Aynı miktarda C vitamini almak için 1 elma yerine bugün 100 elma, 1 portakal yerine 10 portakal yemek gerekiyor. 50 yılda domateste yüzde 5 vitamin kaybı olduğu gibi tadı da yavan hale gelmiştir
Dünya genelinde kapitalist sistem ve uzantısı küreselleşme ile giderek tekleşen ya da standartlaşan ürünlerle, sebze ve meyvelerle karşılaşıyoruz[1] ve bu ürünler ucuz emek ve ucuz hammadde ile üretilip dünyanın dört bir yanına dağıtılıyor. Yeme içme kültürü de bu tekleşen sebze ve meyvelerden etkileniyor. Kötü beslenme, şişmanlık, açlık, beslenme kepazelikleri ortaya çıktığı gibi tatsız, tutsuz sebze ve meyvelerde pazarlarda satılır.
Sömürgeci dönemde kapitalist ekonomi egemenliği altına aldığı topraklarda mülkiyet yapısını değiştirirken tarımın yapısını da değiştirir ve çoğu ülkeler geçim tarımını terk ederek ihracatın öne çıktığı tek ürün tarımına yönelirler. Kahve, kakao, şeker pancarı, pamuk, kauçuk gibi. Bugün de palm yağı elde etmek için ormanlar katledilmekte ve hayvan yemi yetiştirmek için kolza, soya, mısır ekilmekte. Besleyici özelliği olan, yerel iklim ve toprağa uyum sağlayan ve insanların hem karnını ve hem de cebini doyuran yerel ürünler kaybolmaya yüz tutar.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve tohumlara el koyma ise sebze ve meyvelerin besleyici özelliklerini kaybetmesinin bir başka nedenidir. Çevre ve insan sağlığına zarar verip vermediği, diğer doğal ürünleri, bitkileri ve canlıları nasıl etkilediği bir yana GDO’lar da tat, tuz bulamazsınız. Besleyici özellikleri fazla tartışılmaz. Söz konusu olan verimliliktir. Bu konuda bir örnek verelim. Tarım ilacı, GDO, dioksin üreticisi plan çokuluslu şirket Monsanto genetiği değiştirilmiş bir patlıcan ile ilgili bröve alır. Oysa bu patlıcan yüzyıllardır Hindistan’da üretilen altı tür patlıcanın genlerinden yararlanılarak üretilmiştir ve Hindistan biyoçeşitlilik kurumu bu konuda dava açar ama sonra dava terk edilir. İnsanlar yerel patlıcanları kaybettiği gibi bu sebzenin vereceği besleyici özellikleri, vitaminleri de dolaylı olarak kaybederler.
Aynı olayı biyoyakıtlar için söyleyebiliriz. Çokuluslu şirketler ve devletin etkisiyle yerel tarım terk edilip kısa dönemde getirisi daha fazla olan biyoyakıt üretimine geçilmesi yerel tarıma zarar verdiği gibi yerli halkın yetiştirdiği sebze ve meyvelerin de önünü keserek sağlıklı beslenmelerini engeller. Çarşı, pazardan ithal edilmiş ve yerele göre daha az besleyici olan sebze ve meyveleri tüketmeye başlarlar. Dolaylı yoldan beslenme özelliklerini kaybederler.
Son olarak, gıda sanayiinin üretmiş olduğu gıdalar hakkında bilimsel olarak kanıtlanmamış ve çoğu kez yalanlara dayalı abartılı sözlerini de unutmayalım. Vitamin küpüdür, strese iyi gelir, rahat uyku sağlar, probiyotik doludur, yüzde yüz doğaldır gibi abartılı reklamlarına kanmayalım.
Beslenme uzmanlarının konusuna girmeden biz kısaca konumuza gelelim. Evet, sebze ve meyve tüketmeliyiz. Günde beş tür meyve ya da sebze tüketmelisiniz diye reklam da bolca yapılır. Sebze ve meyveyi dalından ya da kökünden kopararak anında, kurutarak, dondurarak, tütsüleyerek, konserve yaparak tüketebilir ya da hemen pişirerek (yağda kızartma, buharla pişirme) afiyetle yiyebilirsiniz. Bu aşamaların her birinde besleyici özellikler az çok kaybolur.
Besleyici özelliklerin kaybı konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır:
Birinci görüşü ele alalım:
Son yıllarda yapılan kimi araştırmalar (Foods dergisi, 2022, Scientific Reports 2020, Britsih Food journal 1997, Teksas Üniversitesi ile Journal of the American College of Nutrition, 2004, ABD’li organik dernek araştırması, 1975-1997 arası, İngiltere ‘de yapılan araştırma, 1930-1980 arası, Environmental Health Perspectives, Hindistan, 2017) özetle şunu söylüyor: Aynı miktarda C vitamini almak için 1 elma yerine bugün 100 elma, 1 portakal yerine 10 portakal yemek gerekiyor. 50 yılda domateste yüzde 5 vitamin kaybı olduğu gibi tadı da yavan hale gelmiştir. Kimileri buna “boş kalori” adını vermektedir. Ortalama olarak yüzde 20-30 kayıp olduğunu ileri sürerler. Vitaminler (B2, C), fosfor, protein, kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, lif gibi besleyici özelliklerin, hepsinde aynı oranda olmasa da azaldığı görülmektedir. Aynı şekilde tahıllarda (buğday, arpa, pirinç), organik tarımda da ve özellikle karbondioksit artışıyla da proteinlerde azalma görülmektedir. Dolayıyla bağışıklık etkilenir, hastalıklara direnç azalır, büyüme dokuları zarar görür, kemikler, dişler, sinirler yeterince besin alamaz. İnsan sağlığı tehlikeye girer.
Nedenlerini ise şöyle açıklarlar:
İkinci görüş ise yapılan araştırmaları dikkate alarak yöntemlerin farklı olduğunu (ortalama değer alınır ama minimum, maksimum değerlerden söz edilmez), kimi öğelerin dikkate alınmadığını (doymuş yağ asidi gibi), türlere göre farklılıkların olduğunu, organik ya da geleneksel tarıma bağlı olarak değişebileceğini, zengin olan türlerin seçildiğini ve bunun da sonuçları etkilediğini ileri sürer. Toplama zamanı, taşıma ve koruma şekli (kurutma, dondurulmuş ürün gibi) ve zamanına göre ya da sera ürünü ya da açık havada yetiştirilmesine bağlı olarak zaten besleyici özelliklerin değişebileceğini söyler ve zaman içinde kayıp olsa da önemli olmadığını belirtir. Besleyici özelliklerde istikrar olduğunu ileri sürerler.
Tarımın ve toprağın giderek etkilendiğini biliyoruz. Bunun için de toprağa özen göstermek gerekir. Toprağı öldürürsek biz de ölürüz. Organik tarım, perma kültür, toprağı besleyen tarım, orman-tarım ilişkisi içinde tarımla kaybolan besleyici özellikleri kazanmak mümkün ve dünyanın birçok yöresinde uygulamalar sürmekte. Rotasyon yapılması, toprağın fazla sürülmemesi, bitkiyle örtme gibi yöntemlerle toprak üstü ve altı dengesi korumaya çalışılır.
Tüketici olarak da dünyanın bir ucundan gelen sebze ve meyveleri değil, daha çok yerelde yetişen ürünleri tercih edip, farklı sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeliyiz ve bunun içinde üreticileri desteklemeliyiz.
[1] Bu konuda bakınız: İsmail Kılınç, Meyve ve sebzelerin kayboluşu ve tekleşmesi, sendika.org, 6-6-2023.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.