Sevmek, mücadele etmeyi garanti etmiyor. Bir köpeğin bir zorlama olmadan insanı sevmesi çok zor. Neden mi? Çünkü en baştan insanın isteği ve çıkarları doğrultusunda evcilleştirilmiş ve itaat ettirilmiştir. Köpek sevse bile bu sevginin temeli itaate dayanır ve burada karşılıklı eşit sevgi oluşamaz. Biliyoruz ki zincirlerini kopararak gerçek özüne dönmeye en yakın köpekler sokakta yaşayanlardır. Kısmen de olsa itaatsiz, denetimsiz, serbest ve özgürdürler. İşte bu nedenle de gerçek özüne yaklaşan bu köpekler egemen iktidarlarca istenmezler
Sokakta yaşayan hayvanlar ve kavramlar üzerine olan yazı dizimizin ikincisinde, yasaklı ırk köpek ve hayvan severlik kavramlarını eleştirel bir okumaya tabi tutacağız. İlk yazımızda belirttiğimiz gibi; kavramları radikal bir analizden geçirmek hem şimdiyi hem de geleceği görme açısından büyük öneme sahip olacaktır.
Belirli köpek ırklarının beslenmesini, üretilmesini, satışının ve ülkeye girişinin engellemesini hedef seçen bir yasaklar bütünü. Daha önce de belirttiğimiz gibi yasak, yasal olanı yasa-dışı hale getirme çabasıdır ve bilerek uygulanır. Burada hedef tahtasına köpekler oturtulsa da amaç; yasağı köpeklerin üzerine atıp, yasaklayanları haklı çıkarmaktır. Baştan söyleyelim; bir ırkın yasaklanması, ırkçı faşizmi de içinde barındıran türcülüktür! Türcü ideoloji, insan DNA’sını diğer canlılara karşı silah olarak kullanmanın diğer adıdır.
Yasaklı köpek ırkı söylemi; düşünceyi ve ifadeyi, kitapları, filmleri, toplantı ve gösterileri yasaklayan zihnin keyfi bir söylemidir. Keyfidir çünkü, kim neye, kime göre ve nasıl oluyor da bu köpekleri yasaklıyor ? “Yasaklı ırk olduğu için öldürün”, “tehlikeli köpek olduğu için öldürün”, “huysuz ve havlayan köpek olduğu için öldürün” ve nihayetinde “köpek olduğu için öldürün”e giden bir katliam zinciri ile karşı karşıyayız…
Yasaklı köpek ırkı kavramı “makine- köpek” yaratmanın ilk adımıdır. Makine-köpekler özel tekniklerle üretilmiş, bedenleri üzerindeki hakimiyet ele geçirilmiş, hareketleri kodlanmış ve tamamen makineye dönüştürülmüş köpeklerdir. Makine oldukları andan itibaren yemek yiyor, su içiyorlar. Var oluşlarının, gözlerinin ve tüylerinin güzelliğinin hiç bir önemi kalmaz; canlı oldukları unutularak umursanmaz. Onlar artık saldırıya, dövüşe ve ölüme hazır; tuşa dokununca harekete geçen ve yapamadığı anda öldürülen konumdadırlar. Güçlüdürler ve bu güç hızlıca tüketilmelerini sağlar.
Yasaklı köpek ırklarının üretiminin başladığı tarihin sanayi kapitalizmi ile çakışması tesadüfi değildir. Makineyi merkezine alan sermaye, doğayı ve hayvanları da makineleştirmek üzere yola koyulur. İnsan emeği ile birlikte doğa ve hayvanlar da bu makinenin dişlileri arasına alınmaya çalışılır. Ve gelinen süreçte makine, canlı olan ne varsa yutmaya çalışır. Etten metale dönüştürdüğü canlılar sermayenin besin kaynaklarıdır…
Yasa ile tabu arasındaki ilişkiye de kısaca değinelim. Tabu; dokunulmaz, sorgulanmaz demektir. Yani yasaklanan bir köpeğin neden yasaklandığının sorulması, soruşturulması da yasaktır. Yasa yasaklıyor, yasaklanan yasalaşıyor… Yasak yasalaşınca onu yok etmek kolaylaşıyor. Zaten yasaklamak demek, yok etmeyi kolaylaştırmak demektir.
İnsanın kendisinin yasaklandığı bir toplumsal düzende köpeklerin yasaklanmasını onaylaması yada aynı anlama gelmek üzere susması, en önce kendisinin de yasaklı olduğunu kabul etmesi demektir ki bu en vahim durumdur! Burada ruhun, vicdanın, sağduyunun ve mücadele yeteneğinin yasaklanması söz konusudur. Bu bölümü şu kısa tanımla bitirelim: Yasaklı köpek ırkı yoktur. Irkçıların ve türcülerin yasakladığı ve yasak olmayan köpekler vardır!
Genel kabul gören tanımıyla, hayvanları (ki bunlar büyük çoğunlukla: kedi, köpek, kuş ve balıktır) seven ve koruyanlara verilen ad. Böyle bir tanım elbette beraberinde büyük sıkıntılar getirmekte. Bu tanımı tüm hayvanları kapsayacak biçimde genişletmeyi deneyelim: Kedi sevenler yılan da, kuş sevenler akrep de sever mi? Sevmediklerini göz önüne alarak ilk eleştirimizi yapalım; hayvan severlerin önemli bir kısmı hayvan seçerdir! Bir örnek daha; tabağında inek, kucağında köpek olan birisi, yediği ineğe değil de sevdiği köpeğe göre kendini tanımladığı sürece o bir hayvan seçerdir !
Hayvan sever olmak, sevdiği canlıyı sahiplenmek, mülkiyeti altına almak, kontrol etmek, itaate zorlamak demektir. O nedenle bu şartlar altında sevgi duymak eşit ve karşılıklı bir ilişki türünü yansıtmıyor. Buradaki sevgi, hayvanın zihnine ve bedenine bedava erişimi ve bunların nesne olarak tüketimini bir alışkanlığa dönüştürme biçimidir.
Ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın evde, bahçede, sokakta yaşamına ortak olduğumuz bir köpeğe kızım yada oğlum diyerek seslenmek, insanlaştırılmış hayvan nesnenin yeniden üretilmesini sağlamak demektir. Bu üretimi insan sağladığı sürece de sevginin paylaşımı tek yönlü olacaktır. Seven insan, sevilen hayvan ikilemi özünde “iyi efendi insan – iyi köle hayvan” ikilemidir. Buradan hareketle insandan hayvana doğru belirlenen bu tek yönlü sevgi, özü itibarı ile bir dayatma olacaktır.
Sevmek ile sahip olmak arasında ki sıkı bağı da görmezden gelemeyiz. Sevdiğine sahip olmayı emreden bir toplumsal formasyon da, sahip olduğunu illa ki seveceksin diye bir kaide de bulunmamakta. Burada belirleyici olanın sahip olmak olduğunu unutmamak gerekir.
Hayvanları sevmekle onların hakları ve özgürlükleri için mücadele etmek arasında büyük farklar var. Sevmek, mücadele etmeyi garanti etmiyor.
Bir köpeğin bir zorlama olmadan insanı sevmesi çok zor. Neden mi? Çünkü en baştan insanın isteği ve çıkarları doğrultusunda evcilleştirilmiş ve itaat ettirilmiştir. Köpek sevse bile bu sevginin temeli itaate dayanır ve burada karşılıklı eşit sevgi oluşamaz. Biliyoruz ki zincirlerini kopararak gerçek özüne dönmeye en yakın köpekler sokakta yaşayanlardır. Kısmen de olsa itaatsiz, denetimsiz, serbest ve özgürdürler. İşte bu nedenle de gerçek özüne yaklaşan bu köpekler egemen iktidarlarca istenmezler.
Nasıl yasaklanmış ırklar için “makine – köpek” dediysek, hayvan seçerlerin sevdiği köpekler içinde “manken-köpek” diyebiliriz. Hesaplanmış, kodlanmış, bakımı yapılmış, aksesuarı giydirilmiş birer mankendirler artık.