“Mücadele yalnızca kayyumlara karşı değil, onları atayan AKP iktidarına karşı da verilmelidir. ‘Üniversitelerde kayyumları, ülkede AKP’yi göndereceğiz’ şiarı, bir politika stratejisi olmalıdır. Gençlik örgütlerinin görevi, bu politizasyonu örgütlemek ve öğrencilerin parçalı öfkesini birleşik bir mücadeleye dönüştürmektir. Kayyumlara karşı kampüslerde yürütülecek her mücadele, iktidara karşı genel bir direnişin parçası olmalıdır. Üniversiteyi toplumsal mücadeleyle birleştirmek, yalnızca üniversiteyi değil, iktidarı da değiştirecek bir görev olarak önümüzde durmaktadır”
“Kampüslerden meydanlara: İsyan, gençlik ve 1 Mayıs” başlıklı dosyamızın ikinci söyleşisini Öğrenci İnisiyatifi’yle yaptık. Öğrenci İnisiyatifi, 19 Mart’ta üniversite gençliğinin barikatları aşarak başlattığı hareketi 2015’ten bu yana kurumsallaşan AKP faşizmine karşı patlayan bir toplumsal hareket olarak değerlendirirken gençliğin her türlü aygıtla baskılandığı, yıllardır içine sıkıştırıldığı bireysellikten sıyrılarak öfkesinin sokağa taştığını vurguladı.
Öğrenci İnisiyatifi, Beyazıt Meydanı’nda barikatların yıkılmasını, uzun süredir gençliğe dayatılan korku duvarlarının da yıkılması olarak değerlendirirken sokağın yeniden meşrulaştırıldığını ifade etti. “Heterojen bir yapıya sahip olan üniversiteli direnişçiler, işaret edildiğinde geleceksizlik ve yoksulluk gibi ortak noktalarda buluşarak kolektif bir mücadele hattı örmeyi başarıyor” ifadelerini kullanan Öğrenci İnisiyatifi, üniversitelerde yeniden mevzi kazanmanın ve diğer toplumsal hareketlerin fitilleyicisi/öncüsü olarak 19 Mart’ın yarattığı politik momentumu kalıcı bir öğrenci hareketine dönüştürmenin tarihsel bir sorumluluk olduğuna dikkat çekti.
Öğrenci İnisiyatifi “Gençlik, 1 Mayıs’a sadece öfkesini değil, alternatifsizliğe karşı bir başka yaşam kurma iddiasını taşıyarak toplumun ezilen tüm kesimleriyle yan yana duracak, bu mücadeleye üniversitelilerin sözünü, cesaretini katacaktır” dedi.
Sendika.Org’un soruları ve Öğrenci İnisiyatifi’nin yanıtları:
19 Mart’ta üniversite gençliğinin barikatları yıkmasıyla başlayan hareketi ve gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2015’ten bu yana AKP, faşizmi kurumsallaştırma yolunda önemli adımlar atarak hem üniversitelere hem de toplumsal muhalefetin tüm dinamiklerine sistematik bir şekilde saldırmaktadır. Bu saldırılar yalnızca mevcut toplumsal düzenin değil, aynı zamanda geleceğin de gasp edilmesi anlamına gelirken 19 Mart günü üniversitelilerin yükselttiği isyan, toplumsal öfkenin patlama noktası oldu.
İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanması, isyanın doğrudan tetikleyicisi haline geldi. İsyanın temelinde ise üniversitelilerin yıllardır içinde tutulduğu geleceksizlik, güvencesizlik ve yoksulluk düzenine karşı bir başkaldırı yatmaktadır. Bugün üniversite öğrencileri, yalnızca nitelikli eğitim değil, insanca bir yaşam için de mücadele etmektedir. Gençlik her türlü aygıtla baskılandığı atmosferde, yıllardır içine sıkıştırıldığı bireysellikten sıyrılarak öfkesini sokakta haykırmaktadır. Bu öfkenin önemli bir bileşeni olan üniversiteli kadınlar ve LGBTİQ+ öğrenciler, eril ve fobik akademiye, ilan edilen “Aile Yılı”na ve iktidarın cinsiyetçi politikalarına karşı da mücadele hattını örmektedir.
Diplomaların iptaline yönelik yargı hamlesi doğrudan üniversite kurumunun itibarsızlaştırılması ve “mezun olmanın dahi güvencesiz” hale gelmesinin somut örneği olarak değerlendirilirken; öğrenci gençlik nezdinde geleceksizlik ve güvencesizlik duygusu ete kemiğe bürünerek AKP’nin reddi kaçınılmaz hale gelmektedir. Beyazıt Meydanı’nda barikatların yıkılması, uzun süredir gençliğe dayatılan korku duvarlarının da yıkılması anlamına gelmektedir. Üniversiteliler, eylem ve gösteri yasaklarının suni olduğunu, CHP dahil olmak üzere toplumun geniş kesimlerine göstererek, siyasetin sandıksızlaştırılmaya çalışıldığı bu dönemde sokağı yeniden meşrulaştırmıştır. Heterojen bir yapıya sahip olan üniversiteli direnişçiler, işaret edildiğinde geleceksizlik ve yoksulluk gibi ortak noktalarda buluşarak kolektif bir mücadele hattı örmeyi başarmaktadır. İlk üç gün boyunca taleplerin daha belirgin olduğu bir süreç yaşanmış; ancak sonrasında gerçekleşen ev baskınları, gözaltılar ve tutuklamalarla birlikte alanlarda eş zamanlı provokasyonlar da artmıştır.
Yargının muhalefete sopa olarak kullanıldığı, üniversitelerin iktidarın ideolojik aygıtına dönüştürüldüğü bu düzende; üniversite yeniden ayağa kalkıyor. Hayatlarını şekillendirmekte bile söz hakkı verilmeyen, sistemin “seçilebilir birey ol” kıskacına aldığı gençlik, sokağa çıkıyor. Üniversitelerde yeniden mevzi kazanmak ve diğer toplumsal hareketlerin fitilleyicisi/öncüsü olmak önümüzde durmaktadır. 19 Mart’ın yarattığı politik momentumu kalıcı öğrenci hareketine dönüştürmek tarihsel bir sorumluluktur. Bu sorumluluk; barikatı aşmakla kalmayıp, geleceği kuracak bir politik öznellik yaratmaktan geçmektedir.
Bu süreçte gençlik örgütlerinin özgün rolü ne olabilir?
Baskı politikalarına karşı heterojen bir direniş sergileyen kitlenin taleplerini parçalı halden çıkarılarak, somut ve ortak talepler haline getirilmesi ve direnişin en geniş antifaşist cepheye evrilmesi gençlik örgütlerinin sorumluluğudur. Bu görevde karşılaşılan iki ana zorluk, örgütlü özneler ile kitle arasındaki hem biçimsel hem de pratik anlamda büyük mesafe olması ve solun dağınık bir şekilde iki farklı uçta sıkışmasıdır. Bu iki handikap aşılmadıkça, hem kitlenin dönüştürülmesi hem de kitle ile bağların güçlendirilmesi ve odak haline gelecek bir öğrenci hareketi yaratmak zorlaşmaktadır.
Bu günlerde açığa çıkan momentin kalıcı bir harekete dönüşmesi yalnızca sokakta değil, üniversitelerde de mücadele edilerek mümkün olacaktır. Bu mücadele yalnızca kayyumlara karşı değil, onları atayan AKP iktidarına karşı da verilmelidir. “Üniversitelerde kayyumları, ülkede AKP’yi göndereceğiz” şiarı, bir politika stratejisi olmalıdır. Gençlik örgütlerinin görevi, bu politizasyonu örgütlemek ve öğrencilerin parçalı öfkesini birleşik bir mücadeleye dönüştürmektir. Kayyumlara karşı kampüslerde yürütülecek her mücadele, iktidara karşı genel bir direnişin parçası olmalıdır. Üniversiteyi toplumsal mücadeleyle birleştirmek, yalnızca üniversiteyi değil, iktidarı da değiştirecek bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Şimdi, kitleyi dönüştüren ve ondan öğrenen, yatay, kolektif, dayanışmacı ve katılımcı örgütlenmelerle iki yönlü bir süreç işletilmelidir. AKP’nin baskı politikalarına karşı üniversitelilerin isyanı; bizlere meşru, militan, kitlesel ve demokratik bir öğrenci hareketi kurmanın gerekliliğini ve olanaklarını bir kez daha göstermektedir.
2025 1 Mayıs’ına gençlik nasıl katılacak, değerlendirmeniz nedir?
1 Mayıs, hakkında apolitik nesil tartışmaları yürütülen üniversitelilerin 19 Mart isyanıyla kabuğunu kırdığı, yeniden tarihsel ve politik bir özne olarak sahneye çıktığı bir momentte gerçekleşiyor. Bu koşullarda gençlik, 1 Mayıs’a yalnızca kortejiyle değil; somut talepleriyle, politik pozisyonuyla ve örgütlü gücüyle katılacaktır.
Gençlik hareketi artık sadece “Öğrenci” değil, “Geleceğin kalifiyeli işçileri” olarak da mücadele etmektedir. Diplomanın işsizlikle sonuçlandığı, KYK borçlarıyla sıkıştığı bir düzende, üniversiteli gençlik güvencesizliğe karşı 1 Mayıs’ta haklarını savunduğu, kendi taleplerini yükselttiği bir alan yaratacaktır. AKP’nin üniversiteleri dönüştürme politikaları ve baskıcı yaşam tarzı, gençliğin üniversiteyi ve varoluşunu savunarak alanlara çıkacaktır.
Bu süreç gençliğin ortak bir bastırılmış öfkeyi taşıdığını gösterdi. Bugün, bu öfkeyi örgütlü mücadeleye dönüştürme sorumluluğuyla bir gençlik hareketi kurmalıyız. Gençlik, 1 Mayıs’a sadece öfkesini değil, alternatifsizliğe karşı bir başka yaşam kurma iddiasını taşıyarak toplumun ezilen tüm kesimleriyle yan yana duracak, bu mücadeleye üniversitelilerin sözünü, cesaretini katacaktır.
Sendika.Org