Bu saatten sonra boş umutlara yer yok, somut bir direnişe ihtiyacımız var. Umudumuz var elbet ama biliyoruz ki umut, eyleme dönüşmezse bir hayale dönüşür. Artık beklemek yok, biz bize dayatılan bu karanlığa karşı fiilen harekete geçeceğiz. Kendi kaderimizi elimize almanın vakti geldi
Kapitalizmin en büyük başarısı, işlediği suçları başkalarına yıkmadaki ustalığıdır. Bu sistem, adeta kolektif bir mitomani vakası gibi işler. Yalan söyler; sonra o yalana inanır. Gerçeği çarpıtır; sonra çarpıttığı gerçeği “tek doğru” gibi sunar. İşlediği her günahı ya bireylere ya da düşman ilan ettiği “öteki” coğrafyalara yükler. Açlığı, yoksulluğu, savaşları ve krizleri yaratır; sonra da “tembel halklar”, “yetersiz yönetimler” ya da “dış mihraklar” diye parmak sallar.
Kapitalist düzen kendi elleriyle inşa ettiği sömürü çarklarını görünmez kılmak için mitomanik hikâyeler anlatır. Herkesin eşit şansa sahip olduğu, çalışanın kazandığı, bireysel başarının kutsal olduğu bir dünya masalı… Ama bu masalda açlar, işçiler, kadınlar, azınlıklar, doğa ve gelecek hep yok sayılır. Suç hep başkasındadır; sistem asla sorgulanmaz.
Bu yüzden kapitalizm sadece bir ekonomi sistemi değil; aynı zamanda devasa bir kurumsal mitomani mekanizmasıdır. Kendini temize çekerken, gerçeği çamura bulamaktan hiç çekinmez. Vicdanları uyuşturan, insanı bireyselliğe mahkûm eden bu yalan ağı, yoksulluğun sebebini bile yoksullarda aratır.
Ve bu yalan düzenini ayakta tutmak için yalnızca ekonomik araçlara değil, ideolojik aparatlara da ihtiyaç duyar. İşte tam bu noktada sahneye bir başka mitomanik yapı çıkar: Siyasal İslamcı iktidarlar.
Siyasal İslam, tarih boyunca “zulme karşı durmak” iddiasıyla sahneye çıkmıştır. Ama iktidara geldiği her yerde zulmün ta kendisi olmuştur.
Kapitalizmin mitomanik düzeniyle işbirliği yapmış, onun en kirli yalanlarını “Allah’ın takdiri” kisvesiyle meşrulaştırmıştır.
Zengin ile fakir arasındaki uçurum artarken, “her şeyin bir sınav” olduğu söylenmiştir.
Kadınlar sistematik olarak dışlanırken, “fıtrat” demiştir.
İşçiler ölürken, madenler çökerken, iş cinayetleri yaşanırken “kader” denmiştir.
Yolsuzluk ayyuka çıktığında ise “iftira”, “dış güçler” ya da “operasyon” masalları anlatılmıştır.
Tıpkı kapitalizm gibi, siyasal İslam da kendi işlediği suçları örtbas etmek için sürekli başkalarını hedef gösterir.
Yalancıların, hırsızların, riyakârların, beşli çetelerin, ihale baronlarının, şeyhlerin, cemaatlerin kurduğu bu büyük ağ; halkı iman, tevekkül ve sabırla oyalarken, kendisi lüks içinde yaşar.
Saraya taşınanlar halkın sofrasını unutur, ama hâlâ “ümmetin lideri” kisvesiyle konuşurlar. Oysa çoktan ümmeti değil, ümmetin kaynaklarını satmayı tercih etmişlerdir.
Kapitalizm bir çarktır: Sürekli döner, ezerek, öğüterek, sindirerek…
Ama o çarkın en büyük korkusu, bir gün halkların el birliğiyle o çarka bir taş sokmasıdır. Çünkü o taş, “doğal düzen” denilen yalanın çöküşüdür.
Sistemin en büyük kabusu uyanmış ve örgütlenmiş bir halktır.
Kapitalizm; bireylerin kendini suçladığı, yalnız hissettiği, dayanışmadan koptuğu bir dünyada güçlüdür.
Ama insanlar bir araya gelip gerçeği konuştukça panikler.
Çünkü hakikat bulaşıcıdır.
Bir kişi görür, iki kişi anlar, üç kişi konuşur… Sonra zincir kırılır.
Ve o zincir koptuğunda, saraylar yıkılır, ekranlar kararır, yalanlar dağılır.
Bu yüzden sistem:
Bu yüzden medyayı kontrol eder. Bu yüzden eğitimi baskılar. Bu yüzden inancı kendi lehine araçsallaştırır.
Ve işte burada yeniden devreye girer siyasal İslam:
Gerçeğin yayılmasını engelleyen, bu korkunun bekçiliğini yapan bir aparat olarak.
⸻
Peki şimdi ne yapmalı?
Onlar yalanlarına, hırsızlıklarına, zulümlerine devam edecek; peki biz ne yapacağız? Susup kaderimize razı mı geleceğiz, yoksa ayağa mı kalkacağız? Kapitalizmin mitomanik düzeni bize her gün yeni bir masal anlatıyor, suçu başkalarına atıp kendini aklamaya çalışıyor. Siyasal İslamcı iktidarlar da bu suça ortak olup inancı istismar ediyor. Ama biz bu yalanlara daha fazla kanmayacağız, bu zulmü sineye çekmeyeceğiz.
Gerçekleri konuşmanın tam zamanı. Kapitalizmin yalanlarına karşı hakikati haykırmak, boğmaya çalıştıkları gerçeği gün yüzüne çıkarmak zorundayız. Yıllardır üzerimize boca ettikleri propagandaya rağmen biliyoruz: Kral çıplak. Onların “pembe” tablolarının ardında açlık var, sefalet var, adaletsizlik var. Bizden çaldıkları ne varsa hepsini tek tek söyleyeceğiz, saklamaya çalıştıkları suçları korkusuzca ifşa edeceğiz.
Kolektif hafızamızı diri tutmalıyız. Unutmamızı istiyorlar, geçmişi unutturup her seferinde bizi balık hafızalı koyunlar gibi yeniden kandırmak istiyorlar. Dün ne yaptıklarını, hangi yolsuzluklara imza attıklarını, hangi canların hakkını yediklerini çok iyi biliyoruz. Bu toplumun hafızasını silmelerine izin vermeyeceğiz. Acılarımızı, mücadelelerimizi, kazanımlarımızı ve uğradığımız ihanetleri hep hatırlayacağız. Çünkü hatırlamak direnmenin ilk adımıdır; hafızası olan halk, hesap sorar.
Örgütlenmekten başka yolumuz yok. Tek tek haykırdığımızda sesimiz cılız kalıyor, tek tek direndiğimizde kolay lokma oluyoruz. Bizi yalnız, dağınık, örgütsüz görmek istiyorlar ki rahatça ezebilsinler. Buna izin vermeyeceğiz. Mahallede, fabrikada, okulda, tarlada neredeysek orada bir araya geleceğiz. Birlikte karar alıp birlikte hareket edeceğiz. Sendikalarımızı, dayanışma ağlarımızı, komitelerimizi güçlendireceğiz. Omuz omuza verirsek, bir araya gelirsek, hiçbir güç karşımızda duramaz.
Dayanışma en büyük silahımız. Onların parası, medyası, polisi varsa bizim de birliğimiz var. Zengine karşı yoksulun, zalime karşı mazlumun, patrona karşı işçinin yanındayız. Birimizin derdi hepimizin derdi; birimize yapılan hepimize yapılmıştır. Soframızı da kederimizi de kavgamızı da paylaşacağız. Birbirimize destek oldukça, yan yana durdukça korku duvarları yıkılır. Dayanışma korkuyu yener, cesaret bulaşıcıdır.
Korkusuzca konuşacağız, korkusuzca yaşayacağız. Yıllardır korku ile, baskı ile susturmaya çalıştılar. İşten atmakla, hapse atmakla, karalamakla tehdit ettiler. Korkmamızı istiyorlar çünkü korkan insan boyun eğer. Ama biz korkuyu onlara iade ediyoruz. Korkmuyoruz, susmuyoruz! Gerçeği söyledikçe, birbirimize destek oldukça korkacak bir şey kalmadığını görüyoruz. Korku duvarını aşan halkı artık hiçbir tehdit durduramaz.
Bugün sandığı kazanamayacağını anlayanlar, yargıyı sopa gibi kullanıyor. Halkın iradesine zincir vurmaya kalkıyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, gerçeği temsil edenleri susturamayacaklar.
Bu saatten sonra boş umutlara yer yok, somut bir direnişe ihtiyacımız var. Umudumuz var elbet ama biliyoruz ki umut, eyleme dönüşmezse bir hayale dönüşür. Artık beklemek yok, biz bize dayatılan bu karanlığa karşı fiilen harekete geçeceğiz. Kendi kaderimizi elimize almanın vakti geldi. Sokakta, meydanda, işyerinde, kampüste; hayatın olduğu her yerde sesimizi yükseltmeliyiz. Zulmün olduğu yerde isyan meşrudur; biz de en meşru hakkımız olan direnme hakkını kullanacağız.
Artık yeter! Bu düzeni değiştirmek için elimizdeki en güçlü silahlardan biri genel grevdir. Patronların kasası, iktidarın sarayı bizim emeğimiz olmadan bir gün bile ayakta kalamaz. Bizi sömürüp süslü yalanlarla avutmaya çalışanlara en güzel cevabı emek çarkını durdurarak verebiliriz. Çünkü durduğumuz gün onlar da duracak; biz yürüyünce onlar sendeleyecek.
Tüm emek ve demokrasi güçlerini, tüm yoksulları, dışlananları, gençleri, kadınları, işçileri ve halkı genel grev ve genel direnişe davet ediyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.