“Tüketimden gelen güç önemsiz değil, ama asıl önemli olan üretimden gelen gücün örgütlenmesidir. Bu saikle düşündüğümüzde, 1 Mayıs’ın Türkiye işçi sınıfının, genel bir tabirle emeğin bu tabloya fırça darbesini atma zamanıdır. Bu anlamıyla, 1 Mayıs işçi sınıfının sözünü söylediği gündür ve bu sözün güçlü söylenmesi gerekmektedir”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki sıradaki söyleşimiz TKH Genel Başkanı Aysel Tekerek ile.
Rejimin darbe mekaniği ile işlediğini 19 Mart sürecinde gördüklerini ifade eden Tekerek, AKP-MHP iktidarının toplumsal desteğini her geçen gün yitirdiğini söyledi. AKP’nin artık bir azınlık iktidarı olduğunu belirten Tekerek, AKP’nin bu zayıflığını kapatmak için yeni ittifaklara yöneldiğini ve çözüm süreci ile yeni hesaplar içinde olduğunu söyledi. 19 Mart’ta verilen tepkinin korku duvarlarının yıkıldığını topluma gösterdiğini belirten Tekerek, mevcut tabloda sosyalist hareketin devrimci bağımsız hattının örülmesinin gerekli olduğunun da açığa çıktığını ifade etti.
“Tüketimden gelen güç önemsiz değil, ama asıl önemli olan üretimden gelen gücün örgütlenmesidir” diyen Tekerek, bu doğrultuda 1 Mayıs’ın Türkiye işçi sınıfının sözünün söylendiği bir gün olduğunu söyledi.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla kurulan rejim, doğrudan sermayenin çıkarlarını temsil eden gerici bir rejim olarak bütün karakteristiğini gösteriyor. Hukuksuzluk, adaletsizlik, baskı, gerici kuşatma, ağır sömürü ve yoksulluk gibi. Çünkü ülkenin sermayenin talanına tam boy açtılar ve bugün sermayenin çıkarları doğrultusunda uyguladıkları ekonomi politikası bir krizle karşı karşıya ve krizin bedelini ise emekçilere ödetiyorlar. Bu talan düzeni onların iktidarı anlamına geliyor ve bunun sürmesi için her şeyi göze alıyorlar. Anayasayı değiştirip laikliği ortadan kaldırmak ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı koltuğunda bir kez daha oturmasının yolunu yapmak istiyorlar. Buna dış politikada Amerikancı çizgi de eklenince mevcut iktidarın ya da kurulmak istenen rejimin bekası bugün AKP-MHP ile temsil edilen sermaye blokunun en temel derdi. Onlar göre rejimin ve talan düzeninin bekası “milli ve yerli” sayılıyor. Buna her muhalefeti ise doğrudan hainlikle suçlayan bir ucuzlukla karşı karşıyayız. Doğrudan düzenin bir kanadını temsil eden CHP’nin cumhurbaşkanı adayını dahi tutuklama yoluna gitmesi, karşımızda rejimin bir istibdat rejimi olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatıyor.
Bu rejimin, darbe mekaniği ile işlediğini 19 Mart sürecinde görmüş olduk. Ancak ekonomik kriz, dış politikada yaşanan sıkışma, ülkeyi boğan gericilik, yoksulluk ve geleceksizlik iktidarın mutlak gücünü diyalektik tamamlayıcı yanını oluşturuyor. Devlet sopasıyla muktedir olan AKP-MHP, toplumsal desteğini ise her geçen gün yitiriyor. AKP artık bir azınlık iktidarı. Bu zayıflığını kapatmak için yeni ittifaklara yöneliyor ve çözüm süreci ile yeni hesaplar peşinde. Gerici ve faşist bir iktidardan demokrasi ve barış geleceğini düşünmenin mümkün olmadığını biliyoruz. O yüzden iktidarın bütün oyunlarına karşı uyanık olmak gerektiği gibi, her türlü zorbalığın karşısında ise sinmeden, korkmadan, boyun eğmeden karşı duruş bu gidişe dur demenin tek yolu. 19 Mart darbesine karşı verilen toplumsal tepki, işte bu korku duvarlarının yıkıldığını topluma göstermiş oldu.
Eylemlerin ve katılanların nitelikleri ışığında sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Toplumsal bir psikoloji tarifi yapılacaksa daha düne kadar umutsuzluk ve yakınma hali sanırız tespitlerin başında geliyordu. Ülkenin sosyalistleri olarak bu ruh haline karşı hep direndik ve ülkenin ilerici birikimine güvenmek gerektiğini ifade ettik. Saraçhane’de cisimleşen ve ülkenin hemen hemen bütün illerine yayılan direniş, ülkemizin ilerici birikimini ve kapasitesini fazlasıyla bir kez daha göstermiştir. İktidar, bir maliyeti göze almıştı. Ancak İmamoğlu’nu hapse atma adımının maliyeti onlar açısından büyük oldu. Bu hesabı çıkaran ise açık ki öğrenci gençliktir. Bu tablo, CHP’nin temsil ettiği ideolojik çerçevenin sınırlarına sığmaz. Ancak politik olarak bu toplumsal direniş CHP’nin sınırları ve yönelimiyle şekilleniyor. Bu toplumsal direnişin bir kez daha heba olmaması insanların kendi mücadelesine sahip çıkmasından geçiyor. Bu birincisi. Ama ikincisi sosyalist hareketin devrimci bağımsız hattının örülmesinin ne kadar gerekli olduğunu da bize gösteriyor. Partimiz, sosyalist hareketin devrimci bağımsız bir kuvvet olarak kendini örgütlemesini AKP’nin hesap edemeyeceği yeni bir politik tablo yaratacağını düşünüyor. Ancak biliyoruz ki bu politik süreçler mutlaka kendi devrimci kanalını da oluşturacaktır.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
Öncelikle kitlesel 1 Mayıs hedeflenmelidir. Ülkenin işçi sınıfının gücünü göstermesinin zamanı geliyor. Bahar eylemlerini ya da Madenci Yürüyüşü’nü hatırlarsak bu ülkede iktidar değişimlerinin altında büyük bir sınıf yumruğu olduğunu görürsünüz. Gezi, elbette bir emekçi hareketiydi, ancak genel grev silahını kullanmadığınızda sokak mücadelesinin kazanımlarını politik kazanıma dönüştüremiyorsunuz. Bugün tüketimden gelen güç önemsiz değil, ama asıl önemli olan üretimden gelen gücün örgütlenmesidir. Bu saikle düşündüğümüzde, 1 Mayıs’ın Türkiye işçi sınıfının, genel bir tabirle emeğin bu tabloya fırça darbesini atma zamanıdır. Bu anlamıyla, 1 Mayıs işçi sınıfının sözünü söylediği gündür ve bu sözün güçlü söylenmesi gerekmektedir.