Liselerde “öğretmenime dokunma” talebiyle ortaya çıkan tepkilerin, aslında bu öğretmenlere sahip çıkmaları üzerinden daha bilimsel, çağın ihtiyaçlarına uygun bir eğitim talebini içerdiğini unutmamak gerekiyor. Bu talebin proje okullar dışındaki liselerinde talebi haline gelme durumu var. Devleti korkutan da bu olmalı
Son günlerde liselerde, özellikle proje okul olarak kabul edilen liselerde öğrencilerin başlattıkları protestolara tanıklık ediyoruz. Proje okullarında (liselerinde) AKP iktidarının eğitim aparatı haline gelmeyen, bilimsel eğitimden yana eğitim yapmaya çalışan öğretmenlerin sürgün edilmeleriyle başlayan “öğretmenime dokunma” protestoları iktidarın da beklemediği bir oranda ses getirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Liselilerin protestolarına üniversite gençliğinin destek vermesi, velilerin çocuklarının arkalarında durarak liselerde yükselen sese sahip çıkmaları iktidarı rahatsız etmiş durumda.
Liselerdeki protestoların üniversitelerde başlayan protesto ve boykotların ardından gelmesi, liseli öğrencilerin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz bir şekilde gözaltına alınması sonrasında başlayan Saraçhane mitinglerinde yer almaları, bu protestoları ortaya çıkaran dinamiklerin sadece öğretmenlerin sürgün edilmeleriyle sınırlı kalmadığını bize gösteriyor. Okul idarelerinin, polisin baskılarına rağmen velilerin çocuklarının yanında durup onlara destek vermeleri de bu sonucu ortaya koyuyor.
Liselerde -aslında ilkokuldan başlayarak bütün okullarda demek daha doğru olur- yaşanan sorunlar çok daha derin ve sadece proje okullardaki öğretmenlerin sürgün edilmelerinin sonrasında ortaya çıkan, bu okullarda da eğitimi yerle bir etmeyi hedefleyen sorunlardan daha büyük ve karmaşık olduğunu görmek gerekiyor.
Okullardaki sorunların yumağı 23 yıllık AKP yönetimleri döneminde birike birike içinden çıkılmaz boyutlara ulaştı.
Devasa boyutlara gelen sorunlar yumağı okullarına gidip gelen öğrencilerin geleceklerini, umutlarını, hayallerini nasıl çalındığını, öğrencilerin geleceklerinin çalınması için bugüne kadar hangi gerici, okullardaki eğitime balta vuran projelerin hayata geçirildiğini gördüğümüzde sorunun sadece proje okullarda öğretmenlerin sürgün edilmesiyle sınırlı olmadığını görmek daha kolay olacaktır.
İlk önce tüm baskıcı yönetimlerin kendi siyasal ve dini inanışlarına uygun bir gençlik, bu gençliği yaratabilmek için bir eğitim sistemi yaratmayı önlerine hedef olarak koyduklarını söylemek gerekiyor. Kendi iktidarlarının devamını, bu devamı sağlayacak kitle tabanını yaratmak için buna ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle bugün Türkiye’de eğitim sisteminde yaşanan sorunların benzerleriyle kendi hedefleri doğrultusunda bir gençlik yetiştirmeye çalışan tüm baskıcı iktidarlarda karşılaştığımızı söyleyebiliriz.
Alman okulları, ilk okuldan üniversitelere kadar, çarçabuk Nazileştirildi. Okul kitapları acele olarak yeniden yazıldı; ders programları değiştirildi; – eğitimcilerin resmi yayın organı olan Der Deutsche Erziher’in kelimeleriyle – Kavgam, ‘pedagoji sistemimizin değişmez kılavuzu’ oldu; yeni ışığı göremeyen öğretmenler okullardan kovuldu. Bütün öğreticiler resmen parti üyesi olmasalar bile duygu bakımından aşağı yukarı birer Nazi olmuştular. İdeolojilerinin kuvvetlendirilmesi için Nasyonal Sosyalist ilkelerini yoğun bir şekilde öğreten özel okullara gönderiliyorlardı. Bu okullarda daha çok Hitler’in ırk doktrinleri üzerinde duruluyordu.[1]
AKP hükümeti 2024 yılına kadar, yani 22 yılda 18 kez eğitim müfredatını değiştirdi. Bunun bir amacı olmalıydı.
Tayyip Erdoğan 2012 yılında partisinin gençlik teşkilatının kongresinde yaptığı konuşmada Necip Fazıl Kısakürek’in Çile kitabındaki “Gençliğe Hitabesi” şiirinden alıntı yaparak “… Dininin, dilinin, beyninin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik yetiştireceğiz” demişti. Yaptığı birçok konuşmada da dindar gençlik yetiştirmekten söz etti. Okullarda hayata geçirilen eğitimden, Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarından, eğitim müfredatlarıyla bu kadar çok oynamalarının amacının dindar ve kindar bir gençlik yetiştirmek olduğunu bugün aklı başında olan herkes kabul ediyor olmalı.
AKP’nin eğitimde yaptığı en önemli değişikliklerden biri 4+4+4 sistemidir. Bu sistemle birlikte eğitim daha çok gericileşti. Ayrıca bu sistemle birlikte eğitimin daha çok ticarileşti. Özel okulların ve imam hatiplerin sayısı her yıl biraz daha artmaya başladı. Yapılan müfredat değişiklikleriyle okullarda laiklik karşıtı, gerici, bilimsellikten uzak içerikler okutulmaya başlandı. Gerici vakıflar protokoller yapıldı. Diyanet bir eğitim bakanlığı gibi çalışmaya başladı. Son olarak ÇEDES protokolüyle imamlar derslere girmeye başladılar.
AKP iktidarlarının eğitimde yaptığı değişikliklerin sonrasında eğitimin özelleştirilerek ticarileştirildiğini söyledik. Bu durum öğrenciler arasındaki fırsat eşitliğini ortadan kaldırılarak paran kadar eğitim anlayışını hakim kıldı. Bugün ilk okuldan başlayarak üniversitelere kadar bütün okullarda okuyanlara eğitim hakkından yararlanmak isteyen öğrenciler-bireyler olarak bakmak yerine, müşteri olarak bakılmaya başlandı.
İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından yayınlanan Eğitim Kurumlarında Özelleştirme ve Dönüşümünün Eğitim Hakkı Üzerinden Değerlendirmesi raporunda, 4+4+4 sisteminin eğitim üzerinde etkisini göstermek için verdiği örnekte İstanbul’da özel ilkokul oranının yüzde 17,93’ten yüzde 35,44’e çıktığı belirtiliyor. Liselerde bu durum daha da kötü. İstanbul’daki liselerin yüzde 68,10’unu özel liseler oluşturduğu belirtiliyor. İPA Başkanı Buğra Gökçe bu durumun sonuçlarını şöyle açıklıyor:
Eğitimde özelleştirmenin artması, eğitim hakkının eşitlikçi bir şekilde yaşanmasını engelliyor. Fırsat eşitliği azalırken, ekonomik durumu iyi olan aileler nitelikli eğitim imkanlarına daha kolay erişiyor. Bu durum, toplumun alt tabakalarında kalan bireylerin sosyal hareketliliğini ve başarı şansını azaltıyor.[2]
Sosyal devlet ilk okuldan üniversiteye kadar bütün yaş guruplarına eşit, bilimsel, ücretsiz eğitim vermek ve herkesin bu haktan eksiksiz bir şekilde yararlanmasını güvence altına almakla yükümlüdür. Bu nedenle eğitimin piyasalaştırılması sosyal devlet olmayla çelişen bir durumdur.
Son yıllarda eğitimde yapılan düzenlemelerle öğrenciler çocuk işçi haline getirildiler. Artan yoksullukla birlikte veliler bu durumu ses çıkartmamaları ya da bu durumun yoksul ailelerde zorunlu bir kabullenme haline gelmesi öğrencilerin ucuz işgücü durumuna getirildiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
“AKP’nin özellikle son 2 yıldaki eğitimdeki en önemli hamlelerinden biri mesleki eğitim merkezleri (MESEM) oldu. Çocuklar bu uygulamayla 4 gün işyerine giderken sadece 1 gün okula gidiyor. 9, 10 ve 11’inci sınıf öğrencilerine asgari ücretin yüzde 30’u, 12’nci sınıftakilere ise asgari ücretin yarısı kadar maaş veriliyor.
Çocuklarını okutamayan veliler MESEM’lerde maaş da verilmesi nedeniyle buraları tercih etmeye başladı. MESEM’lere kayıtlı öğrenci sayısı 1 milyonu aştı. Bunun önemli bir bölümünü örgün eğitim çağındaki çocuklar oluşturdu. Çıraklık eğitimi olarak pazarlanan MESEM’ler tamamen devlet eliyle çocukları işçileştiren bir duruma dönüştü. Hatta son aylarda yaşanan iş kazalarında yaklaşık 10 çocuk MESEM’lerde hayatını kaybetti. Onlarcası yaralandı. [3]
Birçok Avrupa ülkesinde de liseye gidemeyen (liseye gidebilmek için not ortalamasının çok yüksek olduğu ve liseye gitmeyi başaranların sınavsız üniversitelerde istedikleri bölümlere kayıt yaptırabildikleri ülkelerde) öğrenciler mesleklere yönlendirilirler. Yine öğrenciler meslek edinmek istedikleri iş alanlarında çalışırken para ya da maaş da alırlar, ama bu ülkelerde meslek okullarına giden öğrencilerden beklenen ucuz işgücü haline gelmeleri değildir. Bu okullarla hedeflenen üniversiteye gidemeyen öğrencilere bir meslek edindirerek çalışma yaşamına hazırlamaktır. Ayrıca bu öğrencilerin yüksek okullarda okumalarının önüne engeller konulmaz. İstekli olan öğrenciler yaptığı mesleğin yüksek okulunu okuyarak çalıştığı işkolunda daha önemli pozisyonlara gelebiliyorlar. Türkiye’de ise hedef, çalışmaya yönlendirilen çocukların eğitimden uzaklaştırılmalarıdır.
Eğitim sistemindeki en önemli sorunlardan biri de imam hatip okullarının yaygınlaştırılması oldu. İmam hatip okullarının sayısının artırılmasının yanında, bütün okulların imam hatipleştirme çabasında büyük bir yol alındı. Artık öğrenciler hangi okullarda okurlarsa okusunlar aldıkları eğitim imam hatiplerde alınan eğitim haline geldi. Milli Eğitim Bakanlığı tarikatlara bağlı vakıflarla protokoller imzalayıp okullardaki eğitimi bu vakıflardan gelen cemaat üyesi, eğitimsiz, pedagojik donanımdan yoksun, tarikatların kendilerine biçtiği rol modele göre hareket eden ve tarikatların hedeflerine hizmet edecek şekilde çalışmalar yürüten kişilerin inisiyatifindeki bir eğitimle nasıl bir gençlik yetiştirmeye çalıştıklarını kestirmek çok güç olmamalı.
Cemaat üyelerinin derslere girmesi için cemaat vakıflarıyla protokoller yapıldığını bizzat 2024 bütçe görüşmeleri yapılırken Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada Milli Eğitim Bakanı söyledi. İlkokullar neredeyse Kur’an kursuna dönüştürüldü. Ortaokul ve liselerin neredeyse tümü imam hatipleştirildi. Ortaya çıkan bu sonuç üzerinden medrese eğitimine geri dönüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
Açık liseler çocuk işçiliğin yaygınlaştırılmasına hizmet etmesi yanında kız öğrencilerin okullardan kopartılıp evlere kapatılmasına, hatta çocuk evliliklerin önünün açılmasına hizmet ediyor. Bugün okula giden okul yaşındaki öğrencilerin oranının 10-15 yıl öncesine göre azalması bu durumun ispatı gibi.
Liselerde yaşanan protestolara katılan öğrencilere sorunlarını ya da taleplerinin ne olduğunu sorup çözüm üretmek yerine, polis ve okul idarecileri üzerinden şiddet, okuldan uzaklaştırma tehditleri yöneltmek, öğrencilerin ailelerini arayarak şiddet ve tehdidi başka boyutlara taşımak sadece okullarda öğrencilerin karşı karşıya kaldıkları sorunları bize göstermiyor, ülkenin resmini de çiziyor.
Bugün liselerde ortaya çıkan öğrenci protestoları da tıpkı üniversitelerde yaşanan öğrenci protestolar gibi 1960’lı yıllardan itibaren çeşitli dönemlerde kendisini gösteren gençlik eylemlerinde farklılıkları var. Farklılıklara rağmen son altmış yılda yaşanan gençlik eylemlerinin ilerici taleplerine bakarak bugün liselerde yaşanan tepkileri önemsizleştirmek doğru değil. Liselerde “öğretmenime dokunma” talebiyle ortaya çıkan tepkilerin, aslında bu öğretmenlere sahip çıkmaları üzerinden daha bilimsel, çağın ihtiyaçlarına uygun bir eğitim talebini içerdiğini unutmamak gerekiyor. Bu talebin proje okullar dışındaki liselerinde talebi haline gelme durumu var. Devleti korkutan da bu olmalı.
Bilimsel bir eğitimin gericiliğin panzehiri olduğunu en az bizim kadar bu ülkeyi yönetenler de biliyordur. Bu panzehirin hedefledikleri dindar ve kindar neslin önünde en büyük engel olacağını da biliyorlardır.
Elbette ki okullarda yaşanan sorunları bir makale yazısında bütün yönleriyle ele almanın mümkün olmadığını görmek gerekiyor. Yine de birkaç başlık altında anlatmaya çalıştıklarımız okullarda yaşanan sorunları, bu sorunlarla birlikte öğrencilerin aldıkları eğitimin niteliğini, gelecek kaygısı yaşayan öğrencilerin yaşadıkları ruh hallerini, umutsuzluklarını bize gösteriyor olmalı.
Bir ülkenin adalet sistemi gibi eğitim sisteminin içinde bulunduğu durum da o ülkenin gelişmişlik düzeyini gösterir. Diğer bir deyişle çağın gereklerini, toplumun ihtiyaçlarını karşılamayan bir adalet ve eğitim sisteminin olduğu bir ülkede insanların yaşam standartlarının iyi olmasını beklemek hayalcilikten öte bir şey değildir. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini ölçmek için önce o ülkenin eğitim ve adalet sisteminin içinde bulunduğu duruma, düzeyine bakmak gerekiyor.
İnsana yatırım yapmayan hiçbir ülke gelişemez. Türkiye’nin her konuda geri olmasının nedenlerini burada aramak gerekiyor.
[1] William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu Cilt I, sayfa 395, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul 1968
[2] Birgün Gazetesi, İPA raporu yayınlandı! İşte4+4+4 sisteminin bilançosu, 30.09.2024
[3] Mustafa Kömüş, Aynı yaşlarda farklı ‘sınıfta’, Birgün Gazetesi, 09.06.2024
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.