İşte 2025 yılının 2 Nisan’ının affedilmez olan suçu da böylesi özgürlük alanında hayalet gibi dolaşmasıdır. Yukarıdan aşağıya dizayn edilmeye çalışılan lümpen bir özgürlük alanını politikleştirmek
2025 yılının 19 Mart sabahında ülkenin tek metropolünün seçilmiş belediye başkanı gözaltına alındıktan ve sonra tutuklanması süreciyle birlikte ilginç pratikleri yaşıyoruz. İktidarı muhalefetiyle her kesimden karşılıklı sadece soyut siyasete yönelik değil somut üretim ve tüketim ilişkilerine yönelik hamleler geliyor. Toplumsal muhalefet tarafından şu ana kadar yapılan somut hamleler hayatın olağan yörüngesine otururken, iktidarın hamleleri ise şimdilik sadece yapılmak için yapılmış hamlelerden oluşuyor. Belli ki iktidar, kendi pratiklerini soyut siyasetin dışında yürütebileceği alanları hesaplamamıştı. Hemen belirtelim en yaratıcı ve en zihin açıcı olanı toplumsal muhalefetin genç dinamiklerinden geliyor. Örneğin eylemlerde Pikachu’nun boy göstermesi ve yoğun ilgi görmesi pantomimin gücünün, söze hiç yer vermeden gençliğin yaratırken nelere dikkat ettiğinin, hangi dinamikleri önemsediğinin en iyi göstergesidir. Ancak doğası gereği gençliğin siyasetin bir pantomim olmadığını, siyasetin pantomimden ibaret olmadığını devrimci bir algıyla, bilge görüşle daha çok bağıranın, daha gösterişçi olanın, daha ilkesizce davrandığını kavraması kaçınılmazdı.
İlginç pratikler yaşıyoruz demiştik. Bu ilginç pratikleri daha net anlamamız için iki dönemin kapitalist yiyecek-içecek tüketim alışkanlıklarının gelişim süreçlerini kısaca karşılaştırmakta fayda var. 20. yüzyıl kapitalizminin büyük oranda yiyecek-içecek tüketim alanı ev içi tüketime dayanıyordu. 21. yüzyılın kapitalizm alışkanlığı ise yiyecek içecek tüketim ürünlerini daha fazla dışarıda tüketmeye, daha fazla “tüketimi özendiren kamusal alanlar yaratmaya” yönelik. Ve daha fazla “dışarıdan yemek söylemeye”, iste-getir ekonomisine dayanıyor.
Ve 21. yüzyıl kapitalizmi dışarıda tüketim alanlarını yaratırken kendi seküler insan tipolojisini ve onun gündelik yaşam içerisinde özgürlük alanını da yaratmış oldu. Daha fazla dışarıda vakit geçiren, daha fazla tüketen insanı yarattı. Yarattığı insan davranışının “özgürlük alanını kısıtlamak” demek aynı zamanda her türden tüketimi de kısıtlamak olurdu. Ve bundan dolayı kapitalizmin tüketim demokrasisi en küçük baskılamada tüketim krizine yol açacağından “tüketime yönelik her türlü hukuki demokratik” hassasiyet göstermekte sermaye hukuku içinde yerini aldı.
Tüketim üzerinden devam edecek olursak, tüketimin korkunç kâr kokusunu alan en gerici ülkeler en seküler markalar çıkartabilmiştir. Bunun en tipik örneği kendi halklarına yaşam hakkı tanımayan Suudi sermayesi (kaldı ki oradaki insan ve kadın hakları kıpırdanmaları direk sermayeyle ilişkilidir) ve Katar sermayesidir. Avrupa’daki kimi bilinen seküler markaların üstünü kazıdığımızda altında İhvancı birçok Ortadoğu ülkesinin çıkması şaşırtıcı değildir. Aynı şey ülkemiz içinde geçerlidir. Birçok seküler marka AKP sermayesiyle ya doğrudan ya da dolaylı bağlantılıdır. Bu paradoksal durum sermayenin insan severliğiyle alakalı olmayıp, tamamen metanın dolaşımı, tüketimin hızlanması özellikle yiyecek-içecek, giyim kuşam ve turizm tüketiminin aşırı kar getirmesiyle doğrudan ilişkilidir. Çünkü kapitalizm statik değil dinamiktir. Gölgesi satılamayacak her şey ise hiçbir şeydir.
Sermayenin başta insanlığı, doğayı, hayvanı o ulusa ya da öteki ulusa ya da birbirine ait değil de tüketim ve yeniden üretim ve yeniden tüketim olarak bir bütün görmesine ise küreselleşme denildiğini hatırlayalım. Ancak sermayenin serbest dolaşımı emeğin ise baskılanması, emek gücünün birleşik mücadele aygıtlarının baskılanması yine aynı küresel efendiler eliyle gerçekleştirilmektedir.
Kolombiya’da Eje Cafetero (kahve üçgeni çiftçi bölgesi) çiftçisinin çektiği çileyi ya da bir kahve fabrikasında çalışan işçinin kahve çekirdeklerini paketlerken kötü çalışma koşullarını ve aldığı düşük ücreti hiçbir sermaye grubu önemsemez. Kısaca başlıkta belirttiğimiz “üretimin esareti” kapitalistin umurunda olmaz. Hatta üretimin esaret altında tutulması başta sarı sendikalar, ruhban sınıfı, yasalar ve benzer yönetim aygıtlarıyla kapitalistlerce desteklenir. Ancak kahve çekirdeğinin paketlenip değer kazandırılması sürecinden sonra herhangi bir ülkede “marka” değeri olan ışıltılı tüketim alanlarında “yeniden ve daha fazla değer”(kâr elde edilerek) katılarak daha fazla “tüketim için özgür alanın” yaratılması kapitalistler tarafından önemsenecek bir olgudur. İşte 2025 yılının 2 Nisan’ının affedilmez olan suçu da böylesi özgürlük alanında hayalet gibi dolaşmasıdır. Yukarıdan aşağıya dizayn edilmeye çalışılan lümpen bir özgürlük alanını politikleştirmek. Kamuoyu denilen edilgen topluluktan gündelik yaşam içerisinde kendi kararlarını kendileri alan milyonlarca örgütlü insanın aynı şeyleri düşünüp aynı tavrı gösterebilmesi yeteneğini ortaya çıkarmak, hayaletin kovulması için fazlasıyla yeterli bir sebeptir.
Daha ilginç bir şey ise; böylesi süreçlerde sanatçılardan beklenen tavır ve sanatçılara karşı kızgınlık üretimin ve hizmetin gücünü gösterecek olan sendikalara ve onların temsilcilerine yeterince yönetilmemesi olmuştur. Bu şu demek oluyor. Sendikalar emekçilerin gündeminden düştüğü kadarının daha fazlasıyla halkın gözünde bir bütün olarak itibarını kaybetmiş olması anlamına geliyor. Elbette bunun nedenlerine sendikal hareketin günümüz temsilcileri derin tartışma süreçleriyle birlikte kafa yoracaklardır. Bizlerde o zaman “üretimden gelen büyük gücün” nelere kadir olabileceğini çok daha fazlasıyla hissedeceğiz. Bir sarı Pikachu kadar etki yaratamayan sendikalarda üzerlerine düşen derslerden yeterince notlar çıkarmış olmalılar.
Kısa bir notla yazıyı sonlandıralım. Tarihte çatlaktan açılan incecik gedikten sızan su doğası gereği canlıdır. Koskoca gölü kurutacak olan su sızan sudur. İşte gelişme de böyle olur.
Not 1: Tüketimden gelen gücün kullanımı üretimden gelen gücün kullanımına eşdeğer değildir. Üretimden gelen güç kullanımı yazının konusu olmadığından değinilmemiştir. Ancak kısaca şunu söyleyebiliriz birlikte kullanılacak iki güç birbirini tamamlayacaktır.
Not 2: Özgürlük kavramı kapitalizmle birlikte ele alınabilecek bir kavram değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.