Türkiye-İsrail yakınlaşmasında görüldüğü gibi, düşman ve dost kavramları tamamen görecelidir. Türkiye-Mısır ilişkilerinde bir yandan Mursi yasını tutma, diğer yandan Suud’un kuruluşunu ilan ettiği İslam ordusunda birlikte yer alma biçiminde yürüyen “hem düşman hem dost” ikilemi söz konusudur
Geçtiğimiz günlerde IŞİD’in perde arkasındaki yöneticisi İzzet İbrahim el-Duri’ye ait bir videonun yayımlandığı haberi basında yer aldı. Kaynağı Suudlu El Arabiya olan habere göre el-Duri, “İran’a karşı Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona katılın” mesajını vermiş. El-Duri’nin aslında geçtiğimiz yıl Irak ordusu ile IŞİD arasında geçen çatışmada Tikrit yakınlarında öldürüldüğü açıklanmış, Iraklı yetkililerce otopsi görüntüleri de basına verilmişti. IŞİD’in “defalarca öldürülen” liderlerinden birisi olan el-Duri’nin ne zaman kaydettiği belli olmayan bu videosu, Suud kralının Mısır ve Türkiye ziyaretlerinin hemen öncesinde, Suud medyası tarafından haber konusu edildi. Burada doğal olarak “Suud kralının bu ziyaretlerine bir gönderme yapıldığı” akla gelir. Zira Suriye politikasının iflasından en fazla etkilenen iki ülke Türkiye ve S. Arabistan’dır ve denilebilir ki, Suud öncülüğündeki “İslam Ordusu” projesi, her iki müflis ülke için tek çare olarak ortaya atılmıştır. Suud öncülüğündeki Sünni ittifakın mezhepçi savaşı devletler düzeyinde sürdürme çabası, bölgeyi mezhep temelli kaosa sürükleyerek parçalamayı hedefleyen, ancak Suriye direnişine çarparak başarısızlığa uğrayan Büyük Ortadoğu Projesi’ni “sürdürülebilir kılma” niyetini taşımaktadır. Bu niyete elbette ki, Suriye politikasındaki iflasını örtme gayreti içinde olan Türkiye de dört elle sarılacaktır. Mısır’ın da bu projenin önemli bir parçası olabilmesi için ayrıca Türkiye ile Mısır arasındaki “Rabia” krizinin tatlıya bağlanması gerekmektedir. Bunun için arabulucu rolünü Suud kralı üstlenmiş gibi görünüyor.
Kralın Mısır ziyareti için “tarihi buluşma” tabirini kullanan Suud medyasına göre, “Arapların istikrarı Riyad ve Kahire’den geçer!” Riyad-Kahire yakınlaşması ve istikrar söylemlerinin, BOP’un istikrarı anlamına geldiğini söylemek abartılı değildir. Zira Ortadoğu’ya yönelik kuşatmanın iki temel hedefinden biri, enerji ve doğalgaz pazarına nüfuz etme; diğeri ise, İsrail’in güvenliğini garanti altına almadır. İsrail’in güvenliği meselesi, hem Filistin sorunuyla alakalı olarak ele alınmakta, hem de karşısındaki “direniş ekseni ile çevresindeki Arap devletlerin küçültülerek parçalanması” odaklı stratejileri kapsamaktadır.
İsrail’in güvenliği için ‘Selefi Cihat’
Bütün kamuoyu Suriye’deki savaşa ve değişen dengelere odaklanmışken, bölgede bu kanlı projenin merkezinde İsrail’in olduğu gerçeği bilerek bilinçlerden uzak tutulmaktadır. O yüzden hatırlatmakta yarar vardır ki, bölgeye dair hiçbir gelişme İsrail merkezli projelerden bağımsız değerlendirilemez. Örneğin Michel Chossudovsky ne demişti? “Bütün bu olanlar, Nil Vadisi’nden Fırat’a kadar uzanan “Büyük İsrail” içindir[1]. Büyük İsrail bir dizi vekil devletlerin yaratılmasıyla oluşacak ve Lübnan, Ürdün, Suriye, Sina parçaları yanı sıra Irak ve Suudi Arabistan’dan parçalanmış küçük devletleri de kapsayacaktır. Yinon Planı olarak ortaya çıkan bu projeyi Mahdi Darius Nazemroaya, “İngiltere’nin Ortadoğu’yu sömürgeleştirme projesinin bir devamı”[2] olarak görüyor. Ona göre Yinon Planı, bölgesel üstünlük sağlamayı hedefleyen İsrail için bir stratejik plandır. Bu plan, İsrail’i çevreleyen Arap tehdidini kırmak için Arap ülkelerini zayıf düşürmeyi ve küçük parçalara bölmeyi esas alır. Ortadoğu’yu “Balkanlaştırılmanın” jeo-politik ortamını hazırlama sürecine Irak’la başlandı ama Irak’la bitmeyeceği 2006’dan beri belliydi.
ABD ordusunun Silahlı Kuvvetler dergisi olan Atlantik, Yinon Planı taslağını ve taslağa dair bir haritayı 2008 yılında yayınlanmıştı. Yinon Planı’na göre stratejisi geliştirilen “yeniden yapılandırılmış Ortadoğu”, bölünmüş Irak’ın yanı sıra Lübnan, Mısır ve Suriye’nin bölünmesini esas alır. Daha sonra genişletilerek İran, Türkiye, Somali ve Pakistan da dahil edilir. İsrail’in varlığını sürdürmesi, kendisine yönelen tehdidi ortadan kaldırmayı ve bölgesel bir güç olmayı gerektirdiği için, yıllar öncesinden bölgede mezhep ve etnik temelli bir kaos üzerinde çalışıldığı biliniyor. İşte bu stratejiler Selefi cihadı ve IŞİD gibi projeleri doğurmuştur.
Bir İhvan projesi olarak Filistinlilerin tasfiyesi
İsrail’in en çok başını ağrıtan Filistin meselesinde “nihai çözüm” formüllerinin merkezinde Mısır İhvanı (Müslüman Kardeşler) yer almaktadır. 7 Nisan (2016) günü Halic Online kaynaklı bir habere göre Mısır, Filistin meselesinin nihai çözümüne el atmış ve Sina Yarımadası’nda bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını teklif etmiş. Habere göre “İsmi açıklanmayan Filistinli bir yetkili, Mısır yönetiminin Filistin meselesinin nihai çözümü için Filistin Özerk Yönetimi’ne Sina’da bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını teklif ettiğini açıkladı.”[3] Filistinli yetkiliye göre, İsrail’le sorunun çözülmesi için Arap dünyasından ve uluslararası çevrelerden birçok teklifler yapıldı. Bu tekliflerden biri de Sina Yarımadası’nda bir Filistin devletinin kurulmasıdır. İsrail’le gizli görüşmelerin yeniden başlatılması için 2014’te yapılan bu tekliften İsrail’in, Amerika’nın ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el Sisi’nin haberi vardı.
Filistinli yetkilinin açıklamasından anlaşılan şudur: “Filistin Özerk Yönetimi’ne Sina bölgesinde 1600 kilometrekarelik bir toprak öneren Sisi’dir…” Oysa Filistin devleti kurulması için Sina topraklarının yüzde 40’nın eski Cumhurbaşkanı Mursi tarafından satıldığı 2013 yılında ortaya çıkmıştı.
Mursi’den 8 milyar dolara Sina toprağının yarısının satışına imza
ABD kongresi, Ekim 2013’te Obama’dan “Mursi’nin devrilmesine sebep olan 8 milyar dolar karşılığında Sina Yarımadası’nın yüzde 40 oranındaki satışına dair belgeleri talep etmişti”.[4] Aslında 2012’de Mursi’nin böyle bir satışı gerçekleştirdiği de böylece ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Mısır basınında “ihanet belgesi” üzerine haber ve analizler çokça yer aldı. Üç yıl önce alevlenen bu konuya dair Mısırlı gazetecilerin, “Sina topraklarının İsrail’in planı doğrultusunda İhvancı Hamas’a peşkeş çekildiği” ve “Mursi, Sina’nın yarısını 8 milyar dolara sattığı[5]” yönündeki yorumları sıkça yer aldı. Peki bu anlaşma kimler arasında yapıldı?
Doğrudan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile Hamas arasında, ama dolaylı olarak Mursi ile İsrail arasında imzalandı. İmzalar, İhvan lideri Muhammed Bedi ile İhvan Rehberlik Konseyi Başkanı Şatır’ın huzurunda atıldı (Darbeden sonra İhvan lideri Bedi, Rehberlik Konsey başkanı Şatar ve arkadaşları 22 ayrı suçlamadan dolayı üç kez müebbet hapse mahkum edildiler). O dönemde Masress’te çıkan bir habere göre bu anlaşma, İhvancılar aracılığıyla Hamas liderinin Mursi’yi ziyaretlerinden sonra geldi.
Hamas, bilindiği üzere Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak 1987’de kuruldu. Kuruluşundan bir yıl sonra Filistin Kurtuluş Örgütü ile çatışmaya başladı. Böylece İhvancılar, Filistin direnişinin kalbine Hamas aracılığıyla girdiler. Mursi iktidar olduktan sora Hamas ve İhvan liderlerinin ortak buluşmaları sıklaştı ve bu buluşmaların neticesinde Mursi’nin, İsrail’e çatışmalarına son vermeleri için Filistinlilere Sina topraklarını verme anlaşması doğdu.
Elbette ki kurgu “bir Filistin devletinin kurulup hazır bekletilmesi ve Filistinlilerin topluca ‘yeni kurulan devlete’ göç etmeleri” biçiminde değildi. “Giora Eiland”[6] anlaşması olarak bilinen bu mutabakat planına göre İsrail’in iskan politikaları ve sınır dışı etme uygulamaları sonucunda sığınmacı/mülteci akını olacak ve Filistinli mültecilerin Sina’da barınmaları için Mursi buradaki toprakların yüzden 40’ından (yaklaşık bin 600 kilometrekarelik alan) “feragat” edecekti. Yani esasında Filistin halkına dönük saldırılar yoğunlaştığında Mursi sözde Filistin halkına kucak açan bir pozisyonda olacaktı, İsrail’le çatışmayı kızıştıracak olan Hamas da Filistinlilere bir devlet armağan etmiş olacaktı.
Gizli belgenin sırrı ifşa edildikten sonra Mısırlıların tepkisi şu yöndeydi: Toprak vermek ne Filistin sorununu çözer ne de Filistinlere devletini vermiş olur. Aksine Filistinlilerin sürgün edilmesine ve İsrail’in Arap toprakları içinde kendine alan açmasına sebep olur. Bu da yalnızca İsrail’in sorununa çözüm sağlar.
Mısırlı gazeteci Nervana Muhammed’e göre İhvan liderleri, Hamas ve Mursi’nin İsrail müttefikliği zaten biliniyordu, bu gizli belge de ihaneti açığa çıkarmış oldu. Muhammed özetle şunları söylüyor: “İsrail planının bir parçası olarak ilkin 50 bin Filistinliye Mısır vatandaşlığı verilmesi yönünde girişimler oldu. Özellikle bunların binlercesinin Hamas destekçisi olması dikkat çekiciydi. Bütün bunlara devrik Cumhurbaşkanı Mursi ve kurmayları onay verdiler. Fakat dönemin Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi buna şiddetle karşı çıktı. Daha sonra Hamas ve İsrail’in Sina’da toprak mülkiyeti edinme planlarını engelleyen satış yasağı getirdi…”[7]
Nervana Muhammed’in yazdıklarından, Mursi ve İhvan’ın bu ihanetinin onların sonunu getirdiği anlaşılmaktadır. Yani Mursi’ye darbe yapılmasının altında bu ihanet yatıyordu. Oysa Mursi’ye yönelik gerçekleşen darbeden sonra ABD kongresinde bu gizli belgenin sorulması üzerine olay ortaya çıkmış oldu. Yani darbeden önce bu satış, kamuoyu tarafından henüz bilinmiyordu. Sisi’nin de bu sürecin dışında kalmadığını kanıtlayan, Filistinli yetkilinin geçen hafta yaptığı; “Sisi, Filistin Özerk Yönetimi’ne Sina bölgesinde bağımsız Filistin devletinin kurulması için 1600 kilometrekarelik bir toprak önerdi” açıklamasıdır.
İsrail’in başından savmak istediği ve “İsrail dostu” Arapların çözmesi gereken bir problem olarak duran Filistin meselesi Suudi Arabistan’ın da gündemindedir. Suud kralının Mısır ziyaretinin ana gündemlerinden birinin bu Filistinlilerin sürgünü meselesi olduğuna kuşku yoktur. İhvancı projelerin devamı için hem bu Sina meselesinin hem de “Sünni İslam Ordusu” projesinin ele alındığına dair izlenimi Mısırlı ve Tunuslu gazetecilerden edinmek mümkündür. Konuya dair görüşlerine başvurduklarımdan Mısırlı Nervana Muhammed, bu yönde kuşkularını dile getirdi. Bir diğeri de, İhvancılar üzerine yazılarını okuduğumuz Tunuslu yazar Nasır Henşini’dir. [8]
Henşini’nin konuya dair yaptığı değerlendirme şöyledir:
Eski Cumhurbaşkanı Mursi Amerika lehine siyonistler ve Hamas’la ittifak yaptı. Çünkü iktidarda kalmak için Filistin sorunun çözmek ve bu meseleyi sona erdirmek istiyordu. Çünkü İhvan’ın sözlüğünde hiçbir zaman vatan yoktur, sadece kirli (hesaplı) fikirler vardır. Ve Seyyid Kutub’un düşüncelerinin hiçbir kıymeti yoktur. İkincisi; tek kaygıları iktidarda kalmak ve maddi kaynakları çalmaktır (maddi olarak iktidarın nimetlerinden yararlanmak). Bunların para aşkı, Siyonist tüccarlara çok benzer. Para gücüyle hükmetme aşkı aynıdır. İhvan bu konuda Siyonistlerin yolunda ilerlemektedir. Üçüncüsü; 50 yıldır İhvancılarla ilişki içinde olan (onları izleyen) biri olarak, şunu söyleyebilirim: Bunlar ahlak yoksunudur. Ne ilke ne de değer tanırlar. Onlar dini görev edinir ama din ticareti yaparlar. Siyaset pazarında dini açık arttırmaya sunan tüccarlardır.
Suud kralı Kahire ziyaretini tamamlayıp Türkiye’ye hareket edeceği sırada, Suud’un ikinci Muhammed bin Selman da Ürdün’ü ziyaret ediyordu. Ankara kralı karşılarken, Ürdün hava alanında Veliaht Prens de Ürdün Kralı Abdullah-2 tarafından karşılanıyordu. Suudilerin Mısır ve ardından Türkiye-Ürdün çıkarmasını hayra alamet olarak görmek mümkün değildir. Mısır’da 17 anlaşma imzalanmış. Bunlardan biri, Mısırla Suud arasındaki sınır/toprak meselesinin çözümüne ilişkindir. Bu çözümün; “Hamas’ın Mursi’yle başarmadığı” şey olup olmadığına dair kuşkular belirgindir. Suud medyasının “Arapların istikrarı Riyad ve Kahire’den geçer” söyleminden, Suud kralı ile Sisi’nin İsrail’e bir hediyesi çıkabilir. Bu arada kralları Ankara çıkarması yapmaktayken Suud medyasına, “Bölgenin istikrarı Ankara’dan da geçer” gibi bir cümle düşmedi.
Kralın ziyareti sebebi Mısır’la Türkiye’yi barıştırmak mı?
Suud kralının Mısır’dan sonra Türkiye turuna dair genel olarak yorumlar, “Mısır’la Türkiye’yi barıştırma hamlesi” olduğu yöndeydi. Ama aslında Mısır’la hiçbir zaman düşman olunmadı. O süreçte sadece dengeyi kuran roller dağıtıldı. Dağıtımdan, Erdoğan ve Katar’a İhvancı hamiliği, Mısır’a da Sisi destekleyiciliği düştü ve herkes kendi rolünü oynadı. Rollerin ABD tarafından dağıtıldığı açıktır. Çünkü ABD politikasına uyan şöyle bir süreç izlendi: Hem İhvan projesiyle BOP yürütülmeye devam edecek, hem de İhvancılara karşı gelişen halk hareketlerini gözeten bir denge kurulacaktı. ABD politikası açısından buna “sopayı ortadan tutma” siyaseti denir. O yüzden Türkiye-İsrail yakınlaşmasında görüldüğü gibi, düşman ve dost kavramları tamamen görecelidir. Türkiye-Mısır ilişkilerinde bir yandan Mursi yasını tutma, diğer yandan Suud’un kuruluşunu ilan ettiği İslam ordusunda birlikte yer alma biçiminde yürüyen “hem düşman hem dost” ikilemi söz konusudur. O yüzden denilebilir ki, dostluk-düşmanlık değil, projeler esastır. Ve bu projelerde tamamen unutturulan Filistin davası, İsrail’in sofrasına bir lokma olarak sunulmuş durumdadır.
[1] “Greater Israel”: The Zionist Plan for the Middle East http://www.globalresearch.ca/greater-israel-the-zionist-plan-for-the-middle-east/5324815
[2] Preparing the Chessboard for the “Clash of Civilizations”: Divide, Conquer and Rule the “New Middle East”, http://www.globalresearch.ca/preparing-the-chessboard-for-the-clash-of-civilizations-divide-conquer-and-rule-the-new-middle-east/27786
[3] http://www.ydh.com.tr/HD14558_misirdan-sinada-filistin-devleti-teklifi.html
[4] http://www.dampress.net/mobile/?page=show_det&category_id=7&id=34643
[5] http://www.masress.com/egypress/30760
[6] Emekli İsrail generali olan Giora Eiland, İsrail-Hamas görüşmelerinin ve İhvan aracılığıyla Mursi’ye anlaşma imzalattırmanın planlayıcısı olarak öne çıkıyor. Giora Eiland aynı zamanda Gazze kuşatması sürecinde Mavi Marmara operasyonunu yöneten kişidir.
[7] http://www.moheet.com/details_article/2014/08/28/2130384/.html#.Vwwf3_mLTIU
[8] Konuya dair görüşlerine başvurduklarımdan Mısırlı Nervana Muhammed, bu yönde kuşkularını dile getirdi ve daha önce konuya dair yazdığı makalelerini gönderdi. Tunuslu yazar Nasır Henşini (Naceur Khechini) ise, yanıtını e-postayla gönderip görüşlerini bizimle paylaştı.