ayaklanma dalgasına yine sokağın devrimci programıyla yanıt vermeyi hedeflemek gerekiyor.
Tarihsel referanslarımızın ve güncel deneyimlerimizin gösterdiği çok önemli bir nokta var. Faşizm koşullarında demokrasi mücadelesi, reform tartışmaları işçi sınıfının sermaye karşısında göstereceği başarıdan kopuk olamaz. Sınıfın dahil olmadığı bir antifaşist mücadele olamaz. 20. yy devrimci ayaklanmalarına baktığımızda açıkça görebiliyoruz ki işçi sınıfı devrimlerinin ve ayaklanmalarının ortaya çıktığı tarihsel aralıkta, kapitalist ülkeler kendi ülkelerindeki ayaklanma tehditlerini bastırmak adına reform yaptılar. Demokrasi, sosyal devlet vs. meseleleri açısından bunca kayıt tarihte kendini bu zeminde göstermiş. Dolayısıyla siyasal demokrasi mücadelesi olarak tanımladığımız şey düzenin kendi iç meselesi değil, CHP’nin tek başına İmamoğlu’nun hapsedilmesini merkeze koyarak öncülüğünü üstleneceği bir mesele değil. Tam da devrimci sosyalist güçlerin inisiyatifi meselesi… Yani ‘işçi sınıfı ve müttefiklerinin’ ortak mücadelesi meselesi. Keza İmamoğlu protestolarında gördüğümüz, şoven kışkırtmalara bakarak da Türkiye’de işçi sınıfı içinde sosyal şovenizme karşı mücadelenin ve Kürt sorununda eşit adil bir barış talep etmenin demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin meselesi olduğudur.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
Tüm bunlarla biz sosyalistler-devrimciler 1 Mayıs’a kitlesel sokak hareketlerinin ortaya çıktığı, eylemlerde yön tayin etme gücümüzün oldukça zayıf kaldığı bir düzlemde giriyoruz. Son yaygın sokak eylemlerinde, sosyalist hareketin yıllardır gerileyen ideolojik-politik hegemonyasının yerini düzen içi muhalefetin şoven, cinsiyetçi, homofobik sağcı politikalarını içerecek bir ‘burjuva merkez’ siyasetin aldığını görmüş olduk. AKP karşıtı başlayan sokak hareketlerinin içinde Zafer Partisi’nin özel operasyonuyla olduğunu düşündüğümüz Kürt düşmanı, cinsiyetçi, homofobik söylem ve saldırganlıklar ortaya çıktı. Devrimci hareketin de yer aldığı haliyle fiili meşru zeminde sıçrama yaratma çabaları olsa da eylemler bir hayli kitleselleşmiş olsa da henüz iktidara geri adım attıracak düzeyden uzak. İçerisinde kısmen karşı-şiddeti barındırsa da siyasal olarak iktidarı geriletecek bir pozisyona kavuşturulamadı. Devrimci sosyalist hareket için birleşik devrimci kuruculuğu üstlenme görevi daha da yakıcılaştı diyebiliriz. Ülkedeki emek-sermaye mücadelesinden kopuk ele alınan, anti-şoven, anti-cinsiyetçi, meşru, militan mücadelenin egemen olmadığı hiçbir sokak hareketi, düzen dışına çıkamaz ve düzen içinde kaldığı oranda da başarı şansı yakalayamaz. 1 Mayıs’a giderken militan hatla izleyeceğimiz devrimci politika ve sokağın devrimci programını kurma çabamız bizim ülke siyasetindeki etkisiz durumumuzu parçalamamız için bir fırsat olabilir. En klasik söylemle: Nesnel zemin çok uygun, öznel güçlerimizi ve pozisyonumuzu buna uygun konumlandırmalıyız. Sokağın öfkesini ve işçi sınıfının mücadelesini birleştirecek bir 1 Mayıs’ı hedefliyoruz.