Müzik, belirli bir üretim tarzı altında çalışan ya da onları sömüren ve yöneten insanlara hitap eder. Bu nedenle tarihseldir. Kapitalist sınıf ve onun ideolojik ajanları, siz ayağa kalkıp Hallelujah korosunu söylerken zihninizde bu tür düşüncelerin olmasını istemiyor. Mesih’ten zevk alabilirsiniz ama aynı zamanda geri de çekilmelisiniz, çünkü Handel köle ticaretine yatırım yapmıştı
Bu Noel-tatil mevsiminde George Frederick Handel’in Mesih oratoryosunun çok sayıda gösterimi olacak. Seyirciler, o eserde Hallelujah korosuna gelindiğinde ayağa kalkmayı ve parçaya eşlik etmeyi severler. Aralık performansları 1818’den beri bir ABD geleneği olmuştur.
Son birkaç yılda, New York Times’tan liberaller ve ilericiler arasında yeni bir ses yükseldi: “Handel’in köle ticaretine yatırım yaptığını her zaman aklınızda tutmalısınız. Ve bugün her müzisyen ve dinleyici bunu telafi etmelidir.”
İthamın detaylarını aşağıda inceliyoruz. İlk olarak, ırksallaştırılmış metafiziğin neyi bir kenara ittiğini düşünelim, yani Handel’in müziğinin sınıfsal ve tarihsel bir anlayışını.
Ses aracılığıyla müzik, hayatımız ve toplumumuz hakkında yüklü düşünceleri harekete geçirir. Gelecek vadeden besteciler dilbilgisi ve kelime dağarcığını öğrenirler: Melodi, armoni, ritim, ses seviyesi, perde vb. Müzik, belirli bir üretim tarzı altında çalışan ya da onları sömüren ve yöneten insanlara hitap eder. Bu nedenle tarihseldir. Bununla birlikte, iyi müzik geldiği toplumdan daha uzun ömürlüdür. “Antik Yunan sanatı ve epik şiir, belirli toplumsal gelişme biçimleriyle bağlantılıdır [ancak] yine de bize estetik zevk verirler” diye yazmıştı Karl Marx. (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Bir Katkıya Giriş)
Handel’i (1685-1759) bir başka büyük Almanya doğumlu besteci Johann Sebastian Bach (1685-1750) ile karşılaştırın. Yıllarının neredeyse örtüşmesine rağmen, farklı sosyal ortamlarda yaşadılar ve farklı müzikler yaptılar.
Handel’in Londra kariyerinin başlarında, bir grup aristokrat Kraliyet Müzik Akademisi’ni kurdu ve onu işe aldı. Şatolarındaki özel performanslarla çok ilgili değillerdi; Handel’in oratoryolarını kâr amacıyla sahnelediler. Handel, daha sonra kendi yapım şirketini kurdu. İzleyicileri arasında tüccarlar, bankacılar, diğer kapitalistler ve daha iyi durumda olan esnaflar vardı. İngiltere önde gelen kapitalist ülkeydi, Londra ise ticari başkentti. Handel onlara bir hikâyeye sıkı sıkıya bağlı, neşeli, melodramatik bir müzik verdi. Ama onun müziği hâlâ yaşıyor çünkü seçtiği sanat konusunda ciddiydi; babasının rahat bir yaşam beklentisi olan bir avukat olması için yaptığı teklifleri reddetmişti.
Bach, geri kalmış Almanya’nın küçük şehirlerinde, prensliklerin ve toprak mülklerinin karmaşasında yaşadı ve çalıştı. Yüksek kültürlü müzik, aristokrat divanlarında ve kilisede bulunuyordu. Bach, kariyerinin bir bölümünü bir dük ve bir prens ile geçirdi. Bunlar, egemenliklerini bir medeniyet parıltısı ile kaplamak, diğer soylularla ilişkileri yağlamak ve kendi zevkleri için sanatları himaye ettiler, para karşılığı bilet satmak için değil. Diğer görevlerin yanı sıra, Bach müzik dersi de verdi. Kariyerinin başka bir bölümünde, “Leipzig şehrinin kilise müziği direktörü olarak Bach, dört kilise için sanatçı bulmak zorunda kaldı.” Kasaba halkı ve yakındaki çiftçiler, kilise sıralarında otururken kantatlarını duydular, yaşam, kişilik ve davranış üzerine düşünmeye teşvik edildiler.
Handel’in aksine, Bach tam kadrolu bir orkestraya güvenemezdi. Enstrümanların renklerine daha az güvenerek kontrpuan ve diğer kompozisyon tekniklerinde ustalaştı. Bach’ın birçok eseri org, keman veya klavsenle çalınsa da bizi büyülüyor.
Hiçbir dönem müziği sonsuza kadar taze kalamaz. Bach, barok müziği sonuna kadar götürdü.[1] Müzik eleştirmenleri, onun kontrpuanının sınırlı çevreler içinde dönüp durduğunu gözlemler. Handel bu sınırların dışına çıktı. Kontrpuanı basitleştirdi, çarpıcı melodiyi tercih etti ve cümleleri kısalttı. Bu bir kayıp gibi geliyorsa da, öyleydi. Ancak Handel yeni bir alan açtı. Ve sonra Beethoven geldi.
Şimdi Handel’i bugünkü yüksek kültürlü müzikle karşılaştırın. Bunlardan ikincisi önemsizleşecek kadar küçüldü. Arnold Schoenberg’in tartışmalı çabaları ve on iki tonlu kromatik tekniği, bize geniş çapta beğenilen klasikler vermedi. Sistemi ve diğer atonalite akımları, anahtar merkezli kompozisyonla çatıştı. Bartok, Webern, Boulez ve diğerlerinin çalışmalarında bunlar kamuoyunun dikkatini çok az çekmiş olsalar da hiçbiri barok, klasik ve romantik dönemlerin başyapıtları gibi insanlığın başarısının zirvesinde durmuyor.
Neden? Çünkü, kapitalist sınıf artık yüksek kültürlü sanatlara ihtiyaç duymuyor ve istemiyor. Üretim tarzı çürüme içindedir ve Marksistlerin üstyapı dediği şeyi de beraberinde sürüklemektedir.
Yüksek kültür bestecileri her zaman halk ezgilerinden yararlanmışlardı. Buna karşılık, ABD’nin güneyindeki siyahi emekçiler bize yeni bir ciddi müzik türü[2] armağan etti. Çiftliklerinden çıkıp şehirlere gelerek, güçlü endüstriyel faaliyetlerin ortasında yaşayarak cazı yarattılar. Bu, kapitalizm içindeki son müzikal ilerlemelerden biriydi. Caz, swing, bebop ve cool caz ile hızlı bir gelişmeyle yeni ve ciddi bir müzik yarattı. Yaratıcıları, trenlerin ve makinelerin hareketlerinden ritimler buldu. Alet çantalarında bent mavi notalar[3] da vardı; Batı Afrikalı büyükanne ve büyükbabaları, köle olarak satıldıklarında ve Güney’deki pamuk tarlalarına götürüldüklerinde bunları kaybetmemişlerdi. Ne aristokratlar ne kodamanlar, ne de hükümet cazın yaratıcılarını destekledi. Kulüp sahipleri, plak şirketleri ve müzik yayıncıları onları sömürdü.
Handel’in müziğini öncekilerle ve sonrakilerle karşılaştırmak, yeni bir gelecek hakkında da düşündüğümüzü gösteriyor. Lenin şöyle diyordu: “Marksizm … insan düşüncesinin ve kültürünün gelişiminin iki bin yılı aşkın bir süredir değerli olan her şeyini özümsemiş ve yeniden biçimlendirmiştir. Sadece bu temelde ve bu yönde daha fazla çalışma … gerçek bir proleter kültürün gelişmesi olarak kabul edilebilir.”
Kapitalist sınıf ve onun ideolojik ajanları, siz ayağa kalkıp Hallelujah korosunu söylerken zihninizde bu tür düşüncelerin olmasını istemiyor. Mesih’ten zevk alabilirsiniz ama aynı zamanda geri de çekilmelisiniz, çünkü Handel köle ticaretine yatırım yapmıştı.
Handel’e yöneltilen bu suçlama yıllardır ortalıkta dolaşıyor. 2024 tatil sezonunda yeni bir ivme kazandı. Georgetown Üniversitesi profesörü Charles King kısa süre önce Mesih hakkında bir kitap yayımladı ve Handel’in iddia edilen kârları hakkında yeni bir dehşet dalgası başlattı. Geçen ay yapılan uzun bir incelemede, New York Times bunu “canlı bir sosyal ve kültürel yorum” olarak nitelendirdi.
Ah, bağlam! Sınıf bağlamı değil, o zamandan bugüne ve geleceğe değişim değil. Hayır, yönetmen Handel’in “usta” eseriyle tırnak işaretleriyle alay ediyor. Irksallaştırılmış metafiziğin bir kuralına uyarak, ırkçı yükü ve sınıfçı yükü getirip aynı toplumsal öz seviyesine koyuyor.[4]
Müzikten heyecan duyduğumuza göre, suçluluk duygusunu paylaşırız ve bunun kefaretini ödememiz gerekir. Hunter, bize şu tavsiyede bulunuyor: “Konser organizatörleri, hayırsever bağışlar yoluyla, Handel’in eserlerinin köle ticareti kârlarıyla nasıl iç içe geçtiği konusunda farkındalık yaratabilir ve ‘bu gecenin/bugünün gelirinin/toplanan paraların bir kısmının, bu eserin ilk yaratımını veya performanslarını finanse etmek için kölelikten elde edilen kârların kullanıldığı için bir tazminat olarak [hayır kurumu adına] bağışlanacağını’ açıklayabilir.
Ve de öyle olacak. Ulusal Filarmoni Orkestrası’nın müzik direktörü, “Yeni araştırmalar, Handel’in köle ticaretine yatırım yaparak çok iyi paralar kazandığını ortaya koyuyor, bu yüzden soru şu: 21. yüzyılda bunu öğrenmiş olmamıza nasıl tepki vereceğiz? Onun müziğini çalmayı bırakıyor muyuz? Yoksa ilerlemenin daha yapıcı bir yolu var mı?” Onun emriyle filarmoni, Mesih konserlerinden elde edilen gelirin yarısını bir A.M.E. Zion kilisesine[5] bağışlayacak.
Handel vakasından görev bilinciyle ders çıkaran dönem-enstrümanları topluluğu Apollo’nun Ateşi’nin sanat yönetmeni, emeklilik birikimleri için suçluluk duymaktan kaçınmak istiyor: “Handel’den ne öğrenebileceğimi ve burada ve şimdi nasıl bir fark yaratmaya çalışabileceğimi görmeye çalışıyorum. Handel’in yatırımlarıyla ilgili bu haberi alabilir ve kendi emeklilik yatırım hesaplarımıza veya her birimizin sahip olduğu her şeye bakabiliriz. Pek çok insan, emeklilik yatırımlarının özel olarak nerelere yatırıldığına çok fazla dikkat etmiyor.”
Irksallaştırılmış metafizik radikal ve öfkeli görünse de ahlaki suçlamalarla ilgili tarihi, mahkeme duruşmalarına indirgemektedir.
Handel’in köle ticaretine yaptığı yatırımlarla ilgili gevezelik, Thomas Jefferson’ın köle sahibi olduğu gerçeğini tozlu raflardan indirmek gibidir. Bu, 1776 Devrimi’nin tarihsel anlayışını gizlemektedir. Savaş, İngiltere’ye karşı ulusal bir ayaklanmaydı, ancak geniş ilerici fikirlere dayanıyordu. Jefferson, tüm insanların eşitliği kavramını ileriye taşıdı, feodal safları ve ayrıcalıkları bir kenara attı. Kölelikle ilgili olarak, Bağımsızlık Bildirgesi’nde İngiliz kralının “insan doğasının kendisine karşı acımasız bir savaş yürüttüğünü, kendisini asla rahatsız etmeyen uzak bir halkın şahıslarında en kutsal yaşam ve özgürlük haklarını ihlal ettiğini, onları başka bir yarımküreye köle olarak götürdüğünü ve köleliğe taşıdığını…” yazarak, “Bu korsan savaşı, kafir güçlerin aşağılanması, insanların alınıp satılması gereken bir pazarı açık tutmaya kararlı Büyük Britanya’nın Hıristiyan kralının savaşıdır” dedi. Kıta kongresi bu pasajı nihai belgeden çıkardı.
Jefferson, yeni bir üretim tarzına, kapitalizme giden yolun açılmasına yardımcı oldu. Bugün kapitalizm, feodalizmin 1700’lerde olduğu kadar gerici ve çürümüştür. Bizim görevimiz onu devirmek ve sosyalist-komünist üretim tarzına geçmektir. Handel ve Jefferson’un iftiracıları, bu tarihi yazacağımıza tahammül edemezler.
Ayrıca Handel’in köle ticaretine yatırım yapmadığı da ortaya çıktı. Hissedarlık iddiaları aslında Handel’in gecikmiş maaşını ödemek için uydurulmuş bir yöntemdi. Tarihçi Ellen T. Harris yıllarını hesap defterlerini inceleyerek geçirdi. Şunu keşfetti:
“Handel’in Güney Denizi geliri de benzer şekilde yalnızca Kraliyet Müzik Akademisi’nden aldığı maaşın ödenmesi için mevcuttu. … Handel… hiçbir mülke sahip olmadı, hiçbir insanı köleleştirmedi ve hiçbir köle ticareti faaliyetiyle ilgisi yoktu… Handel’in İngiltere Merkez Bankası’ndaki %5’lik yıllık geliri… Sivil Listedeki borçları (devlet memurları ve emeklilere ödenmesi gereken maaş ve aylıklar) ödemek için İngiltere Merkez Bankası ile işbirliği içinde bir Parlamento Yasası ile oluşturulmuştur. Handel’e kendi adına bir hesap açılarak 200 sterlinlik kraliyet emekli maaşı, Majesteleri Emekli Maaşları Genel Müdürü Walter Chetwynd tarafından ödendi. İki gün sonra da hisse senedini satarak Hendel ödemesini aldı.” Aynı model, Handel’in Royal African Company’deki kısa hikayesini de açıklamaktadır. Yatırım değil maaş olduğu için Handel parayı hızla çekti.
Ancak ırksallaştırılmış metafiziği destekleyenler için gerçek önemli değildir. Handel’e karşı kampanyanın bir lideri, Harris’in kanıtlarını çürütemedi. Bu yüzden, kapitalist bir finansör ya da işe alınmış bir profesyonel olmanızın “farkı olmayan bir ayrım” olduğu ve “İşverenlerinin eylemleriyle köle ticaretine yatırım yapmış olması, onu bu yatırımların sorumluluğundan kurtarmaz” demekte ısrar etmek için geri çekildi.
Hayır, sorumluluğu sınıf çizgilerinin ötesine taşımayacağız. Kapitalistleri ve onların sömürülmesini tarihin çöp tenekesine atmaya hazırlanacağız.
[1] Yine de Bach’ın “eski” müziği bugün içimizde yeni kıpırtılar uyandırıyor.
[2] Bu bağlamda, “ciddi” veya “kültürlü” terimleri sıklıkla sıradan, günlük müzikle (yani popüler ve halk müziği, “yerel müzik” olarak da adlandırılır) bir karşıtlık sunmak için kullanılır. Birçok kültürün sanat müziği gelenekleri vardır; Batı dünyasında bu terim tipik olarak Batı klasik müziğini ifade eder. (Ç. N.)
[3] Caz ve blues müzikte kullanılan, majör ve minör notalar arasında duraksayan istikrarsız notalara mavi nota (blue notes) denir. (Ç. N.)
[4] Metafizik, Engels’in dediği gibi, “eski araştırma ve düşünme yöntemidir … her şeyi verili olarak, sabit ve istikrarlı olarak araştırmayı tercih eder.” Her şeyin bir tür devinim içinde karşıtlardan oluştuğunu ve bizim için görünür olsun ya da olmasın her zaman değiştiğini göremez. Burada kullanıldığı şekliyle ırksallaştırılmış metafizik, gelişimlerine bakılmaksızın toplum ve müzik hakkında sabit ırksal yargılar emreder.
[5] Afrikalı Metodist Episkopal Zion Kilisesi veya AME Zion Kilisesi (AMEZ), Amerika Birleşik Devletleri merkezli tarihsel bir Afro-Amerikan Hristiyan mezhebidir. Bu kilisenin kökeni New York’taki John Street Metodist Kilisesi’ne dayanmaktadır. New York’taki açık ayrımcılık eylemlerinin ardından (siyah cemaat üyelerinin ibadeti terk etmeye zorlanması gibi), birçok siyah Hıristiyan kendi kiliselerini kurmak için ayrıldı. AME Zion Kilisesi tarafından kurulan ilk kilise 1800 yılında inşa edilmiş ve Zion adını almıştır; kurucularından biri, önde gelen bir hatip ve kölelik karşıtı olan William Hamilton’dur. (Ç.N.)
[New Worker’daki İngilizce orijinalinden Mehmet Bayram tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.