Trump’ın 90 gün süreyle gümrük vergilerini hafifletmesiyle borsalardaki panik duruldu gibi. Ancak hem hisse senedi endeksleri ciddi düşüş kaydetti, hem de Amerikan tahvil faizleri ciddi yükseldi. Normalde borsalar düşerken; hem güvenli liman olarak tahvillere sarılınır, hem de endekslerin toparlanması için faizlerin düşürülmesi beklenir, dolayısıyla faiz oranlarıyla ters yönde seyreden tahvil fiyatları yükselirdi. Bu kez tam tersi oldu. Buradan, Trump’ın politikalarının finansal sisteme olan güveni zedelediği, dolardan kalıcı bir kaçışı tetiklediği, 36 trilyon dolarlık ABD kamu kağıtlarından çıkışın gerçekleştiği sonucunu çıkarmak olanaklı
Trump devrinde ekonomi ile ilgili bir yazı yazmak, giderek daha dinamik, heyecanlı, bir o kadar da stresli bir uğraş haline geldi. Çünkü siz tam yazı başına oturuyorsunuz; ya hazret yeni bir demeç patlatıyor, ya da bir devlet kurumundan beklenmedik bir açıklama geliyor, tüm denklemler değişiyor. Bunun en son örneği 12 Nisan Cuma akşamı yaşandı ve bilgisayarlar, akıllı telefonlar, çipler, çip üretiminde kullanılan makineler, işlemciler, modemler, güneş panelleri gibi teknoloji ürünlerinin ek tarifelerden muaf tutulacağı bildirildi. Bu mallar sadece ilk hamlede ilan edilen %20 gümrük vergisine tabi olacak dendi. Derken bu adımların geçici olduğu, “ulusal güvenlik “ soruşturmalarından sonra tekrar yürürlüğe gireceği haberi geldi. Bilinmez siz bu yazıyı okurken belki de tablo tamamen değişmiş olur!
Düşünün bir kere %145’e varan vergiler açıklanmış, birçok siparişler iptal edilmiş, bazı gemiler yoldan çevrilmiş, panikle birtakım ithalat öne çekilmiş, ABD’ye varan bir kısmına yüksek vergiler ödenmiş. Böyle bir kargaşa ortamı belirsizlikten hazzetmeyen kapitalizmin işleyiş mantığına da aykırı. Bu koşullarda bırakın uzun vadeli yatırım kararı almayı, sipariş vermek dahi riskli. Tüm bu gelişmeler ekonominin çarklarını yavaşlatarak, yaratacağı bir arz şoku sonrası üretim ve istihdamı aşağı çekecek ölçüde önemli.
Trump sürekli kameraların önünde, o anda aklına geleni söyleyerek meddahlık icra ediyor gibi bir izlenim veriyor. Ama belli ki perde arkasında lobi faaliyetleri, pazarlıklar sürüyor. Zaten kabinesi servet sahiplerinin vekillerinden değil bizzat kendilerinden oluşuyor. Trump 2.0 dönemi başladığında bakanlarının toplam serveti 340 milyar doları buluyor, Biden’ın ekibinin 118 milyon dolarlık mal varlığının 2.881 katına ulaşıyordu. Yani tarihin gördüğü en plütokratik yönetimiyle karşı karşıyayız. Ancak yine de çıkarı zarar gören, yeterince gözetilmediğini düşünen patronlar gerektiğinde hemen devreye giriveriyor, tavizler koparmaya gayret ediyor.
Bunların başında Apple geliyor. İPhone üreticisi dev şirketin piyasa değeri gümrük vergilerinin keskince artışıyla 640 milyar dolar gerilemişti. Bu planda ısrar edilmesi halinde, bir akıllı telefonun 3.500 dolardan daha ucuza satılması olanaklı görünmüyordu. Çünkü şirket üretiminin %80’ini Çin’de gerçekleştiriyor. ABD’ye yönelik ihracatın ikinci büyük üretim üssü Hindistan’a yıkılması halinde bile toplam ABD talebinin sadece %40’ının karışlanabileceği bildiriliyordu. Ayrıca Çin’in uzman mühendislerini ve ilgili yedek parçalarını Hindistan’a kaydırarak üretimi hızlandırmak konusunda istekli davranmadığı görülüyordu.
ABD’nin akıllı telefon, elektronik eşyalar, video oyunları gibi önemli ithalat kalemlerinin dörtte üçü Çin’den geliyor. Listeye dahil edilmeyenler ise oyuncaklar, hazır giyim, örneğin Trump figürlü beyzbol şapkaları, mutfak gereçleri gibi daha az hayati ürünler. Buna karşın Çin’in mısır, soya gibi tarım ürünlerine koyduğu vergiler yerinde duruyor. Bu durum Amerikalı çiftçilerin ciddi tepkisine yol açabilir.
Trump ikinci döneminde daha üç ayı dolmadan güvenilmez, aklına eseni yapan, çok iddialı biçimde sunduğu politikalarda dahi sağlam duramayan bir imaj verdi. Uyguladığı ekonomi politikaları neoliberaller dahil, kamuoyunda belirli bir etkisi bulunan hiçbir iktisatçının desteğini alamadı. Kendi avenesi dışında ne ekonomik ne politik ne de kültürel elitler nezdinde itibar kazanamadı. Ancak ayırt edici bir özelliği var; aynı Ronald Reagan örneğindeki gibi sade yurttaşlarla doğrudan diyalog kurabiliyor. Demagojik söylemleriyle en azından onların bir kısmı üzerinde etki yaratabiliyor.
Zaten ortalama Amerikan ailesi Biden döneminde, ara ara tekrarlanan nakit ödemeleri dışında, ekonomik koşullarını düzelten, ev alma, çocuklarının üniversite taksitlerini ödeyebilme, yavaş ama sürekli refah artışları sağlayan “Amerikan rüyasının” uzağında kalmıştı. Başta sağlık programı Medicaid sosyal programların budanması, özellikle gıda ve temel ihtiyaç maddelerinde enflasyonun alt edilememesi Demokrat Parti’nin seçim hezimetini getirmişti. Trump’la birlikte enflasyonun daha da yükselmesi, Elon Musk’ın başında bulunduğu DOGE programıyla kamusal hizmetlerin, sosyal programların yerle bir edilmesi geniş kitlelerin ciddi tepkisini çekmeye aday görünüyor.
Bu durum yüksek olasılıkla Trump’ın ırkçı, cinsiyetçi, iklim değişikliği inkarcısı, yabancı düşmanı politikalarına hız vermesine; Erdoğan’a benzer biçimde kuvvetler ayrılığı ilkelerini tamamen çiğnemesine; baskıcı bir rejimi yerleştirme gayretlerini sıkılaştırmasına yol açacak. Az eğitimli, reaksiyoner kitleleri, faşist örgütlenmelerle seferber etmesi olasılığı dahi gündeme gelebilecek.
Trump’ın 90 gün süreyle gümrük vergilerini hafifletmesiyle borsalardaki panik duruldu gibi. Ancak hem hisse senedi endeksleri ciddi düşüş kaydetti, hem de Amerikan tahvil faizleri ciddi yükseldi. Normalde borsalar düşerken; hem güvenli liman olarak tahvillere sarılınır, hem de endekslerin toparlanması için faizlerin düşürülmesi beklenir, dolayısıyla faiz oranlarıyla ters yönde seyreden tahvil fiyatları yükselirdi. Bu kez tam tersi oldu. Buradan, Trump’ın politikalarının finansal sisteme olan güveni zedelediği, dolardan kalıcı bir kaçışı tetiklediği, 36 trilyon dolarlık ABD kamu kağıtlarından çıkışın gerçekleştiği sonucunu çıkarmak olanaklı. Ayrıca söz konusu politikaların öngörülenden de yüksek bir enflasyona yol açması, o nedenle faizlerin tırmanması, tahvil fiyatlarının düşmesi, ABD ekonomisinin stagflasyona sürüklenmesi tehlikesi de öngörülüyor olabilir.
ABD’nin küresel hegemonya mücadelesinde Çin’i başlıca rakip gördüğü, bu nedenle Pekin’e karşı hasmane ticaret savaşları başlattığı söylenebilir. Gelgelelim bu saldırganlığın ters tepmesi, gelişmelerin Çin Komünist Partisi yöneticilerinin işine gelmesi olasılığı da var. Şöyle ki, Çin uzun süredir büyüme hızının yavaşlaması ve konut piyasalarındaki krizin atlatılamaması sorunlarıyla karşı karşıya. ABD’nin Çin’in ihraç ürünlerine engeller koyması, Xi Jinping’in iç talebi canlandırmaya, geniş kitlelerin satın alma gücünü artırmaya dönük politikalara yönelmesini sağlayabilir.
Çinliler zaten ulusal duyguları güçlü, emperyalizm karşısında yek vücut olmaya hazırlıklı bir millet. Bu duygularla, zorluklara Amerikalılardan daha dirençli olmaları beklenir. Son zamanlarda medyada Mao Zedong’un “asla teslim olmayacağız, zafere kadar savaşacağız” yollu Büyük Yürüyüş, Çin Devrimi, Kore Savaşı gibi önemli tarihsel olaylardaki sözlerine bolca yer veriliyor. Çin’in “çok taraflılık, kurallara bağlı uluslararası düzen, serbest ticaret” gibi ABD’nin terk ettiği temalara sahip çıkması da diplomatik gücünü, uluslararası zeminlerdeki etki kabiliyetini artırabilir. Zaten Çin’in ihracatında ABD’nin 2018’de %20 dolaylarında gezinen ağırlığı bugün %15’e gerilemiş durumda.
Açıkça görülen bir olgu, 90’larda kapitalist küreselleşme rüzgarlarının estiği dönemdeki “sınırları olmayan dünya”, “ulus devletin sönümlenişi” gibi beklentilerin boşa çıktığı; Trump’ın politikalarının, her ne kadar kendisi toprak ilhakı hülyaları kuruyorsa da, mevcut sınırları ve ulus devletleri temel alan bir zeminde belirlendiği, jeopolitiğin etkisini giderek daha fazla hissettirdiği. ABD’nin kendi kurduğu ve ayakta tuttuğu neoliberalizmin sembol kurumları Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası mali kuruluşları artık muhatap almadığı, tek tek ülkelerle Trump’ın emlak simsarlığında edindiği deneyimler rehberliğinde görüşme masasına oturduğu, bilek bükmeye dayalı bir strateji çerçevesinde pazarlıklar yürüttüğü…
Trump ve ekibinin asıl amacının ABD’nin gerileyen hegemonyasını imalat sanayini güçlendirerek restore etmek olduğu açık. Marksist iktisatçı Michael Roberts’a göre, ABD’nin hegemonyası 1971’de Richard Nixon’un altın standardına son vermesiyle doları altın bağı bulunmayan itibari bir para haline getirmesi, 1985’te Plaza Anlaşması ile Japonya, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallığı paralarını güçlendirerek Amerikan imalat sanayinin önünü açmaya zorlaması gibi dönüm noktalarından bu yana gerilemeye devam ediyor. Trump’ın son çırpınışları da bu tarihsel eğilimi geri çevirmeye yetmeyecek gibi görünüyor.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.