Kürt siyasetinin tüm unsurlarını içine kapsayacak bir “barış sürecinin fitilini yakan” MHP, bir günde ideoloji değiştirmiş olamaz. Bu anlamda iki olguya dikkatli bakmak zorundayız
MHP’yi Kürt siyasetine ip atmaktan barış elini uzatmaya getiren süreç elbette bir dizi iç ve dış olguların sonucu sonrası oluşmuş sıkışıklığın doğurduğu nedenler kadar yarattığı fırsatların da zorunluluğudur. Elbette ki bir arada eşit, kimsenin ötekileştirilmediği çok renkli barıştan yana yaşam bizlerin yıllardır özlemini duyduğu ve kurmaya çalıştığı yaşamdır. Ancak yazının konusu nasıl bir barış sürecinin oluşmasına yönelik değil, sisler içinde çalan çan seslerinin arkasındakileri görebilmektir.
Kürt siyasetinin tüm unsurlarını içine kapsayacak bir “barış sürecinin fitilini yakan” MHP, bir günde ideoloji değiştirmiş olamaz. Bu anlamda iki olguya dikkatli bakmak zorundayız. Birincisi Suriye’nin ve Ortadoğu’nun silahların zoruyla neoliberal dönüşüme açılması ve bölgede oluşacak pazar payından herkesin gücü oranında, hatta gücünü zorlayarak daha fazlasını istemesi kaçınılmazdı. (Esad neoliberal dönüşüme karşı değildi ama Esad’ın askeri ve devlet bürokrasisi konumlarını kaybetme korkusundan direniyordu.) Türkiye sermayesi ise (doğal olarak ulus devlet) bu bağlamda da iç cephede ve iç cephenin hemen yanı başında duran Kürt siyasetiyle, kalıcı bir anlaşma sağlanamazsa bırakın bölgedeki pazardan pay almayı ötekilerin ekmeğine yağ sürmekle kalınamayacağı gibi elde avuçta olanın da gideceğinin farkındaydı.
İkincisi içerde sıkışmış, pazar kıtlığı çeken “kapitalist unsurların, devlet aklını gören” MHP için gelecekte kendi konumunu belirlemek ve güçlendirmek adına “ben de varım” diyerek bir taşla üç kuşu vurma pratiğini gösterme olgusu. Uzun zamandır ortağı olan AKP’nin pragmatizmine şapka çıkartacak refleksi durumun aciliyetini göstermektedir.
Birincisi kendi iç sermayesine yol açtı. İkincisi Türkiye sermayesi mutabakatlarının önünde duran parti görünümünden fersah fersah uzak olduğunu ilan etti. Ve üçüncüsü “toplumsal barışın” baltalayıcısı değil, bizzat kurucusu olarak kendisine yeni bir meşruiyet alanı açmış oldu.
Ulus devletlerin ortaya çıkışının tarihsel süreci içinde kapitalizmin ulus devletsiz ulus devletinde kapitalizmsiz varlığının olamayacağını bildiğimize göre pazara yayılmanın bir bölünme değil, tam tersine ulus devletin varlığının zorunluluğunu bizim kadar öteki siyasi unsurlar ve ticaret erbapları da farkındalar.
Bölgede yeniden neoliberal inşa sürecinin yol açtığı “yeni kapitalist kırılma” yeni ittifaklar kurarken eski ittifakların da içerde ve dışarda dağılma fitilini ateşleyeceğini bilmekte fayda var. Dün birlikte yürüyenlerin içeride ya da dışarıda ayrı ayrı kulvarlara savrulduğunu görmek dün ayrı ayrı kulvarlarda olanların böylesi paylaşım süreçlerinde yan yana gelmelerini görmek şaşırtıcı olamaz. Belediye kapitalizmine sıkışmış bir sermaye ile yol alınamayacağını gören ve kendisine yeni alanlar açmak isteyen Türk sermayesi içerideki yenilmişliğini (ekolojik direnişler, küçüklü büyüklü işçi mücadeleleri, sermayeye açamadığı tarım alanları, inşaat sektörünün tıkanıklığı, tekstilin bitişi vs.) yanı başındaki olanaklar kadar riskler de barındıran değişimle aşma isteği bir tercih değil zorunluluktur. Ancak bu sürecin birçok inişleri ve çıkışları olacaktır. Suriye’deki toplumsal kimliklerin talep ve beklentileri ile bölgede oluşacak yeni proletaryanın kolay lokma olmayacağı gerçeği de sınıflar arası çelişkileri artırmakla kalmayacak uzlaşmaz yeni çatışmaların fitilini de ateşleyecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.