Bugün anti-kapitalist hayvan yaşam ve özgürlük mücadelesi gereklidir ve hatta zorunludur. Unutmayalım ki, endüstriyel hayvancılık adına bir canlıyı yetiştirip mezbahaya götürende, bu hayvanın cesedini alıp yiyende suç ortağıdır!
Yazı dizimizin beşincisini mezbahalara ayırdık. Mezbahaların dışını ve daha çokta içini deşifre ederek onların aslında nasıl birer katliam merkezi olduklarını gözler önüne sermek istedik.
Mezbaha nedir sorusuna verilecek cevaplar soruyu kimin ve nereden bakarak sorduğundan bağımsız değildir. Mezbaha; hayvanların kesilip çoğu kez canlı canlı derilerinin yüzüldüğü yer. Kesilen hayvanlar kancalara asılarak raylarda hareket ettiriliyor. Böylece bağırsak, deri, işkembe, kemik, kan… birbirinden ayrılıyor ve kullanılmak üzere toplanıyor. Kendisine ve yaptığı işine yabancılaşan ve adeta birer giyotine dönüştürülen mezbaha çalışanları için gırtlak kesmek, deri yüzmek, kemik kırmak… sıradan rutin bir iş haline gelmektedir. Buradan değil başka bir yerden bakarak soruyu tekrar sorup cevap arayalım: Mezbaha, gerçekleri ve olup biteni kendi çıkarları doğrultusunda anlatan “erkek insanın” yalanı üretmeye ve bunu büyütmeye muktedir olduğu mekanlardır diyebiliriz. Bu mekanlarda çalışan işçi ile katledilen hayvan arasında ki tüm organik bağlar koparılır. Bir sömürü tekniği olan fordizmin mezbahalardan etkilenerek geliştirildiği söylenmektedir.
Fordizm; hareket halinde ki montaj hatlarında seri üretim yapmak, makinanın her bir parçasını ayrı tasarlayıp birbiri ile bütünleştirmektir. Mezbahalarla olan ilişkisine gelirsek, burada amaç kitlesel tüketimin arttırılması; daha hızlı, seri ve acımasızca katliam yapmaktır. Bu andan itibaren de kancaya asılan bir inek yada domuz olarak değil bir araba olarak görülecektir. Gramschi haklı olarak bu konuda; “yalnızca üretimi değil hayvanları, insanları da planlayan yeni bir hayvan ve insan yaratmak için hayatın en mahrem alanlarını da işgal eden bir montaj hattı ile karşı karşıyayız derken” tamda olan biteni anlatmaktadır.
Mezbahalar , hayvanlar üzerindeki şiddet ve ölüm araçlarının teknik gelişimi ile zulmün en üst seviyeye çıkarıldığı alanlardır. Mezbahalarda gerçek çırılçıplak ortada iken market raflarında bu gerçeğin giyinik hali sergilenir.
Et yeme sürecinin hangi işkence yöntemlerinden geçtiğini bir kaç örnekle paylaşalım: Mümkün olduğunca çok gıda almaları için süt buzağılarına hiç su verilmez, Ortolen isimli kuşun çok yemesi için gözleri oyulur ve içki fıçısında boğularak öldürülür , ciğerleri yağlansın diye hareket edemeyecekleri kafeslere konan kazlar huniyle beslenir, tavuklar 40 günlük olmadan kesilir… Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu örneklerden de görüldüğü üzere et (ve diğer hayvansal ürünleri) yemek, hayvana yapılmış direkt şiddetin ve zulmün ürünüdür.
Bugün et yemenin kurumsal bir çatı altında ve devlet tarafından denetlendiğini, sınıfsal çıkarlar eşliğinde endüstriyel hayvancılığı dayattığını ve neoliberal sistemin önemli bir halkası olduğunu söyleyebiliriz. Et ve Süt kurumu gibi bir varlığın olması bu tezimizi destekler niteliktedir.
Et yemenin kültürel ve dini ritüeller anlamında da önemli etkileri bulunmakta. Kutsallaştırılmış et yeme ayinleri kurban edileni yok sayan bir anlayışla sürmektedir. Başka bir yazının konusu olması açısından şunu da belirtelim: Et ile kadın bedeni arasında kurulan sömürü mantığı kökeninde erkek insanın gücünün ve dolayısıyla uygulayacağı her tür şiddetin meşruiyeti üzerine kuruludur.
Bugün faaliyet gösteren restoran, lokantaların hemen hemen tamamının hayvanların öldürülmesi (et , tavuk , balık) üzerine kurulu olması ve dışarıda yemek yemekten bu gibi yerlere gitmenin anlaşılması eğlence ile öldürme arasında ki mesafenin de iyice kısaldığını göstermektedir.
Siyasi partilerin, devlet kurumlarının yada sermayenin önemli merkezlerinin verdiği yemekli davetlerde ana yemeğin et oluşu da et ile iktidar arasındaki sıkı bağları anlatması açısından önemlidir. Et, hükmetmek için ideal bir araçtır ve kullanışlı bir aparattır. Et yemenin birey üzerinde ki sosyo-politik etkisi de içerdiği söylenen proteinden kat kat fazladır.
Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız gibi et yeme ile mezbaha arasında sıkı bir belirleyicilik ilişkisi mevcuttur. Otun ete, etin cesede, cesedin de marketler de pazarlanması sürecinde mezbahalar kilit öneme sahip kurumlardır. Bu kilit önem, canlı olan her şeyi öldüren ve bir kadavra medeniyeti olan kapitalizmin de can simitlerinden bir tanesidir. Kadavra medeniyetinde önemli olan nasıl yaşayacağı değil nasıl öldürüleceğidir. İster boğazlanarak mezbahalarda, ister zehirlenerek ölüm kampı barınaklarda, ister demir sopalarla dövülerek sirklerde, ister ilaç içirilerek deneylerde, ister vurularak avlarda… Nerede olursa olsun hayvanların hazin sonu değişmemekte.
Et yemeyi sorgulamak sistemi sorgulamaktır. Et ile iktidar arasında ki sıkı bağlantıya şimdi bir ekleme daha yapabiliriz : Et yeme ve dolayısıyla mezbahalar devletin birer ideolojik aygıtıdır. Althusser’in ortaya attığı DİA (devletin ideojik aygıtları) kavramını hayvanları da ekleyerek genişletmeli ve yeniden düşünmeliyiz. Bence bu çok önemli bir adım olacaktır. Çünkü şiddet ve sömürü süreçlerini hayvanları da dahil ederek yeni baştan analiz etmemiz gerekmekte.
Peki bu süreçte ne yapmalı, nereden başlamalıyız? Güzel bir söz vardır “devrim , kişinin kendi içinde ve yaşamsal pratiğinde başlamalıdır”. Bu sözden hareketle mezbaha gerçeklerine karşı çıkmanın ilk adımı et ve diğer hayvansal ürünleri yememek ve neden yenmemesi gerektiğini anlatmak olabilir. İkinci adım endüstriyel hayvancılığın sona erdirilmesi için mezbaha karşıtı eylemler olmalıdır. Tüm bunlar orijinine kapitalizmle mücadeleyi almış bir hareketle mümkündür. Bugün anti-kapitalist hayvan yaşam ve özgürlük mücadelesi gereklidir ve hatta zorunludur. Unutmayalım ki, endüstriyel hayvancılık adına bir canlıyı yetiştirip mezbahaya götürende, bu hayvanın cesedini alıp yiyende suç ortağıdır!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.