Erkek egemenliğin kanlı yüzü; şiddeti, tacizi, tecavüzü “kaderin bir oyunuymuş” gibi normalleştirilen türlü oyuncaklarla yeniden ve yeniden ürüyor. Ve tek elimizle bastığımız bir kumanda tuşuyla evlerimizden içeri girip, bilincimizin, ruhumuzun içine sızıyor, arzularımızı hayallerimizi işgal ediyor… Erkek egemenliğin riyakârlığının sınırlarına gelip çarpmış durumdayız. İtaatkâr anneliğin kutsal, “kadın olma hallerinin” suç olduğu bir sınır bu. “Kadın […]
Erkek egemenliğin kanlı yüzü; şiddeti, tacizi, tecavüzü “kaderin bir oyunuymuş” gibi normalleştirilen türlü oyuncaklarla yeniden ve yeniden ürüyor. Ve tek elimizle bastığımız bir kumanda tuşuyla evlerimizden içeri girip, bilincimizin, ruhumuzun içine sızıyor, arzularımızı hayallerimizi işgal ediyor…
Erkek egemenliğin riyakârlığının sınırlarına gelip çarpmış durumdayız.
İtaatkâr anneliğin kutsal, “kadın olma hallerinin” suç olduğu bir sınır bu.
“Kadın olma/kadınlık” da tüm diğer şeyler gibi erkeklerin çizdiği sınırlar, koyduğu kurallar çerçevesinde belirleniyor elbette.
Erkek egemen-kapitalist rejim kadınları eve hapseden, aile içinde kadınlık/annelik rollerini pekiştiren politikalarla kadınların yaşamını dört bir yandan kuşatırken, bir yandan da kapitalizm içi olanaklarla kadını kamusal alanda mobilize ediyor, sistemin içine evriltiyor.
Yeni toplum, yeni rejim tek adamlık üzerinden temellendirilirken; aile, erkeğin küçük devleti olarak inşa ediliyor.
Kadınların kimliği, bedeni, emeği üzerinden yükseltilen bu yeni rejim yaşamın en ince hücrelerine kadar sızan son model erkekliğin inşası.
Ev içi iş bölümünde, çamaşırcı, bulaşıkçı, aşçı, temizlikçi, bakıcı sıfatlarıyla belirlenen kadınlığımız artık kapitalizmin modern kadın tipolojisine biçtiği rollerle yeniden şekilleniyor.
Son model erkekliğin son model teknolojik argümanlarıyla…
“Özel günlerde” kocaman kurdeleli paketlerle kadınlığımızın hakkı teslim ediliyor mesela.
Mutfak robotları, çift kapılı dolaplar, kendi kendine çalışan süpürgeler, ütüler ve en son teknolojik otomatik ev aletleriyle donatılmış akıllı evlerimizde, yaşamlarımız öylesine kolaylaştırılıyor ki, erkeğe, babaya, abiye, kocaya, sevgiliye itaat edecek bol bol zamanımız kalıyor(!)
Televizyon ve medya araçları ile “kadın olma halleri” uygun kaplara yerleştiriliyor.
Öyle ki, TV programlarının içeriklerinde kadınların yaşamı için her şey düşünülmüş…
Sağlık, ev, dekorasyon, yemek, alışveriş, moda, evlilik, magazin ve “hak programlarıyla”, kapitalizm tarafından kolaylaştırılmış bol vakitli gündelik yaşamlarımızı renklendirmek, ilim irfan öğrenmek için ekranlarda yok yok!
Bakmayın siz o sokaklarda edepsizce bağırıp çağıran “kötü kadınların” söylediği yalanlara(!)…
Ülkemizde artan kadın cinayetlerinde, kadınların “neden” öldürüldüklerini gerçek habercilikten dinleyip, öğreniyor yaşamımıza çeki düzen verip ders alıyoruz. “Kötü erkeklerin” yaptıklarını dinleyip bilgilendiğimiz haber programlarından gündemi takip edebiliyoruz mesela.
Aile ve iş yaşamlarımıza dair hakkımızda çıkarılan, her biri yeni müjdeler veren yasaların, uygulamaların gerçeklerini öğreniyoruz “kadın programlarından”, ki yeni yasacıklarımızı “genel ahlak” kriterlerine uygun şekilde yaşamlarımıza yerleştirebilelim…
E, zaten akşamlarımız rengârenk geçiyor… Her biri yaşamımızdan bir kesit olan dizilerle hayatımız şenleniyor, eğlenirken öğreniyor, ağlarken beterin beteri var deyip şükrediyoruz…
Aşk için kendinden vazgeçmenin cüretkârlığını, iyi kadın olmanın, kaynanayla baş etmenin ilkelerini öğrenmek için “İstanbullu Gelin” dizisini izleyebilirsiniz mesela… Ya da zengin patronunun triplerine katlanıp, erkeğin kalbine giden yolu maharetli ellerinden süzülen yemeklerle açan ve aşk ile ödüllendirilen Nazlı’nın hikâyesini “Dolunay” dizisinden izleyebilirsiniz…
Ya da “zeki ve güçlü kadın” olmanın ne demek olduğunu görmek ve sözde kadın dostluğunun başınıza açabileceği belalara karşı mücadele etmek ve intikam almak isterseniz “Ufak Tefek Cinayetler” dizisinden kendinize notlar çıkarabilirsiniz… Kıskançlık, iftiralar, aldatmalar, entrikalar, şiddet gibi “hayatın cilveleri” ile dopdolu nadide dizilerimizle “hayat akademisi” derslerinden geçebilirsiniz pekâlâ.
Sadece diziler de değil, sağlıklı ve fit kalabilmenin yollarını, dönemin modasını, nasıl oturup nasıl kalkılacağını, ne vakit nasıl gülüneceğini, zengin olabilme yöntemlerini ve daha nicelerini…
Ee, TV’ler çok avam gelirse, bilgisayarlarınız, notebooklarınız ya da telefonlarınızla, sosyal medya hesaplarınızdan ve milyonlarca aplikasyondan aşka, kozmetik ve modaya, magazinden, yarışmalardan türlü oyunlara kadar yaşamınızı “kadınca” “elle” “kozmopolitan” dergilerinde sundukları hayatlar gibi yaşayabilirsiniz…
Hoşunuza gitmedi mi? Ah, biz kadınlar ne kadar da nankörüz böyle?
İronisini yapmak bile yeterince mide bulandırıcı iken, gerçekte yaşadıklarımız adeta bir distopyanın parçasıymış hissi veriyor hepimize değil mi? Kara bir mizah, absürt bir komedi, üzerimize çöreklenmiş bir karabasan gibi…
Oysa her an ekranlardan, evlerimizin yaşamlarımızın içine kusulan pespaye bir erkeklik ideolojisiyle, karşı karşıyayız. İtaat etmemiz için söylenen yalanlarla burun burunayız.
Erkek egemenliğin kanlı yüzü; şiddeti, tacizi, tecavüzü “kaderin bir oyunuymuş” gibi normalleştirilen türlü oyuncaklarla yeniden ve yeniden ürüyor. Ve tek elimizle bastığımız bir kumanda tuşuyla evlerimizden içeri girip, bilincimizin, ruhumuzun içine sızıyor, arzularımızı hayallerimizi işgal ediyor…
Yaşamlarımızı sınıyor, kontrol altına alıyor.
Amma velâkin, tek tuşla TV ya da PC ekranlarını kapatmak oyunu bozmaya yetmiyor.
Oyunu bozmak için, oyunun dışına çıkmak erkekliğe çomak sokmak, erkek egemenliğin duvarlarını yıkmaya meyletmek, gözümüzü kadınların olduğu her yere, özellikle de sokaklara dikmek, kadın dayanışmasına yaslanmak gerek. Umut da çare de orada. Yani sende, bende, bizde, umut kadınlarda…
(Not: Şimdi kadın düşmanı ekranlarınızı kapatıp, OHAL’de, tüm baskılara ve engellemelere karşı 25 Kasım’da Türkiye’nin tüm sokaklarına akın eden kadınların o müthiş fotoğraflara ve videolara bakın. Bakın, hava nasıl da dönüyor kadınlardan yana…)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.