Tarih boyunca meydanlar eskiyle yeninin, muktedirle ezilenlerin politik, ideolojik ve fiziksel mücadele alanıdır. Emek cephesi kent alanlarından vazgeçerse (Taksim, Kızılay) sadece hafızasını yitirmez, büyük dayanışma gerektiren günlerde parçalı bulut gibi ilk rüzgarda dağılır
Italo Calvino, Görünmez Kentler’inde, “Kent çok zengindir: sürekli yineler kendisini, yineler ki bir şeyler akıllara çakılıp kalsın” der. Daha birçok yazar şair felsefe insani kentin ve meydanların insan toplumsallığında ve toplumsal hafızadaki önemini dile getirmiştir. Kentler ve meydanlar toplumsal taleplerin iktidarlarla yüz yüze etkileşime girdiği (doğrudan demokrasi), toplumsal talepler lehine sınırsız imkanlar yaratan ve kültürleri büyütüp yaşatan mekanlardır. Bu mekanlara girenler, mekanın şeklini alır, mekana şeklini verirler. Çünkü insan varlığının, “insan olması” tam da çevresine göre kendini kurması ve kendine göre çevresini kurabilmesindedir. Tarihsel süreç içinde kent meydanlarının egemen sınıflarca şekillendirilişi ve kullanımı her daim önem kazanmıştır. 21. yüzyıl kapitalizminin neoliberal biçiminde estetik-politik bir yönelimi olan postmodernizmin, kent meydanlarının fiziksel, ekonomik, demografik ve siyasal düzenlenişinde hangi amaçlarla ne şekillerde form kazandığı- kazandırıldığı kent meydanları gelişigüzel gezildiğinde dahi anlaşılacaktır.
Taksim ve Kızılay Meydanları işçilerin emekçilerin güzel günler için mücadele eden insanların iradesiyle özgürleştirilemediği müddetçe, emek mücadelesi büyük bir mücadele tarihini geride bırakarak silikleşip yok oluyor. Hayatı etiyle tırnağıyla kanı ve canıyla var eden emekçiler kimselerin bilmediği sessiz nehirler gibi ara sıra dalgalansa dahi bir müddet sonra durgun akıp sisler içinde kayboluyorlar. Oysa meydanlar çoktandır kozasından çıkacak bir kelebek gibi günlerin ağırlığı altında ezilerek gecikmiş o randevuyu bekliyorlar. Emek dünyasının yapısı ve dinamikleri incelenirken, ele alınması gereken öncelikli örgütlenme ve sendikalardır. Türkçedeki “sendika” sözcüğü, Fransızca “syndicat” sözcüğünden alınmıştır. Sözcüğün kökeni eski Yunancadır (syndikos) ve “bir sorunu çözmeyi üstlenen kişi” anlamına gelmektedir. Sendikal örgütlenme; işyerlerinden başlayarak çalışanlar lehine tek taraflı kurallar koyma, iktidarlarca emekçilere çizilmiş siyasi sınırları ilerletme, toplumsal refleksler yaratabilme ve emekçileri hakları için “ meydanlarda” mücadele ettirebilmektir. Aksi halde sendikalar işverenle emekçiler arasında belirli onaylanmış mekanizmaları ya da onaylanmış görevleri yüklenen ve kendini örgütsel sınırlar içinde hareketsizliğe iten bürokratik ve etkisiz yapılar olarak kalırlar.
Marksizm, diğer sosyal teorilerden farklı olarak işçi sınıfına çok önemli bir tarihi rol vermiştir. Marks, siyasal eylemle iktisadi eylemi birbirinden ayırmadan ele almakta ve sınıflar arasındaki bütün mücadelenin siyasal bir mücadele olduğunu belirtmektedir. Bu görüşten hareket edildiğinde sendika da bir sınıf örgütü olduğuna göre, bu örgüt aracılığıyla (Marksizm’e göre) egemen sınıfın baskı araçlarına (devlet) karşı yürütülecek her türlü mücadelenin de siyasal eylem olduğu bilinir. Dolayısıyla, sendikaların her çeşit eylemi gibi eylem için seçtiği mekanları da siyasi sınırları aşma iradesi olarak değerlendirmeliyiz. Bu bağlamda Türkiye işçi sınıfı tarihinde, Taksim ve Kızılay Meydanlarının emekçilerin ve hak savunucularının siyasal varoluşuyla kendisine çizilen siyasi sınırları aşma iradesiyle doğrudan alakası vardır. Büyük emek cephesi “düşük kotalı ve yetersiz internet paketi gibi tahsis edilmiş” kuytu alanlardan (Tandoğan-Maltepe-Yenikapı vs.) kurtulup “kendi meydanlarını yeniden kazanmak için cüret etmek zorundadır.”
Emek cephesinin geçmişten geleceğe fikrinin eylemsel ve fiziksel olarak devam ettiğinin, kendi kültürünü ve sanatını yarattığı, toplumsallaştığının ete kemiğe büründüğünün en iyi gösterge yeri kent meydanlarıdır. Tarih boyunca meydanlar eskiyle yeninin, muktedirle ezilenlerin politik, ideolojik ve fiziksel mücadele alanıdır. Emek cephesi kent alanlarından vazgeçerse (Taksim, Kızılay) sadece hafızasını yitirmez, büyük dayanışma gerektiren günlerde parçalı bulut gibi ilk rüzgarda dağılır. Kent meydanlarından uzaklaşmak, emekçilerin birlikte mücadele etme pratiğinden uzaklaşması, karşılıklı aktarılacak sınıf bilincinden deneyim ve politik bilinç sıçramasından uzaklaşmak demektir. İşçi havzalarından, kent içi parçalanmış atomize edilmiş emek gücünden, mahallelerden sokaklardan, görünmeyen ev içi emekten uzaklaşmak demektir. Dereleri oluşturup meydanlara akacak olan kent yoksullarını kent meydanlarıyla buluşturacak damarları tıkamak demektir.
Meydanları kazanmak için “ düzen içi siyasal partilerden beklenti içinde olunması ” (sol, sosyalist partiler, emek ve hak mücadelesi yürüten örgütlerle doğrudan temas halinde olmalı) düzen içi siyasi partilerin değişen pragmatizmine esir düşmek demektir. Ancak elbette siyasi partilerle görüşme yapılabilir. Seçimlerde kaybetme kaygıları ve siyasi meşruiyetlerini yitirmeleri gibi toplumsal varlık nedeni olan korkularının üzerine gidilerek emek cephesi lehine siyasal pozisyonları zorlanabilir. Ancak “sendikaların sınıfsal varlık nedenleriyle düzen içi siyasi partilerin pragmatizminin aynı amaçlara hizmet etmediğini unutmamak gerekir. Diğer taraftan meydanlar şu gerici güce ya da şu lümpen gösterilere açık. Biz de oportünizme düşmeden meydanlar bizimdir diyebilmeliyiz.
Taksim ve Kızılay Meydanlarında, 15-16 Haziran’ı yaratanların hakkı var, inşaatlardan düşerek ölen işçilerin hakkı var, Gezi’de hayatını kaybedenlerin hakkı var, her gün karanlıkta yola düşüp karanlıkta eve dönen işçilerin hakkı var, parasız eğitim isteyen öğrencinin, nitelikli çalışma koşulu isteyen kamu emekçisinin, tarlada ürününü satamamış çiftçinin, kesilmiş zeytin ağaçlarının, doğasına ormanına sahip çıkmak için canını feda edenlerin, barınaklarda açlığa mahkum edilmiş patili dostlarımızın hakkı var…
1 Mayıs’a önümüzde üç asgari ücret var. 1 Mayıs’ta meydanlarımızı geri alabilmek için şimdiden güçlü bir irade oluşturmak zorundayız.
Edip Cansever, “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın/Bu şehir arkandan gelecektir” der. Biz de yeni bir meydan bulamayız, bu meydanların arkasından gideceğiz…
İrade biziz güç biziz…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.