Seçimin takvimine, oy oranlarının matematiğine göre hesap kitap yapılamayacağı ortada. Düzen siyaseti kendi sınırına geldi, tıkandı
Seçimin takvimine, oy oranlarının matematiğine göre hesap kitap yapılamayacağı ortada. Düzen siyaseti kendi sınırına geldi, tıkandı
“Olağanüstü” lafzına hakkını teslim eden çok özel bir tarihi yaşıyoruz.
Öyle ki; her şeyin ve her anın devinim halinde olduğu, zamanın yitime uğrayıp olağan olanın durağan ritmine çarpıp dağıldığı, bulanıklaştığı, son derece akışkan yeni bir zaman dilimindeyiz.
Henüz kimliğine tam kavuşamamış melez bir dönemde, her an renk değiştiren bir geçiş evresindeyiz.
Öyle ki; mevcut devlet/iktidar mekanizmaları, otoriterleşme, faşistleşme biçimleri, toplum/birey ve devrim tanım ve tahlilleri de yeni zamanın akışkanlığı içerisinde alabildiğine farklılaşıyor.
Kaosa doğru akıp duran Türkiye’nin ahvali de öyle. Artık eski tanımlar, eski argümanlar, eski yönetme, eyleme, yıkma ve yaratma yöntem ve metotları bugünü kavramaya ve kucaklamaya yetmiyor. Hem devlet/iktidar/sermaye güçleri açısından hem de devrimci halkçı toplumsal güçler açısından.
İçerisinden geçtiğimiz tarihsel olayların karmaşıklığı ve çok yönlülüğünü gören bir yerden, zamanın ruhu, dönemin görev ve ihtiyaçları başka.
Kapitalizmin açmazları, neoliberal paradigmanın krizi ve iflasa doğru sürüklenişiyle sürüyor.
Ve içerisinde barındırdığı tüm bileşenler sarsılıp zorlanarak yol alıyor, çok kutuplu bir zeminin hegemonik buhranlarını yaşıyor ve ama yeni kıyafetler giyerek, çoklu hamlelerle kendini daha güçlü ve topyekûn var edebileceği yeni çıkış yolları arıyor.
Türkiye için de yeni çıkış yolları aranıyor, restorasyon zemini yoklanıyor, yeni liderlik projeleri üretiliyor.
Malum, ABD-AB-Rusya üçgeninde bir oraya bir buraya denklemin içinde yer tutmaya çalışan AKP/Erdoğan bıçak sırtında. Her güç kendi manevrasını yapıyor. Bir yandan batılı güçler, öbür yandan Ortadoğu’dan gelen basınç, bir yandan Kürtler, devrimci, demokrat güçler.
2019’a giden yolda, Erdoğan/AKP sağından ve solundan kuşatılarak, içeriden ve dışarıdan baskılanarak, eli giderek zayıflayarak ilerliyor.
Türkiye’de herkesin bildiği sırlar ortaya saçılalı çok oldu.
Ardı ardına işlenen suçlar, cinayetler, yolsuzluklarla iktidar; ifşanın teorizasyonunu “kandırıldık” başlığı altında toplamıştı, şimdi o başlık genişliyor.
Zarrab “kahraman” olmaktan çıkarılıp, itirafçı pozisyonuna kaydırılarak, “ABD kumpası” tezi ile dolaşıma sokuluyor. ABD-Türkiye ilişkilerinin merkezine oturan Zarrab davası ile AKP’de içerideki panik ve kriz şiddetleniyor.
Ortadoğu siyasetinde de benzer sancılar çekiliyor. Her söylemini bir bir geri çekmek zorunda kalan iktidar Astana görüşmelerinden sonra, Rusya-İran-Türkiye zirvesi ile “masaya oturmam” dediği tüm güçlerle masaya oturacağı günlerin arifesinde.
Bölge siyasetinde de şimdilerde Afrin’e yönelim dolaşıma sokulsa da, Kürdistan coğrafyasında hedeflenen hiçbir mevzi kazanılamadı. Aksine her hamle bumerang misali geri tepki.
Peki, Erdoğan’ın Başkanlığını kim garanti altına alacak partisi mi, seçimler mi?
Her yandan kuşatma altında olan iktidar, henüz kendi iç hesaplaşmalarını görmüş değil. Her an kendi iç çatışmaları ve zorunlu tasfiye süreci patlak verebilir öyle değil mi?
Seçimler ise, artık Türkiye’de iktidarın gayrimeşru oyuncağı. Ve bunu herkesin bildiği gibi iktidar da pekala biliyor, ondandır ki, 2019’dan önce her şeyi garanti altına almaya çabalıyor.
Ki zaten ibre sandığı gösterdiğinde kim oradan “demokrasi ve özgürlük” umacak?
7 Haziran’da, 1 Kasım’da, 16 Nisan’da oyları yok sayılan halk mı? Gericileştirilen, niteliksizleştirilen, belirsizleşen eğitim sistemine çocuklarını göndermek zorunda kalan anne-babalar mı? Geleceksizleştirilen gençler mi? Torba yasalarla ekmeği ve onuru elinden alınan, borçlandırılan, güvencesizleştirilen, ölümle burun buruna çarpışan işçiler mi? “İsteseler de istemeseler de” kadın düşmanı yasalar geçecek denen, yaşamın dışına atılan kadınlar mı?” “Rahatsız olsalar da olmasalar da nükleer santralleri yapacağız” diye hedef alınan yaşam savunucuları mı? Yok sayılan halklar, inançlar mı?
Seçimin takvimine, oy oranlarının matematiğine göre hesap kitap yapılamayacağı ortada.
Düzen siyaseti kendi sınırına geldi, tıkandı.
Peki, kim kimin ipini çekecek, restorasyon projesine eklemleniveren liberallerin medet umduğu üzere ABD mi, AB mi, Rusya mı? Ya da onların düzen içi projeleri mi, İyi Parti mi, CHP mi?
Yarın değil şimdi!
Dün-bugün ve yarın arasında bir yol ayrımındayız.
“Şimdi”nin devrimciliğine soyunanlar, tarih yapıcı rol oynayanlar kazanacak. Zira, yarına havale edecek, 2019’a randevu verecek, başkalarından medet umacak hiçbir politik gündemimiz yok.
Tarih bangır bangır “bizi” çağırıyor… Sosyalistleri, devrimcileri, halkçı toplumsal güçleri.
Ama eskinin devrimci ahvaliyle gitmeyeceği aşikar.
Zamanın ruhunu yakalayan kaosun devrimcileri olmaya, tarih yapıcı kurucu bir siyasete ihtiyacımız var.
Taşları yerinden oynatacak zengin taktik hamlelerle toplumun tüm hücrelerine sızan, kuşatan bir konumlanışı “şimdi” de yaratabiliriz.
Ekim Devrimi’nin serpiştirdiği tohumlar, zamanın şimdisinde yeşeriyor!
* TÖPG Sözcüsü
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.