Her ne kadar Laçiner ve diğer sol-liberaller, sosyalizmi tartışmaktan ve yeniden üretmekten söz etse de aslında ezberden konuşmakta; kuramda geçmeyen bir somut durumla karşılaştıklarında şaşkına dönmektedirler. Mesele de tam da burada düğümlenmektedir; kendisinin de ifade ettiği gibi “çözüm, Paris Komünü’dür”. Ancak komün, barikatta yaratılmıştır; büroda değil 25 Ekim günü NTV’de, “Solda Kırılma” başlıklı bir tartışma […]
Her ne kadar Laçiner ve diğer sol-liberaller, sosyalizmi tartışmaktan ve yeniden üretmekten söz etse de aslında ezberden konuşmakta; kuramda geçmeyen bir somut durumla karşılaştıklarında şaşkına dönmektedirler. Mesele de tam da burada düğümlenmektedir; kendisinin de ifade ettiği gibi “çözüm, Paris Komünü’dür”. Ancak komün, barikatta yaratılmıştır; büroda değil
25 Ekim günü NTV’de, “Solda Kırılma” başlıklı bir tartışma programı yayınlandı. Tartışmaya sol-liberal kesimden katılan Ömer Laçiner ve Doğan Tarkan, daha önce de sık sık katılma olanağı buldukları TV programlarında ne dedilerse, üç aşağı-beş yukarı benzer kaygılarını dile getirdiler. Bunlardan bir tanesi de “askeri vesayet”[1] sorunu idi.
“Askeri vesayet” sorununun önemi, anayasa referandumunda alınan “yetmez, ama evet” tavrının gerekçesi olmasında yatıyor. Laçiner, AKP’nin anayasa değişikliklerini desteklemelerinin nedenini, kabaca şöyle açıklıyor: “Türkiye’nin otantik burjuvazisinin partisi olan AKP’nin anayasası, sağ bir anayasadır; sağcıların anayasasıdır. Ancak askeri-fizik kültüründen kurtulmak, sivil-asker-bürokrat zümreyi uzaklaştırmak gerek. Bu olunca, sınıf karşıtlarımızla karşı karşıya kalacağız; ortalık temizlenecek.”
İddiaların gerçekliği ve geçerliliği konusundaki görüşlerimizi, kargaların mutluluğuna engel olmamak için geçelim ve asıl bizi ilgilendiren kısma değinelim.
Laçiner’in bu iddiasının arka planını oluşturan kavramsal çerçeve; biri iddia, diğeri varsayım olmak üzere iki ciddi yanlışı içermektedir: İddia, “askeri vesayet”in, sınıf mücadelesinin gelişmesi ve berraklaşmasında parazit yaptığı; dolayısıyla bunun temizlenmesinin, sınıf siyasetinin önünü açacağı. Varsayım ise altyapı-üstyapı ilişkinin doğrudan ve olumlu belirlemeye sahip olduğu.
İlkinden başlayalım ve kışkırtıcı bir iddiada bulunalım: Türkiye’de “askeri vesayet” diye bir şey yoktur. Söz konusu olan, emperyalizmin ihtiyaçları çerçevesinde yukarıdan aşağıya oluşturulmuş bir sömürge tipi faşist devlet yapısı ve bu yapının ana omurgasını (uzunca bir süre) oluşturmuş bir ordunun varlığıdır. Mahir’den biliyoruz, emperyalizmin ülkemizde içsel bir olgu halini alışından itibaren gizli işgal stratejisinin temel aracı kurumlarından biri, NATO’ya bağlı ordudur ve uzunca bir dönem, doğrudan ABD’nin kurdurduğu Özel Harp Dairesi’nin etkisi altında işlev görmüştür. Ancak bugün, neoliberal sömürgeciliğin “zinde gücü” ordu değil, AKP’dir. Dolayısıyla (genel olarak) emperyalist-kapitalist sistemle ve (özel olarak) NATO ile ilişkisi göz önünde tutulmadan ne askeri darbeleri ne de askerlerin siyaset üzerindeki etkisini tartışmak mümkündür. Çünkü darbeleri ve darbe girişimlerini, kendini siyasetler üstü gören bir “sivil-asker bürokrasi” kendiliğinden yapmamıştır; yapamaz. Ancak ve ancak, emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçları ve sınıf mücadelesinin gelişim seyri bu ihtiyacı doğurabilir. Bu yönüyle askeri darbeler döneminin kapandığını iddia etmek ve AKP’nin ordu ile arasındaki gerilimden ve kazandığı zaferlerden yola çıkarak “burjuva demokratik devrim tamamlandı” demek; bir temenni olabilir sadece.
Gelelim ikinci konuya; yani varsayıma. Laçiner’in varsayımı, “üstyapıdaki parazit (askeri vesayet) temizlenince, üretici güçler ve üretim ilişkisi arasındaki çelişki (sınıf çelişkisi ve mücadelesi) belirginleşecek ve düşmanımızla karşı karşıya kalacağız.” Devleti sınıflardan bağımsız veya özerk gören bu algının yanlışlığını bir kenara bırakırsak, varsayımın dayanağı, altyapıdaki gelişmenin üstyapıya doğrudan ve olumlu bir etkide bulunacağıdır.
Doğrudur; altyapı-üst yapı ilişkisi doğrudan ve olumlu belirlenim içerebilir. Ancak bu belirleme ilişkisi, çok farklı şekillerde de gerçekleşebilir. “Devlet Nedir?” sorusunu tartıştığı çalışmasında Cem Eroğul[2], bu ilişkilerin doğrudan ve olumlu olabileceği gibi birbirinden çok farklı belirlenimlerle de gerçekleşebileceğinin altını çizmektedir.
Burjuvazi, toplumsal egemenliğini koruyabilmek için siyasal üstünlüğünü feda etmek zorunda kalabilir. Marx’ın 18.Brumeri’nde anlatıldığı bu durum, doğrudan ve olumsuz etkidir.
Kapitalizm, krallıkla olduğu kadar cumhuriyetle de uyuşabilir; dolayısıyla altyapı, üstyapıya belirli yolları açmakla yetinebilir. (Edilgin ve olumlu)
Toplumsal koşulların henüz olgunlaşmadığı 1848 ayaklanmasında olduğu gibi proletarya devrimi, başarısızlığa mahkûm bulunabilir; yani altyapı, belli çözümleri üstyapı için olanaksız kılabilir. (Edilgin ve olumsuz)
Burjuvazi, feodal beylerin toplumsal dayanağını yıkmak için bir toprak reformu yapmak zorunda kalarak; kaçınılmaz olarak diğer bir düşmanını (proletaryayı) güçlendirebilir; yani altyapı, üstyapıyı kendi içinde çelişen bir yöne itebilir. (Etkin, ama çelişkili)
Ulusal savaşla karşı karşıya kalan burjuvazi, iki düşmanından, yani yabancı burjuvazi ile kendi proletaryasından birini güçlendirmeyecek bir eylemde bulunamama durumuyla karşı karşıya kalabilir; yani altyapı, üstyapıya yalnızca çelişkili olanaklar sunabilir. (Edilgin, ama çelişkili)
Üretim ilişkilerinde yeni bir tehditle karşılaşan burjuvazi, din ile savaşım siyasetini kökünden değiştirip dinsel eğitime devlet yardımı yapmaya zorlanabilir; yani altyapı, üstyapının diğer bölümlerini etkilemeden, yalnızca bir bölümünü belli bir yöne itebilir. (Etkin, olumlu ve kısmi)
Altyapı-üst yapı ilişkisi üzerine bir tartışmada, Marksizm üzerine kafa yoran hiç kimse, belirleme ilişkisinin tek düze olduğunu iddia etmez. Ancak (çoğu zaman farkında olmadan) güncel-politik sorunlar karşısındaki tutum alışları bunu ifade eder; Laçiner’in “ortalık temizlensin” diyerek düştüğü durum da bundan farklı değildir.
Kargalara neşe kaynağı olacak tespitler ve iddialarda bulunmak, hayvansever bir insan olarak beni rahatsız etmez. Ancak buradaki temel sorun, kargaların mutluluğu değil; emekçi sınıfların iktidar olmasının yol ve yöntemlerine dairdir. Her ne kadar Laçiner ve diğer sol-liberaller, sosyalizmi tartışmaktan ve yeniden üretmekten söz etse de aslında ezberden konuşmakta; kuramda geçmeyen bir somut durumla karşılaştıklarında şaşkına dönmektedirler. Mesele de tam da burada düğümlenmektedir; kendisinin de ifade ettiği gibi “çözüm, Paris Komünü’dür”. Ancak komün, barikatta yaratılmıştır; büroda değil. Yani Laçiner’in de ifade ettiği gibi elmanın kırmızı olduğunu bilmek, komposto yapmayı sağlamaz; tıpkı Paris Komünü’nü bilmenin, devrimci olmayı sağlamayacağı gibi…
Dipnotlar:
[1]. Bu konuda bir eleştiri için bkz: Metin Özuğurlu, “Yogurt, Gecekondus & Askeri Vesayet”
Erişim Adresi: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=33236
[2]. Cem Eroğul, Devlet Nedir?, Ankara: İmge Kitabevi, 2002, s.32-33.