Kürt hareketinin Suriye’de aldığı pozisyon kazanımlarını korumak gibi pragmatik bir bakış açısıyla değerlendirilebilir. Zaten yıllardır Türkiye solunun büyük çoğunluğu SDG-ABD yakınlığını bu konu üzerinden ele alıyor. Ancak binlerce insanın katledildiği günlerde verilen el sıkışma pozu sol açısından da kabul edilebilir kıvamı geçti
İç siyasette İmralı heyetinin aracılığı ile Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ve ardından yaşanan görüşmeler tartışılırken Suriye’de içinde cihatçı ve selefi grupların bulunduğu HTŞ’nin Alevi katliamı tüm sürecin önüne geçti.
Toplumsal muhalefet bu konuyla ilgili açıklamalar ve eylemler düzenlediği gün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin CHP’yi “mezhepçilikle” suçlayıp DEM Parti’ye konu hakkında hiza vermeye çalıştığı açıklaması düştü.
Bahçeli’nin bu çıkışı tam tartışılamazken görüşmeleri sürdüğü açıklanan SDG-HTŞ anlaşması Türkiye solunda bir şok etkisi yarattı.
Anlaşmada geçen “Esad artıkları ile mücadele” ibaresi bu yazının ana konusu. HTŞ’nin Lazkiye’de giriştiği Alevi katliamına bulduğu kalıp buydu. AKP iktidarı da Suriye’de yaşanan gelişmeleri bu ibare altında değerlendirdi.
Anlaşma duyurulmadan önce Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi ise Suriye’de yaşanan durumu katliam olarak gördü ve buna uygun açıklamalarda bulundu.
Yeni Yaşam Gazetesi “HTŞ’nin IŞİD’e dönüştüğünü” ifade ederken DEM Parti bileşenleri HTŞ ile el sıkışanları cihatçılara destekle suçluyordu.
Tüm bu açıklamalar SDG lideri Mazlum Abdi ile HTŞ lideri Colani arasında yapılan anlaşma el sıkışma görüntüsüyle başka bir evreye geçti.
Kürt hareketinin Suriye’de aldığı pozisyon kazanımlarını korumak gibi pragmatik bir bakış açısıyla değerlendirilebilir. Zaten yıllardır Türkiye solunun büyük çoğunluğu SDG-ABD yakınlığını bu konu üzerinden ele alıyor.
Ancak binlerce insanın katledildiği günlerde verilen el sıkışma pozu sol açısından da kabul edilebilir kıvamı geçti.
Bu poz son zamanlarda HTŞ’nin “çeteci bir örgüt” olduğunu ve bu yüzden Alevileri katlettiğini söyleyen Kürt siyasi hareketinin Türkiye’deki temsilcilerinin bundan sonra yapacağı açıklamalarda krize neden olacağı açık.
DEM Parti’den bu anlaşmaya dair yapılan açıklamada barışa katkı sunacağı ifade edildi. Bu yorum Kuzey Suriye’nin kazanımlarını korumak adına bir “zafer” iması taşıyor elbette. Bu hem DEM Parti içindeki bileşenlerin hem parti yönetiminin şu süreçte adım atmasını zorlaştırabilir.
Öcalan’ın çağrısının SDG’yi de kapsadığı bu anlaşmayla daha açık bir hale geldi artık. Anlaşma detaylarının yanı sıra HTŞ ile SDG arasında garantör ülke de ABD oldu.
“Direniş ekseninin Suriye’de uğradığı yenilgi ABD’nin ve İsrail’in kazanımıdır” düşüncesi öyle haksız bir düşünce de değil gibi.
Türkiye, ABD ve İsrail’in bu noktada aynı pozisyonu alması buna Suriye içindeki cihatçılarla pragmatik bir davranış olarak yargılansa da Kürt hareketinin yedeklenmesi nereden bakılırsa bakılsın eleştirilmesi gerekiyor.
ABD’nin garantörü olduğu içinde selefi cihatçıların yer aldığı ve katliamlara adı anılan bir örgütle birliktelik pozu Türkiye solunun sürece dahil olduğu yerlerde bir özeleştiri kapısı da aralıyor.
Bundan sonra alınan pozisyonlar özellikle Alevi kamuoyu açısından da bu pozla hatırlanacaktır. Öte yandan anlaşma sonrası eleştirilere cevap niteliği taşıyan bazı açıklamalar da yapıldı.
SDG farklı isimleri ile yaptığı açıklamalarda anlaşmanın Alevileri koruyacağını ifade etti. Bu önümüzdeki süreçte belirginleşecektir muhakkak.
Türkiye’deki iktidarın silah bırakmasını istediği SDG anlaşmaya göre silah bırakmış da sayılmıyor. Anlaşmaya göre SDG tüm komuta kademesiyle HTŞ idaresindeki Suriye ordusuna dahil olacak.
Günü kurtarmaya benzeyen bu anlaşma ileride kalıcılığını koruyabilir mi bilinmiyor. Bu anlaşmanın geleceğini HTŞ ve SDG’nin konumlandığı pozisyondan çok ABD ve Türkiye’nin bölge üzerindeki siyasi tavırları belirleyici olacak.
Anlaşma içeriğine ilişkin derin siyasi analizler için erken de olsa ilk elden şunları söyleyebiliriz; SDG’nin son zamanlarda Alevi katliamları ile gündeme gelen HTŞ’ye uluslararası arenada bir meşruluk kazandırdığı açık. Bu anlaşma ile SDG, ABD’nin kendisine desteğinin süresini de uzattı. Anlaşma bağımsız görünse de Filistin mücadelesi açısından da önemli. HTŞ’nin Esad’ı devirmesiyle ikmal hatlarını kaybeden Filistin direnişi örgütlerinin bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izleyeceği merak konusu.
Ancak anlaşma maddeleri hayata geçerse nasıl uygulanacağı konusu hala muamma. Bu anlaşmadan en rahatsız olan ülkenin İran olduğu su götürmez bir gerçek. HTŞ ve SDG, İran konusunda “Esad’ın kalıntıları ve onlara destek veren ülke” konusunda aynı yerde. Bu da önümüzdeki yıllarda bölge açısından İran’ı daha hassas bir yere çekiyor.
Hem Öcalan’ın çağrısı ile yürütülen yeni süreç hem SDG-HTŞ anlaşması Türkiye solu açısından bazı değerlendirmeleri yeniden yapmanın vaktinin geldiğini gösteriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.