Büyük hata, ülkeler savaştayken komünistlere hiç söz vermeden yorum yapmaya çalışmaktır. Ukrayna savaşı için de aynı şey geçerli. Faşizm Ekim Devrimi’ne emperyalizmin cevabıydı ve Sovyet Kızıl Ordusu, Avrupa’nın tüm komünistleri, anti-faşist savaşçıları olmadan 2. Dünya Savaşı’nın sonunda NAZİ başkentine devrimin Kızıl Bayrağı dikilemezdi. Finans sermayenin diktatörlüğünün bu yeni faşist biçimine proletaryanın ve dünyanın ezilen halklarının cevabı tarihsel deneyimin ışığında er geç verilir
Bu gibi hareketlerin [Mussolini’nin Faşist Partisi ve Hitler’in Nasyonal-Sosyalist Partisi] iktidarı bağımsız olarak ele geçirdikleri iki ülke sadece İtalya ve Almanya’ydı: İşgalcilerin Avrupa’da kurdukları kukla rejimler sadece İtalyan ve Alman silahlı kuvvetlerinin süngüleriyle yaşamış ve onlar yok olur olmaz da çökmüşlerdi.
Dan Tamir
20 Temmuz 2019-Haaretz
Yine karmaşık bir tarih dilimi yaşanıyor. Covid-19 durulur gibi olurken, İtalya’da başlayan faşizmin 100. Yıldönümü (28 Ekim 1922, Roma Yürüyüşü) yine bir Ekim günü İtalya’da aşırı sağın zaferiyle “kutlandı.” [100. Yıldönümleri elbette bizim tarih öğrenirken olayları kronolojik olarak aklımızda tutmak için yapay belirlediğimiz şeyler. ] Batı basınına bakılırsa, aşırı sağcı İtalya Başbakanı Giorgia Meloni eski faşist bir hareketten gelmişse bile şimdi Soykırım Müzesini ziyaret eden sıradan bir sağ muhafazakâr politikacı. Bu aşırı sağ politikacıların, hatta Nazi sembollerini gururla taşıyan Ukraynalı faşistlerin bile İsrail’de yakın dostları var. Yakın geçmişte, Latin Amerika’ya kaçan Nazi subaylarının eğittiği faşist askeri diktatörlüklerin de Güney Afrika ırkçı rejiminin de İsrail’le sıkı fıkı ilişkileri sır değil. Bunlar İsrail basınında da her gün yazılıp çizilen, hatta “realpolitik”le ilgisi olmadığı açıkça söylenen bir siyasi çizgi kardeşliği. Faşizm konusuna böyle giriş yapmamızın bir nedeni var: 1922’de İtalya’da başlayan faşizm, 1939’a kadar Avrupa’nın büyük bölümüne yayılmıştı. İtalya’nın Afrika’da emperyalist yayılması da bu döneme denk gelirken, “ama bizimkisi halk emperyalizmi” diye yazan İtalyan “solcu” politikacılar vardı. Hemen hemen aynı dönemde NAZİZM Almanya’da iktidara geldi ve İspanya İç Savaşı Cumhuriyetçilerin yenilgisiyle sonuçlandı. Faşizm, SSCB’de Ekim Devrimi’nin zaferine, kapitalizmin I. Dünya Savaşı sonrasında girdiği derin ekonomik, toplumsal, siyasal, krize finans sermayenin kanlı cevabıydı.
Aslında konumuz tarihi daha iyi anlamak için böldüğümüz yapay zaman sınırları değil. Hatta burada İtalya’da faşizmin iktidara gelişinin 100. Yılı, bizi sadece Nazi simgelerinin, Roma İmparatorluğundan kalma faşist selamlamaların, kara ve kahverengi gömleklilerin, beyaz ırkçılığın, vb. açıkça ortaya çıkması yönünden ilgilendiriyor. Şimdi faşizm ve aşırı sağın yükselişiyle ilgili tartışma ve analizlerden önce, bu yeni yükselişin 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra NAZİZMİN ve neo-faşizmin yeni patronu ABD emperyalizmi eliyle nasıl körüklendiğini öğrenmeliyiz. Bunun da en güzel yolu, ABD basınında ilgili haberlere yerimiz elverdiği ölçüde göz atmak. ABD ve İngiltere’nin anaakım medya organlarında yayınlanmış gizliliği kaldırılmış CIA’nın NAZİ görevlileriyle işbirliğine haberlerin çevirisini vereceğiz. İçlerinde bol bol Baltık ülkeleri, Ukrayna isimleri de geçecek. Bu haberlerde belirtilen işbirliğinin buzdağının çok ufak bir kısmı olduğunu da elbette bilmemiz gerekiyor. Batı dünyası için alarm zillerinin çalmasına yol açan şey, Balkan, Irak, Kafkasya, Libya, Suriye savaşları, vb. değil, önce bu emperyalist saldırıların yarattığı göç dalgaları, sonra da Trump’ın Başkanlığı olmuştu. ABD’de siyah sol, sosyalistler, demokratlar arasında da bu yeni dalgaya “faşizm” adının verilip verilmeyeceği tartışması hâlâ sürüyor. Trump’ın hedef alarak yüklendiği “Antifa”yı Chomsky de yöntemlerinin şiddete dayalı olması nedeniyle eleştirmişti. Şimdi aynı tartışma bu Avrupa aşırı sağına, beyaz ırkçılığa, siyasi gericiliğe ne isim verileceği konusunda sürüyor. Bir dizi aşırı sağ lider, hem Netanyahu, hem İsrail aşırı sağı tarafından sevinçle karşılanmıştı. Fransa’daki baba ve kızı Le Pen için de söz konusu. Burada söylem biraz yumuşayınca, Time’ın dünyanın en etkili 100 insanı içine kolayca giriliyor. Faşizm ve NAZİZM, anti-Semitizm söylemiyle başlayıp, pogromlar ve genel katliamların tarihsel temelinde bir soykırım yaratmıştı. Bu insanlık tarihinin en acı dönemlerinden biriydi. Ama liberal söylemde antifaşizme bakılırsa faşizm sadece anti-Semitizm’den ibaretken, geri kalanı savaş tarihine aitti. Oysa faşizmin 1922’de bile böyle olmadığını, bir İsrailli akademisyenin Yahudi Faşistlerle ilgili çarpıcı araştırmasında okuyoruz. Böylece bir yandan bu yeni aşırı sağ dalganın İsrail devletiyle sıkı fıkı ilişkilerini, bir yandan da İsrail devletinin Latin Amerika’nın açık faşist diktatörlükleriyle ve Güney Afrika ırkçı rejimiyle askeri-siyasi ve ekonomik ilişkilerini anlayabileceğiz.
Açıklamanın başında, Faşizmin 100. Yılı için tartışma ve analizlerin şimdiki konumuz olmadığını söyledik. Bu alan korkunç tarih çarpıtmalarına gebe. Bunların bir kısmı, faşizme karşı mücadelenin ana ekseninin İtalya’da faşist iktidardan 1945’te Nazi Almanya’sının yenilgisine kadar 3. Enternasyonal ve SSCB olduğunu göz ardı eden bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. Bir kısmı da Amerikan propaganda aygıtının Soğuk Savaş cephesinin özellikle filmler, kitaplar, oyunlar, vb. eksenli “kötü” Naziler ve çarpıtılmış soykırım hikâyeleri. Buraya minik bir not: Henüz Hollywood, Amerikan ve Batı sinema endüstrileri derin uykularındayken, Yahudi soykırımıyla ilgili ilk film olan “The Unvanquished” 1945’te Sovyetler Birliği’nde yapılmış ve 1946’da Venedik festivali ödülünü kazanmıştı.
Tekrar asıl konumuza dönelim: Nispeten İtalya’da Faşistlerin iktidara geliş sürecinde, SSCB’nin İç Savaş ve ilk kuruluş yıllarında Lenin’in üzerinde durulmaya değer birkaç belirlemesini atlamamak gerekiyor. 3. Enternasyonal’in faşizmle ilgili belirlemeleri daha çok bilinirken, Lenin’in bu eşzamanlı belirlemeleri Toplu Eserler’in sayfalarında kalmış gibi. Sonraki tüm tartışmalarda (faşizm tanımı, “Halk Cephesi,” “Faşizme Karşı Birleşik Cephe,” proletaryanın anti-faşist cevabı) 3. Enternasyonal genel çizgisinin izlerinin birkaç satırla da olsa Lenin’in bakış açısında yer aldığını görmek çok çarpıcı. Lenin, I. Dünya Savaşı biter bitmez, ilk savaşta müttefik olan ABD ve Japonya’nın ilk fırsatta Pasifik egemenliği için çarpışacağını da öngörmüştü. Avrupa’da NAZİ iktidarını ekleyince, İtalya-Almanya-Japonya faşist ittifakı, henüz 2. Dünya Savaşı başlamadan sömürge savaşlarını başlattı: İtalyan faşistlerinin Libya, Habeşistan saldırısı; İtalya-Almanya’nın İspanya İç Savaşı’na müdahalesi ve Japonya’nın Çin’e saldırısı.
Lenin’in iktidara yürüyen ve yerleşen Mussolini ve İtalyan faşizmi ile ilgili yazdıklarına geçmeden önce, çok kısa da olsa Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinin çöküşüne rağmen, Avrupa finans sermayesinin yeni faşizm özleminin önünde engellerin nasıl kaldırıldığına göz atalım. SSCB’nin çöküşünden sonra, Baltık devletleri ve eski sosyalist devletlerin hemen hemen hepsinde Nazi işbirlikçisi rejimler ve liderlerin itibarları iade edildi. Bu şimdi Ukrayna’da 2. Dünya Savaşı’nın direniş anıtlarının yıkılmasında daha net görülüyor. Yeni bir tarih çarpıtması Avrupa Birliği ülkelerinin “resmi tarih”ine dönüştürüldü. 2. Dünya Savaşı’nın başlatılmasında NAZİLER ve SSCB eşit sorumlu ilan edildi. Bu arada yeni Alman “revizyonist” tarihçiler ekolünün tezleri, Almanya’nın Doğu’ya doğru yeni politik-ekonomik genişlemesiyle birlikte egemen olmaya başladı. Bu kez ekonomik krizlere rağmen ortalıkta yeni bir Bolşevik Devrimi tehlikesi yokken, finans sermayenin yeni NAZİZM ve faşizmin yükselişine desteğinin tek açıklaması olabilir: ABD-İngiltere emperyalist bloğunun ve AB’nin dünya üzerindeki mutlak hegemonyalarını potansiyel olarak kaybetme tehlikesi. Başlıca tehlikeye, yani Avrupa sınırlarından sonsuza kadar (“Tarihin Sonu”) defedilmiş olduğunu düşündükleri yeni bir devrimci başkaldırı potansiyeline verilen cevaptır bu. İlki Ekim Devrimi’nin muzaffer olmasından sonra gelmişti; ikincisi kontrolün kaybedilebileceği alanlarda devrimci potansiyelin başından ezilmesini amaçlıyor. İtalyan aşırı sağ partisinin adındaki gibi, bu faşist ve gerici kardeşlik eski dünyanın tüm gerici merkezilerinin bir karşı-enternasyonali gibi çalışıyor. Yıldırım Savaşı taktikleriyle eski zafer günleri; Balkanlaştırmanın zaferi; Kafkasya savaşları; Libya müdahalesi; Irak ve son olarak Suriye sayılabilir. Ellerindeki askeri ve sosyal güçler, artık bir zamanlar Türk liberal köşe yazarlarının keyifle yazdıkları gibi BM kararı olmadan her yere müdahale edebiliyorlar. Yine de şimdi Eski Yugoslavya’da, Kafkaslar’da olmayan yeni tehlikeler belirmiştir. Tarih tekerrür etmez; doğru ama bu yeni aşırı sağ yükseliş dünyayı tehlikeli bir noktaya sürüklemiştir. NATO Genel Sekreteri’nin “artık barış dönemi geride kaldı; savaş zihniyetine geçmeliyiz” uyarısı, bu yeni militarizme ülkeleri hazırlama stratejisinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
Büyük hata, ülkeler savaştayken komünistlere hiç söz vermeden yorum yapmaya çalışmaktır. Ukrayna savaşı için de aynı şey geçerli. Faşizm Ekim Devrimi’ne emperyalizmin cevabıydı ve Sovyet Kızıl Ordusu, Avrupa’nın tüm komünistleri, anti-faşist savaşçıları olmadan 2. Dünya Savaşı’nın sonunda NAZİ başkentine devrimin Kızıl Bayrağı dikilemezdi. Finans sermayenin diktatörlüğünün bu yeni faşist biçimine proletaryanın ve dünyanın ezilen halklarının cevabı tarihsel deneyimin ışığında er geç verilir. Sosyal demokrasinin kararsızlığı, “sol” adını sürdürse de aşırı sağ karşısında sadece “merkez sağ” politikaları savunabilen partilerin yalpalamalarından doğal bir şey yok. Bugünün bir farkı da Mahir’in Kesintisizlerde tutarlı bir bakış açısıyla sözünü ettiği “emperyalist entegrasyondur.” Trump’ın ikinci döneminin bir anda klasik sömürge ve yeni sömürgeler gibi Kanada ve Grönland’ı da kapma hedefi ilginç bir örnek. Yine de emperyalistler arası çelişkiler ne kadar derinleşirse derinleşsin, bugün emperyalist blokun başlıca egemen gücünün yerini sarsamaz. Daha on beş-yirmi yıl öncesine kadar Avrupa Birliği’nin güç ekseni olmasından, somut olarak Almanya-Fransa ekseninden, İngiltere-Danimarka ekseninden söz edilirdi. Şimdi bunlar aşıldı. Avrupa ve Japonya, ABD’nin kuklaları rolüne dönmekle meşgul.
İşte tam bu nedenle, Nazizmi, Faşizmi iktidarda ya da muhalefette olsunlar, farklı Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerin Hitler ve Mussolini “taklitleri”nde aramak yersiz. Bu Nazizm ve Faşizm ABD emperyalizmine entegre olmuştur. Bu yüzden, anaakım medya dâhil “revizyonist” tarih anlayışında Franco, Salazar gibi ABD müttefiki hiçbir diktatöre “faşist” denmiyor. Zaten Guantanamo, Bagram, Ebu Gureyb gibi “demokrasi” kalelerine, en son örneğini Polonya’nın Belarus sınırına ördüğü duvarda gördüğümüz “demokrasi” duvarları yeni dünya düzenin en iyi örnekleridir.
Polonya’nın Belarus sınırına inşa ettiği “Demir Perde.” Bazılarının hiç görmedikleri ve görmeyecekleri dünyanın yeni “Sınır Duvarları”ndan küçük bir örnek. Kaynak: AP, 30 Haziran 2022.
Şimdi İtalya’da faşist yükselişe ve Lenin’in bu görüngüye yaklaşımına gelebiliriz:
Lenin’in faşizm görüngüsüyle neredeyse eşzamanlı yaklaşımında, elbette unutmamamız gereken temel bir bakış açısı var: Ekim Devrimi’nin varlığını sürdürmesi! I. Dünya Savaşı’nın hemen arkasından Alman Devrimi’nin yenilgisi, Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’nin kısa bir süre ayakta kalarak yıkılması; Bolşeviklerin Finlandiya ve Polonya gibi Avrupa proletaryasına daha yakın ülkelerden çekilmesi! Bu arkaplanı anımsayarak, 1915’ten başlayarak Lenin’in yazılarında Mussolini’nin adının önce şoven politikaların eleştirisinde, sonra faşizmin iktidar yürüyüşünde ve III. Enternasyonal’in faşist iktidara karşı tavrıyla ilgili tartışmalarda geçtiğini görürüz.
Dikkatimizi çeken ilk yazı, 11 Temmuz 1921’de “Alman, Polonya, Macar, Çekoslovak ve İtalyan Heyetleriyle Konuşmalar” başlıklı. [Toplu Eserler, 42. Cilt] Üç konuşma içinde, bizi ilgilendireni 1958 yılında Almanca steno tutanaklarından eksiksiz yayınlanmış. Konuşmanın başında Bolşeviklerin bazı hatalarına dair özeleştiriler sıralandıktan sonra, üç raporla ilgili görüşlerine geçiyor: İlki, Berlin’de Sosyal Demokrat çoğunluğa ve Bağımsız Sosyal Demokratlara bağlı, çoğunlukla muhafazakâr olan belediye işçilerinin grevi. İkincisi, Lille’de tekstil işçileri grevi. Üçüncüsü, faşistlere karşı mücadele konusu. Lenin’in sözlerinden devam edelim:
“Üçüncü olgu en önemlisidir. Roma’da faşistlere karşı mücadeleyi organize etmek için Komünistler, sosyalistler ve ayrıca cumhuriyetçilerden – tüm partileri temsil eden – 50.000 işçinin katıldığı bir miting yapıldı. Beş bin eski asker mitinge üniformalarıyla katıldı ve bir tek faşist bile sokağa çıkmaya cesaret edemedi.* [*Roma’da 8 Temmuz 1922’de yapılan kitlesel işçi mitingi, 10 Temmuz 1922 tarihli – No. 149 – Pravda’da eksiksiz yayınlandı.] Bu, Avrupa’da bizim düşündüğümüzden daha fazla barut fıçısı olduğunu gösteriyor.
“Özetlersek:
Özetlenerek yayınlanmış 3. Konuşma, faşizme karşı mücadelede İtalyan işçilerinin örneğine dair çarpıcı belirlemeyle sonlandırılıyor. Lenin, bir tek işçi eylemi özelinde birleşik mücadelenin önemini şu sözlerle vurguluyor:
“Eğer koordinasyondan anlaşılan, bizim daha zengin ve daha kalabalık nüfusa sahip bir başka ülke başlayıncaya kadar beklemek zorunda olmamız ise, o zaman bu komünist bir yorum değil, tam bir aldatmacadır. Koordinasyon, hangi momentlerin anlamlı olduğunu kesinlikle bilen diğer ülkelerden yoldaşları içine almalıdır. Koordinasyonun gerçekten önem taşıyan yorumu şudur: İyi bir örneğin en iyi ve en hızlı şekilde model alınması. Romalı işçilerinki iyi bir örnektir.” [Lenin, Collected Works/Toplu Eserler, 42. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1977, 3. Baskı, s. 327-328.]
3. Enternasyonal’deki bu konuşmadan bir ay sonra, bu kez Lenin’in Fransız partisinin devrimci sendikalistlere yönelik tavrıyla birlikte, Temmuz ayında İtalya’daki bu anti-faşist işçi eylemine ilişkin en önemli belge ve makalelerden bir seçkiyi istediği bir telgraf karşımıza çıkıyor. Yani konu daha ayrıntılı ele alınmak ve üzerinde bir kez daha çalışılmak üzere ayrılmış:
“Zinoviev’e, bir kopyası Radek’e;
Bana Fransız partisinde, partinin devrimci sendikalistlere tavrına ilişkin en son olaylar hakkındaki en önemli belge ve makalelerden olabildiğince çok sayıda bir seçki gönderebilir misin?
Geçen Temmuz tüm partilerden işçilerin faşistlere karşı bir gösteride Komünistlerin çevresinde toplandığı Roma’daki olaylarla ilgili de aynısı.” [Lenin, Collected Works/Toplu Eserler, 45. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1976, 2. Baskı, s. 251.]
Lenin, 14 Ağustos 1921’de, “Alman Komünistlerine Bir Mektup”ta son paragraflarda tekrar İtalyan işçilerinin anti-faşist mücadelesinden örnekler verir. Bu örnekler, 3. Enternasyonal’in kitlelerin desteğini kazanmasıyla ilgili taktik ve strateji tartışmasını izler: Başlıca görev proletaryanın çoğunluğunu kendi saflarımıza kazanmaktır.
“…Çoğunluğu kazanmaya biçimsel bir yorum getirmiyoruz… Roma’da, Temmuz 1921’de, bütün proletarya – sendikaların reformist proletaryası ve Serrati’nin partisinin Merkezcileri – faşistlere karşı Komünistleri izlediklerinde, bu işçi sınıfının çoğunluğunu kendi saflarımıza kazanmaktır.
“Bu, onları kesinlikle kazanmaktan uzak, çok uzaktı; bunu sadece kısmen, sadece anlık, sadece yerel düzeyde yapıyordu. Ama çoğunluğu kazanıyordu ve biçimsel olarak proletaryanın çoğunluğu burjuva liderleri ya da (İkinci ve İki Buçukuncu Enternasyonallerin tüm liderleri gibi) burjuva politikası izleyen liderleri izlese bile ya da proletaryanın çoğunluğu sallantıda olsa bile bu mümkündür….
…
“Bizim taktik ve stratejik yöntemlerimiz (eğer bunları uluslararası ölçekte ele alırsak) Rusya örneğinden öğrenmiş ve ‘sürprize yakalanması’na izin vermeyecek olan burjuvazinin mükemmel stratejisinin hâlâ gerisinde sürükleniyor. Ama bizim kuvvetlerimiz daha büyük, ölçülemeyecek kadar büyüktür; biz taktik ve stratejiyi öğreniyoruz; Mart 1921 eyleminin hataları temelinde bu “bilim”i geliştirdik. Bu “bilim”e tam hâkim olacağız.” [Lenin, Collected Works/Toplu Eserler, 32. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1973, 2. Baskı, s. 522.]
Lenin’in faşizmle mücadele konusunda yaşamsal bir önerisine daha bakalım: 1922 Şubat sonunda yazılan ve 16 Nisan 1924’te Pravda’da yayınlanan, Collected Works, 32. Ciltte elyazması esas alınarak çevrilen “Notes of a Publicist” (Bir Yayıncının Notları) makalesinde faşizmin ağır maliyeti olan nesnel derslerinden söz ediyor. Tamamen Avrupa’da devrimci taktiklere ilişkin makalenin tekrar faşizmle mücadele konusuna değinerek sonlandırılması, bu yeni olguya Lenin’in dikkatinin hiç azalmadığını da gösteriyor. Tek farkla, artık İtalya’da faşizm hakim olmuş ve hakim olur olmaz, yeni hedefine fiili saldırıları da başlamıştır. 1 Kasım 1922’de, İtalya’daki Sovyet Misyonu, İtalya Dışişleri Bakanlığı’na bir grup faşistin Ticaret Departmanı’na saldırısyla ilgili bir protesto notası vermişti. Şimdi Lenin’in faşizme karşı mücadele için önerilerine göz atalım:
“Eğer kendilerini kitlelelerden izole etmezlerse; eğer Serrati’nin tüm safsatalarını sıradan işçilere pratik bir biçimde açıklamak gibi ağır bir görevde sabırlarını kaybetmezlerse; eğer Serrati “ak” dediğinde, “kara” demenin çok kolay ve çok tehlikeli cazibesine kapılmazlarsa; eğer kitleleri devrimci bir dünya görüşü benimsemek ve devrimci eyleme hazırlamak için durmadan eğitirlerse, eğer (maliyeti ne kadar ağır olursa olsun) faşizmin pratik ve muazzam objektif derslerinden pratik yarar sağlarlarsa, İtalyan Komünistlerinin zaferi garantidir.” [Lenin, Collected Works/Toplu Eserler, 33. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1973, 2. Baskı, s. 211.]
Lenin’den son bir uyarı daha 15 Kasım 1922’de Pravda’da, 16 Kasım 1922’de Komünist Enternasyonal’in 4. Kongresi Bülteni’nde (No: 8) yayınlanan 4. Kongre Konuşması’nda geldi. İç Savaş bitmişti; Kongre konuşması büyük ölçüde NEP’in açıklanmasına ayrılmıştı. I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden beri belirsizlik hâlâ sürüyordu; SSCB’nin ayakta kalması hâlâ dünya devrimine bağlanıyordu. Temel konu Rus “barbarlığı” ve Avrupa “uygarlığı” çatışmasına indirgenmişti. Lenin konuşmasında hiç hesapsız Kolçak’a destek veren ABD, İngiltere, Fransa ve Japonya örneğini verirken, “Size sorarım, dünyada daha aydınlanmış ve daha güçlü başka ülke var mı?” diyordu. Ayrıca bu fiyasko”yu bir yana bırakırsak Versailles Anlaşmasını örnek gösteriyordu. Sonra yine konuşmanın sonuç bölümünde, şu temel uyarı geldi:
“…Örneğin, İtalya’daki faşistler, İtalyanların yeterince aydınlanmamış olduklarını ve ülkelerinin Kara Yüzler’e* (Kara Yüzler, çarlık polisinin devrimci hareketle savaşmak için kurduğu monarşist çetelerdi. Devrimcileri katlettiler, ilerici aydınlara saldırdılar ve Yahudi pogromları örgütlediler) karşı henüz güven altında olmadığını göstererek, bize çok hizmet ediyorlar.” [Lenin, Collected Works/Toplu Eserler, 33. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1973, 2. Baskı, s. 4311.]
Bu yeni faşist dalgaya karşı sadece faşizmin ilk çıktığı yıllarda Lenin’in belirlemelerine özellikle yer verdik. Nasıl emperyalizm, tekelci kapitalizm nispeten kısa bir zaman diliminde Lenin tarafından ana hatlarıyla analiz edilmişse, burada faşizmin ve faşizme karşı mücadelenin de ilk ipuçlarını eşzamanlı olarak görüyoruz. Bu kısa giriş sonrasında, ABD’nin kendi açıkladığı belgelerle NAZİZM ile ilişkisine dair gazete yazılarıyla, bugünkü İsrail’in aşırı sağ politikalarının tarihsel temelini ortaya koyan Yahudi faşistleriyle ilgili İsrailli araştırmacılardan örnekleri yayımlamaya başlayacağız. İsveç’te ve başka yerlerdeki aşırı sağ yükselişten daha önemlisi İtalya’ydı ve bu giriş yazısı için Lenin’in belirlemeleri önemliydi.
Son bir not daha: 2. Dünya Savaşı’ndan sonra metropol ülkelerde (İtalya, Almanya ve Japonya) ilk yeni faşist dalgaya (20. Yüzyılın ortaları) “Kızıl Tugaylar;” “Kızıl Ordu Fraksiyonu;” “Kızıl Ordu” bir daha asla diyerek karşı koymaya çalıştılar. Japonya’da Komünist Partisi de Japonya’nın tekrar faşist bir iktidar tehlikesine karşı şiddetli bir mücadele açtı. Latin Amerika’nın birçok demokrasi mücadelesinin önü faşist darbelerle (çok ses getirmiş birkaçı: Guatemala, Küba, Brezilya, Arjantin, Şili) kesildi. Tarihsel olarak karşıdevrim dalgaları devrimci dalgaları izler; Marx’a kulak verirsek karşıdevrim dalgaları devrim dalgalarından daha şiddetli olabilir!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.