Toplumsal dayanakları olan emek-özgürlük eksenli talepler; güç, derinlik ve sağlamlıklarına bağlı olarak -şekilsiz ve örgütsüz olsalar da-, burjuva iktidar değişimi süreçlerinin (dahi) kayıtsız kalamayacakları olgular kapsamındadır
Cumhuriyet tarihinin en ağır çoklu-krizinin içindeyiz. “Türkiye yönetilmez, idare edilir” diyen Süleyman Demirel, örtük olarak krizler silsilesine de işaret eder aslında. Yakın tarihin kriz-geçiş süreci-“çözüm” dinamiklerine kuşbakışı göz atmak, gündelik olanın boğuntusundan sıyrılma imkânının yanı sıra, verili durumu tarihsel derinlik/bağlam üzerinden okuma penceresi de açabilir. Esaslı incelemelere konu olması gereken böylesine kapsamlı bir temayı, bir gazete makalesinin izin verdiği ölçülerde ele alabiliriz; yani kabataslak ve belirli yönleri öne çıkararak.
“Yeter, söz milletin!” şiarıyla iktidara gelen Bayar-Menderes ikilisi, demokrasi beklentilerine nazire yaparcasına işe TKP’yi hedefleyen 1951 tevkifatıyla başladı. Komünistlerin yarattığı tehditten çok, “komünizm tehdidi umacısını” köpürterek batı kampının teveccühünü kazanma hamlesi olan bu operasyon, ciddi bir aydın kırımıyla sonuçlandı ve iktidarın anti-komünist karakterini dünya aleme ilan etti. Devamı Kore’ye asker gönderme, NATO’ya kabul, kontrgerillanın -Türkiye’nin “tarihsel birikiminden” de yararlanarak- inşası ve Rum, Ermeni azınlıklara dönük 6-7 Eylül 1955 yağma-katliamıyla geldi. Dış borçlarla tarımda makineleşme, yol yapımında büyük atılım gibi hamleler nispi refah ve değişim umudunu bir süre diri tuttu. İktidarın ideo-kültürel tercihleri ve demagojik demokrasi söylemi, “dinsizlikle” kodlanan CHP döneminin baskılarından kurtulma (ham) hayalini besledi ümmi kitlelerde. Keza aynı yıllarda köyden kente doğru ciddi bir göç dalgası başladı, toplumsal mobilizasyon hızlandı, büyük kentlerde gecekondu bölgeleri ortaya çıktı. Fakat Menderes iktidarının ikinci döneminde taşıma suyla dönen değirmenin suyu kesilmeye başladı. Yoksul sınıflarda huzursuzluk arttı. Ekonomik sıkıntılara eşlik eden baskılar, tabanından tepesine CHP habitatında öfkeyle karşılandı. Keza yüksek öğrenim gençliği, aydınlar ve akademi hareketlendi. İÜ Öğrencisi Turan Emeksiz’in 28 Nisan 1960’ta polis tarafından katledilmesi infiali büyüttü. Nihayetinde bu gidişat 27 Mayıs darbesiyle noktalandı.
Darbenin anti-komünist karakteri, NATO’ya bağlılık beyanıyla işe başlaması, Kürt düşmanlığı, darbeler geleneğini başlatması, MGK’yi kurumsallaştırması bilinen gerçekler, tekrara gerek yok. Fakat darbenin ardından gelen geçiş süreci, darbe öncesi toplumsal basınç ve özlemlerin -ister istemez- izini taşır. 1961 Anayasası, 1959’da CHP kurultayında kabul edilen “İlk Hedefler Beyannamesi”nden derinden etkilenmiştir. Peki bu beyanname neden etkilenmiştir? Salt CHP kodamanlarının iktidar özleminin ifadesi midir? Evet; fakat bu özlem, CHP çerçevesinde dahi olsa, halkın yakıcı ihtiyaçlarına temas ederek toplumsal desteği arkalayacak bir içerikle formüle edilirse başarıya ulaşabilirdi. Çünkü bilinir ki, darbeyle de iktidara gelse, hiçbir rejim toplumsal meşruiyet/destek meselesini önemsizleştiremez. Ezcümle beyanname ve 1961 Anayasası, gençliğin, akademinin, kamu emekçilerinin, işçilerin, yoksullaşan, kutuplaştırılan ve baskı altına alınan halkın özlemlerini gözardı edemezdi ve edemedi; göreli olarak -memleket şartlarında diyelim- Cumhuriyet tarihinin en özgürlükçü anayasası böyle -ya da bu sayede- doğdu. Fakat cin şişeden çıkmıştı bir kez. 60’lı yıllar boyunca gelişen ve sonraki 20 yıla damgasını vuran sosyalizmin ideolojik etkisi altındaki işçi, köylü, gençlik, aydın hareketi ve Kürt siyasi yapılanmaları, 61 Anayasası’nın bahşettiği haklar sayesinde değil; bilakis, 61 Anayasası’nı da bazı hakları tanımaya mecbur kılan ve kökleri/mayalanması 50’li yıllarda aranabilecek toplumsal uyanış sayesinde mümkün olmuştur.
CHP’nin, özlemlerini söylemsel düzeyde istismar ederek iktidara tırmanma basamağı yaptığı emek- özgürlük eksenine sonraki yıllarda “ne yaptığı” ayrı bir tartışma konusudur. Tıpkı örgüt, program ve net bir politik şekillenmeden yoksun soyut -ama gerçek toplumsal temelleri olan- özgürlük talebinin, sırtında taşıdığı CHP kalıbına sığmaması ve TİP, DİSK, Dev-Genç, DDKO ve nihayetinde dönemin silahlı mücadele örgütlerine evrilmesinin; hatta tüm bu hareket ve yapıların “doğum lekeleriyle” sonraki süreçlerde nasıl baş edip-edemediklerinin ayrı bir bahis olması gibi.
Özetin ardından temel dinamiği kayda geçirebiliriz artık: Toplumsal dayanakları olan emek-özgürlük eksenli talepler; güç, derinlik ve sağlamlıklarına bağlı olarak -şekilsiz ve örgütsüz olsalar da-, burjuva iktidar değişimi süreçlerinin (dahi) kayıtsız kalamayacakları olgular kapsamındadır. Klasik döngü bellidir. Diktatörlüğün şu veya bu yolla sahneyi terk etmesinin ardından geçici bir “bahar havası” yaşanır; ve ardından bilek güreşi başlar. Özgürlük özlemini istismar ederek iktidara tırmanan klik, aynı özlemi kafesleyip sınırlamaya çalışırken, emek-özgürlük güçleri de geçici “bahar havasının” yarattığı iklimden yararlanarak ileriye fırlamaya çalışır. 1960-80 aralığındaki 20 yılda emek-özgürlük güçleri kendi toplumsal dinamizmine dayanarak tuzakları -büyük oranda ya da esasta- aştı, güçlü bir hegemonya alanı yarattı, “düzenin solunu” dahi baskılayıp etki altına aldı, “sola itti”. Milli Şef İsmet İnönü’yü 1965’te “ortanın solu” açıklamasına zorlayan da, Karaoğlan Ecevit’i, “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen”, “toprak işleyenin su kullananın” sloganlarına mecbur bırakan da işte bu toplumsal/devrimci/sosyalist dinamiktir. Yani ne 61 Anayasası ne İnönü’nün ortanın soluna geçmesi ne de Karaoğlan efsanesi devrimci solu güçlendirmedi; aksine, toplumsal dinamiklerin sosyalizme meyletmesi ve sosyalizmin taşıyıcı öznelerinin prestiji (Mahir, Deniz, İbo isimlerinin yankıları düşünülsün), CHP’yi “sola çekmeye” mecbur bıraktı. Çin, Küba, Cezayir devrimleri, Filistin, Vietnam direnişleri, dünyayı sarsan 68 gençlik isyanlarının yarattığı elverişli uluslararası iklim de, “iç dinamiği” olumlu yönde etkilemiştir kuşkusuz.
(12 Eylül 1980 yenilgisi -ya da yenilginin bu derece tahripkar olması- sosyalist hareketin CHP’ye/Kemalizm’e yedeklenmesinden vs. değil, kendi içsel zaaflarından; strateji kurma, ona hayat verecek muhkem ve çok boyutlu örgütler inşa etme, politika üretme, ittifak/cepheleşme beceriksizliği, olayların peşinden sürüklenme sorunlarından; velhasıl “başın gövdeyi taşıyamamasından” -yani beyinsizlikten- kaynaklandı.)
Sürecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.