Zengin olmanın bir numaralı kuralı bir üretim aracına sahip olup emek sömürmektir. Geri kalan bütün kurallar bu sömürünün nasıl mükemmelleştirileceğine dair çözüm önerilerdir
Hani şu “5 adımda nasıl zengin olunur”, “zengin olmanın kuralları” kitapları var ya; 5 kurala falan gerek yok zengin olmanın bir numaralı kuralı bir üretim aracına sahip olup emek sömürmektir. Geri kalan bütün kurallar bu sömürünün nasıl mükemmelleştirileceğine dair çözüm önerilerdir
Her ne kadar Marx’ın akademik çalışmaları çok katmanlı olsa da hayatı boyunca birincil olarak tartıştığı şey sınıf çelişkisi olmuştur. Ekonomi politik içindeki diğer bütün argümanları ve hipotezleri de büyük oranda bu emek-sermaye çelişkisi bağlamında anlam kazanır. Bugün bazı peşin hükümlüler, sistemin onlara ezberlettiği gibi, “Victoria devrinde yazılmış, belki o dönem için açıklayıcı ama günümüzün ‘modern’ kapitalizminde hiçbir anlamı olmayan hikayeler” diyerek olayı kestirip atsalar da tarih her daim Marxist hipotezleri doğrulayarak ilerliyor.
1 resim 1000 kelime kadar değerlidir derler. Aşağıdaki grafik Amerika’da 1910’lardan bu yana sendikalaşma oranı (kırmızı) ile en zengin %10’un GSYH’den aldığı payın (mavi) seyrini gösteriyor. Şu meşhur ‘‘Marx haklıydı’’ muhabbetleri işte biraz da buradan çıkıyor. Haklıydı tabi, günaydın.
Birebir bir ilişki var. Kırmızı eğriyi yatay olarak ortadan yukarı çevirsek üst üste yapışacaklar neredeyse. Sendikalaşma %10 azaldığında (arttığında), zenginlerin gelirden aldığı pay %10 artmış (azalmış). Hani şu “5 adımda nasıl zengin olunur”, “zengin olmanın kuralları” kitapları var ya; 5 kurala falan gerek yok zengin olmanın bir numaralı kuralı bir üretim aracına sahip olup emek sömürmektir. Geri kalan bütün kurallar bu sömürünün nasıl mükemmelleştirileceğine dair çözüm önerilerdir. Sendikalaşmayı engellemek de bu önerilerden biridir. Siz hiç bu zamana kadar samimi olarak “sendikalaşmanın artması lazım” diyen bir kapitalist duydunuz mu? Ben ne gördüm, ne duydum. İşte sebebi yukarıdaki grafik.
Sendikalaşma oranındaki yukarı doğru kırılma buhran sonrası Roosevelt döneminin New Deal (Yeni Düzen) adı altında emek ve sermaye sınıflarının refah devleti politikalarında uzlaşmasının sonucudur. Bu uzlaşı fazla uzun sürmeyerek başka bir uzlaşı olan Washington Konsensüsü ile bozuldu ve 70’lerden itibaren uygulanan neo-liberal politikalarla emekçiler seküler bir şekilde ezildiler.
Bizdeki durum?
Hem sendikalaşma oranı ile hem de servet/gelir dağılımı ile ilgili kaliteli, tutarlı ve düzgün rakamlar bulmak epey güç olduğundan yukarıdaki grafiği Türkiye için çıkartamıyoruz. Fakat eldeki bazı göstergeler ışığında eğitimli bir tahmin yapabiliriz.
1980 senesinde Türkiye’nin nüfusu 44 milyon, sendikalı işçi sayısı takribi 3,5 milyon.
2014 senedinde Türkiye’nin nüfusu 77 milyon, sendikalı işçi sayısı 900 bin.
Reel olarak sendikalı işçi sayısı nüfus artış hızıyla artsaydı bugün yaklaşık 6,5 milyon sendikalı olması gerekirdi ama sadece 900 bin kişi sendika sözleşmesinden yararlanabiliyor. %86’lık bir potansiyel gerilemeden söz ediyoruz sendikalaşma oranında.
Ayrıca Credit Suisse’nin Küresel Servet Raporu’na göre Türkiye’de 2002 yılında tepedeki %10’un servetten aldığı pay %66.6 iken, 2014’te bu oran %77.7’ye çıkmış.
Sendikalaşma da 34 yıllık veride yaklaşık %80-90 azaldığına göre eğilim aşağı doğru demektir. Servet dağılımı gelir dağılımının bir fonksiyonu olduğunda göre eğilimler benzer bir resmin Türkiye için de geçerli olacağını gösteriyor. Belki rakamlar ve oranlar bire bir değildir de bire yarımdır, ikidir veya üçtür.
Oturup üzerine bir bardak soğuk su içecek değiliz.
1 Mayıs arifesindeyiz; durmak yok, mücadeleye devam…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.