Hayır demenin, protesto etmenin ötesine sıçrayarak, arayışçı, keşifçi çok yönlü bir tarzla yeni politik kanallar geliştirmeye, farklı mücadele biçimleri ve düzeylerine ön açmaya ve alternatif alanların inşasına girişmeye ihtiyacımız var Samuel Beckett’in o ünlü “Godot’yu Beklerken” oyunu şimdilerde yeniden revaçta. Gelmeyecek olanı bekleyen, Didi ve Gogo –“Yapacak bir şey yok” –“Al benden de o kadar” […]
Hayır demenin, protesto etmenin ötesine sıçrayarak, arayışçı, keşifçi çok yönlü bir tarzla yeni politik kanallar geliştirmeye, farklı mücadele biçimleri ve düzeylerine ön açmaya ve alternatif alanların inşasına girişmeye ihtiyacımız var
Samuel Beckett’in o ünlü “Godot’yu Beklerken” oyunu şimdilerde yeniden revaçta. Gelmeyecek olanı bekleyen, Didi ve Gogo
–“Yapacak bir şey yok” –“Al benden de o kadar” replikleriyle başlatırlar oyunu ve beklerler, beklemekten bıkarak, bekleyişin kısır döngüsünü yaratarak uzun uzun beklerler.
Didi ve Gogo’nun yakınan, sızlanan, şikâyet eden, başkalarından medet uman karakterleri ve gelmeyecek olana yaslanarak, Godot tarafından kurtarılmayı bekleyen, ataletin eylemsizliğe, bekleyişin bir eyleme dönüştüğü ahvalleri ülkemiz insanına ve hatta sosyalist solumuza hiç de yabancı gelmeyecektir kanımca.
O halde, önümüzdeki yeni dönemi çatallanmış bir yol ayrımı olarak kabul edip, Beckett’in Godot’sundan işaretle soralım: Godot’yu beklemeye devam mı edeceğiz; yoksa kendimizden başka kurtarıcı beklemeden tarihin sahnesine çıkmaya yeltenip, “Beklediğimiz kendimiziz” şiarını kitlelerin kulağına mı fısıldayacağız?
Bizim tercihimiz ikincisi. Hatta tercih değil de, sorumluluk ve zorunluluk kavramları daha uygun düşecektir.
Seçimden seçime sürüklenen ülkemizin son seçim takviminde, işlevini yitiren parlamenter siyaset ve restorasyoncu sol tarafından 24 Haziran gecesi, kitlelerin yüzüstü bırakılmaları, terk edilmişlik duygusuyla hayal kırıklığına yaslanarak, etrafa saçılan komplo teorileri ile kendine dayanak oluşturmaya çalışılması, “Kendimizden başka kurtarıcı beklemiyoruz” sloganına yeni bir anlam kazandırdı.
Memleket Biziz, mart ayında, tek adam rejimi karşısında bir biçimde hareket halinde olan toplumsal ve halkçı dinamiklerin özgürlük arayışına ve soldaki politik özne boşluğuna karşılık üretmek için genel bir çağrı yaptı.
Ülkenin gidişatına asgari bir program ve ilkeler çerçevesinde ortaklaşarak müdahale etmek ve değiştirmek için kurucu bir irade ile “Kendimizden başka kurtarıcı beklemiyoruz! Ülkemizi yeniden kuracağız” şiarıyla yola çıkarak, halkın kendi seçeneğini yaratmaya soyunan Memleket Biziz acil bir önem ve anlam kazandı.
Ve Memleket Biziz’i ortaya çıkaran koşullar ve fikriyat da tarih tarafından yeniden teyit edildi.
Şimdi memleketin gidişatına “Ses çıkar, durdur, ülkeyi yeniden kur” diyerek bir araya gelen -işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, ekolojistler, LGBTİ’ler, halklar ve inançlar- devrimci demokrat toplumsal güçlerle, Memleket Biziz diyenlerin, 22 Nisan’da Ankara’da gerçekleşen Özgürlük Buluşması’nda çıkardığı yol haritası ve meclisler hedefini, 24 Haziran sonrası oluşan yeni düzlemde yaşamın içinde somutlamaya soyunma vaktindeyiz.
Evet, 24 Haziran seçimleri geride kaldı ve her halükarda yeni bir dönemin kapıları aralanıyor.
Şimdi, rejimin anayasal statü kazanmasıyla birlikte, ülkemize özgü yeni bir faşistleşme biçimiyle, rejimin kurumsallaşmasının adımlarının hızlandığı ve ama birçok olasılığın-ve hatta birbirini iten ve dışlayan birçok olasılığın- siyaset sahnesinde aynı anda devrede olduğu, fevkalade karmaşık yeni bir dönemle karşı karşıyayız.
Politik dengelerin çok yönlü olarak değişeceği, çelişkilerin ve kriz alanlarının derinleştiği, mücadelenin ve sınıfsal çatışmaların keskinleşeceği yeni bir aşamaya geçildi.
Kutuplaştırma ve şok doktrini politikalarıyla yaşamın her uzvuna sızdırılan toplumsal bir çürüme halinden dayanakla, rejiminin inşasına soyunan iktidar, kurumsallaştırmaya çalıştığı faşizme şimdi, seçimler aracılığıyla meşruiyet kazandırmaya çabalıyor.
Ancak, öyle ya da böyle seçimleri “kazanmasına” rağmen, siyasi krizin yeni fay hatlarına yayılmasına da engel olamıyor.
Zira sahnedeki güçler ve devrede olan olasılıklar henüz yenişebilmiş ve birinden biri galip gelebilmiş değil.
Dolayısıyla önümüzdeki dönem, hem egemen güçler hem de devrimci, demokrat, toplumsal ve halkçı güçler açısından son derece kritik ve yaşamsal.
16 yılda 15 seçim, Haziran 2013 ayaklanması ardına son 4 yılda 6 ardışık seçim yaşayan ülkemizde, toplumun seçimler üzerinden yaşadığı politizasyonun belli bir sınırda kaldığı açık.
24 Haziran seçimleri, tarihinin en yüksek katılımıyla gerçekleşen seçim dahi olsa bile, kitlelerin sandıkla politize olma hali sınırlı ve edilgen bir siyasallaşma ve seçimden seçime mobilize olma halini aşamıyor.
Köklü değişikliklerin sandık matematiğiyle olamayacağını (elbette seçim süreçlerinin önemini yadsımadan) ve seçimlerin yalnızca bir araç olduğunu gören bir yerden, şimdi kitleleri edilgen ve nesne olmanın ötesine taşıyarak özneleştirecek, mevcut düzeni sarsıcı ve yeniden kurucu, siyasete etkin katılım biçimlerine ve mücadele araçlarına kafa yormalıyız.
24 Haziran seçimlerinin hemen ardına, sosyalist solda çubuğu yerel seçimlere büken ve salt sandığa kanalize olma siyasetini salık veren talihsiz açıklamalara tanıklık ettik.
Oysa derhal, salt sandık ve yüksek siyaset mecralarından ve hatta egemen güçlerin restorasyonundan medet umma ahvalinden sıyrılarak, çubuğu halkın kendi seçeneğini yaratmaya bükmeliyiz.
Yeni bir sol duruşa, yeni bir siyaset yapma biçimine ihtiyacımız var.
Geçmişin ezberleri ve bakiyesiyle yahut altı doldurulmayan “Haklıyız kazanacağız” sloganik duruşuyla yeni dönemi karşılamaya çalışmak abesle iştigal olacak ve günü kurtarmacı, idare edici yaklaşımın ötesine geçemeyecektir.
Evet, çetrefilli bir döneme soluduğumuz aşikâr. Ancak karmaşanın zenginliğinden korkmayalım.
Suya sabuna dokunmayan steril duruştan sıyrılarak, yeni dönemin koşullarına ve özgünlüklerine uygun etkin, aktif, kurucu bir siyaset biçimine yönelelim.
Asgari temel ilkelerde ortaklaşan, son derece esnek, kapsayıcı, herkesin kendini kendi üslubu ve talepleriyle ifade edip, özne olacağı, görünmezliğe hapsedilen gündemleri görünür kılacak, gündelik yaşamın siyasetini yapan, toplumsal dinamiklerin taleplerini toplumsallaştıracak, yeni bir toplumun kuruluşu için gerekli maddi araçları yaratacak, kurarak ve kazanarak ilerleyen bir mücadele hattını inşa edebiliriz.
Artık hayır demek, söz söylemek yetmiyor!
Hayır demenin, protesto etmenin ötesine sıçrayarak, arayışçı, keşifçi çok yönlü bir tarzla yeni politik kanallar geliştirmeye, farklı mücadele biçimleri ve düzeylerine ön açmaya ve alternatif alanların inşasına girişmeye ihtiyacımız var.
Evet, “Memleket Biziz” bu saiklerle henüz yaşamda yeşermeyi bekleyen, kurdukça kök salacak bir düzleme işaret ediyor.
Şimdi fikri organize etmeye, fikri yaşamın içinde somutlamaya çubuğu bükmeliyiz.
Özlemlerimizi, arzularımızı başka bir bahara ertelemeyeceğiz, Godot’yu beklemeyeceğiz, çünkü beklediğimiz kendimiziz!
Parolamız belli: Kendimizden başka kurtarıcı beklemiyoruz!
Şimdi ivedilikle kurucu bir irade ile memleketin dört bir yanında bu parolayı bayraklaştırmaya soyunacağız. Çünkü Memleket Biziz, Gelecek Biziz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.