Sözcüğün gerçek anlamıyla çürüyen sermaye düzeni, toplumsal ilişki ve değerlerin aşınarak kaybolmasına düzenini ayakta tutmak için özellikle çanak tutmaktadır. Çünkü birbirine sırtını dönerek, birbirini görmezden gelerek hatta birbirine çelme takarak hareket edenler kapitalizmin sürgit düzeninde kabul görenler olacaktır
Şeyler ya da belirli bir şey, nesne neden çürür? Çürür, çünkü enerjisi, hareket kabiliyeti kaybolan, uzam ve zamandan yani gerçekçilikten sıyrılarak bir başına kalır; hücreleriyle bağlantılar zayıflar, sonra ana kolandan kopar, dağılır hareket edemez hale gelir. Üzerinden başkaları beslenir geçer, alttaki hepten işlevsiz kalır, kokuşarak kaybolur.
Doğada, doğallığında bir canlının çürümesi nitelik olarak aşağı yukarı böyledir. Aslında doğada özellikle de bitkisel âlemde çürüme kaçınılmaz ve kendiliğinden zorunlu bir hareketin sonucudur. Bir ağacın kuruyup çürümesi başka bitkiler ve bitkiler ortamında yaşam bulan böceklerin beslenmesi, mantarların ortaya çıkması açısından önemli bir olaydır. Çürüme, yenilenme için gerekli bir döngü haline gelmiştir. Elbet söz konusu çürüme döngüsü, insanın var olduğu koşulda onun eliyle bozulacak şekilde iradi bir darbe almadıysa! Her çürüme süreci yeni bir yaşamı içinde barındırır. Bu ve bunun gibi çürüme süreçleri nesnenin vazgeçilmez hallerinden biridir.
Salt doğal çürümenin dışında asıl bizim için tartışma konusu olan çürüme, mecazi bir anlamı taşıyan toplumsal çürüme biçimidir. Toplum ya da topluluk hali, insanın var olduğu zamandan bu yana çeşitli dönemlerdeki üretim biçimine denk düşen kültürü ve buna dahil olan gelenek birikimiyle, örgütlenmiş ilişki vb. durumunu ifade eder. Kapitalist üretim ilişkilerinde de sınıfsal çelişkiler bir yana kurum ve kurallarıyla iyi organize olmuş ve gelişmiş bir toplum düzeni söz konusudur. Devlet düzeneği, genel olarak tepede bu ilişkileri mülk sahibinin çıkarlarına uygun olarak biçimlendiren bir toplum yapısını hakim kılmaya çalışan üst yapı niteliğindedir.
Kapitalizm, bir bakıma toplum halinde yaşayan ve üreten insanın topluluk ilişkisine özde aykırı bir örgütlenme sağlar. Söz konusu örgütlenmede, mülk sahibi ya da onun denetimi altındaki yönetici kadrosu ile üretenlere karşı tutumu birbirine tamamen zıt olacak bir şekildedir ki, bu da bir yandan üreten diğer yandan üretenlerin emeğine el koyma şeklindeki sınıfsal gerçeğin kendisiyle ilgilidir.
Maddi ya da hizmet esaslı üretime dayalı irili, ufaklı bir işyerinde işler; küçük, orta ya da büyük bir küme insan tarafından yetenek, tecrübe, meslek esasına dayalı olarak işbölümüyle yürütülür. Büroda biri temizlik yapar, biri iletişimi sağlar, biri gelir-gideri tutar, biri arşivi yönetir, bir ya da birkaç kişi kurumu organize eder, kararlarını alır. Bir dokuma fabrikasında koca bir makinanın başında yerine göre 20, 30, 50… kişi aynı makinenin farklı bir aparatını denetler. Eğer bu bir iplik makinesi ise pamuk ya da yünün girişinden ortaya, dokunmuş kumaşın çıkıp rulo oluşuna kadar olan bir süreci kapsar ve o küçük alandaki üretim bandı çevresinde, 50 işçinin aynı amacı sağlamaya dönük ayrı ayrı işleyişi vardır. İşçiler bir başkasına yani patrona ait olan makinenin ayrı ayrı bir parçası gibi üzerlerine düşen işi yapar. Buradan hareketle kapitalizmde üretim toplumsal iken, mülk edinme özeldir. Çalışanların emeği üzerinden sağlanan kârla, mülkiyet de ayrıca büyümeye devam eder. Birlikte üretirken, birlikte bölüşme yerine, üretilenlere bir kişinin ya da bir şirketin sahip olması toplumdaki büyük, temel çelişkiyi oluşturur.
Üretim toplumsal mülk edinmenin özel olması, öz itibarıyla çürümenin de başlangıç kaynağıdır. Kapitalizm, 19. yüzyılın sonuna doğru artık sürekli kriz üreten ve krizin toplumsal süreçlerini baskılayarak yapısına uygun olarak “suç ve suçlu” üreten bir toplum biçimidir. Bir dilim baklavaya parasız ya da izinsiz el atanın eli yanar, hapsi boylar! Bir dilim baklava, kutsallaştırılmış mülkü yansıtır. Mülk edinme ya da gelir adaletsizliği neoliberal politikalarla birlikte dünyanın her yerinde devasa boyutlara ulaşmıştır. Reel sosyalizmin çöküşü, kapitalizmin pazar olarak dünyanın her yanına el atmasını ve doğal kaynakları yağmalamasının önünü açmasını beraberinde getirmiştir. Bu yağmaya insan emeğinin hoyratça kullanılması; yaşam alanlarının tehdit edilmesi, çalışanın canının, can güvenliğinin hiçe sayılması da dahildir. Salt bu nedenle topraklarını, doğal yaşam alanlarını kaybetmiş insanlar, hayvanlar dahil endemik bitkiler vardır. Çok uzağa, başka bir yere gitmemize gerek yok elbet. Doğanın talanında, emek sömürüsünde, siyasal baskılarda, hukukun ayaklar altına alınmasında dünyanın başka yerindeki bir insanın dahi ilk aklına gelecek ülkenin Türkiye olduğu aşikardır.
Bizim genel olarak toplumsal diye nitelendirdiğimiz iktisadi, siyasal ve sosyal çürüme, siyasal ve hukuki işlerliğin alt yapıya bağlı düzeneklerinin paslanması, tıkanması ya da ne dersek diyelim darmaduman olmasıyla kendini gösterir. Ortaya çıkan manzara için sık sık canlı bir bünyede işlevini tamamlamış tüm atık ve çöplerin toplandığı “fosseptik çukuru taştı” benzetmesi ifadesi kullanılır. En tepeden başlayan kötü yönetim, süreç içerisinde yukarıdan aşağıya bürokrasiye egemen olur; işlerlik normal yolunda değildir. Adam kayırmacılık, torpil, rüşvet, mevcut hukuku işlemez, tanınmaz kılma noktasına sürükler. Kendine imtiyaz sağlama yarışındaki bu düzeneğin unsurlarının açığa çıkan çatışmaları, yaşam ve davranış biçimleri toplumun kılcal damarlarına dek yayılır. İktidarı yönetenler ya da mülk sahipleri iletişim araçlarını, interneti, sosyal medyayı kontrolü elinde tutanlardır. Algıya dayalı yalan haber ve manipüle edilmiş içerikler kitlelerin normal düşünme biçimini tahrip ederek çürümeye hız kazandırır. Kendi gerçeğine yabancılaşma, değer yitimi ve ahlaki erozyon toplum bireylerini de birbirinden uzaklaştırarak, ortak çıkarlar etrafında kümeleşmesine engel oluşturur. Sisteme yönelik olmasa gereken mücadele bir de bakmışsınız ki çalma, dolandırıcılık vs. biçiminde benzer yöntemleri kullanarak statü ya da sınıf atlama yönüne kayar.
“Kendi gemisini kurtaran kaptandır” anlayışına paralel düşen bireycilik, insanın birlikte mücadele ve örgütlenmesine dayalı şekilde yürümesini gerektiren toplumsal varlığını kemirerek sekteye uğratır. İşte Bolu’da tatile gitmişken otel yangınında cayır cayır yanarak küle dönen insanlar varken, yakınındaki otel tatilcilerinin karda keyif yapmaya devam edişinin görüntüleri, 36 canın yakıldığı Madımak Oteli’nin alt katına açılan lokantaya kebap yemek için girip çıkan müşterileri hatırlattı ki, bizim olaylar dağarcığımızda bu ve bunun gibi sayısız örneğimiz olduğu su götürmez bir gerçek. Bir yıl önce Kadıköy’de polis, bir protesto gösterisini gaz ve plastik mermilerle ara sokaklara püskürttüğünde, sokaktaki masalarda yiyip içenler, masalarının arasından geçecek yer arayan protestocuları görmüyormuş gibi önlerindeki tabak ve bardaklarla alakasına devam etmişti.
İktidarın yarattığı yoksulluk ve çöküntü ikliminde çürüme, birey ya da organize olmuş bireylerin, başkalarının haklarını hiçe sayarak kolay yoldan kendini kurtarma, çıkarlarını sağlama hareketine evrilmiştir. Sözcüğün gerçek anlamıyla çürüyen sermaye düzeni, toplumsal ilişki ve değerlerin aşınarak kaybolmasına düzenini ayakta tutmak için özellikle çanak tutmaktadır. Çünkü birbirine sırtını dönerek, birbirini görmezden gelerek hatta birbirine çelme takarak hareket edenler kapitalizmin sürgit düzeninde kabul görenler olacaktır. Sistemin kâr döngüsü öyle hızlı bir seviyeye ulaşmıştır ki yiyecek satın alırsınız altından sağlığınızı bozan zehirli maddeler çıkar. Tedavi için gittiğiniz hastane, hastane değil sizi müşteri sayan bir kuruma dönüşmüştür. Köyüme döneyim dersiniz, maden şirketlerinin ablukası altında olduğu anlaşılır. Eğitim aldığınızı sanırsınız okullarda, yurtlarda karşınıza şeriatçı yapılar çıkar. Davalık olur kendinizi mahkemede kendinizi savunmayı düşünürsünüz, yargıç başka telden çalan bir yandaş olarak karşınıza çıkar… Çürüme adeta kâr döngüsünün hızıyla doğru orantılı olarak hareketine devam ediyordur. Her döngüde “yok artık bu kadar olmaz” dedirterek; yeni döngüde bir önceki çürük kokusunu normalleştirerek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.