CHP’nin düzen içi de olsa muhalif söylemler üretmek yerine, AKP’den ricacı olan, taleplerde bulunan bir konuma sürüklenmesi sağlanıyor. Buna yerinde bir tabirle “kapaklama/kapaklanma” deniyor. Tencereyle bütünleşecek kapak misali…
“Artık biliyorsunuz ana muhalefet diye bir şey kalmadı.” (R. T. Erdoğan, Almanya’dan dönüşünde yaptığı açıklamalar içerisinde, 07.07.2024)
Erdoğan’ın bu sözünün bir karşılığı var. CHP’yi “kapaklayan” AKP/Erdoğan için ana muhalefet çantada keklik durumunda bulunuyor. Peki “bir taşa iki kuş vurmaları” mümkün mü?..
AKP’nin sıradan bir parti olmadığı, uyguladığı taktikleriyle de açıkça görülüyor. MHP’yi, YRP’yi, HÜDAPAR’ı kendisine ittifak ortağı kılması, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ve Tuğrul Türkeş gibi kendisine muhalif isimleri kapsamasından bahsediyoruz. Şimdi sıra CHP’ye gelmiş bulunuyor.
CHP’nin düzen içi bir aktör olarak AKP’nin çekim alanına girdiği, AKP’nin CHP üzerinde bir hegemonya kurmaya başladığı görülüyor. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde hatırı sayılır bir emekçi toplamının geçim sıkıntısına duydukları tepkiyi CHP’ye oy vererek göstermesiyle birlikte bu parti, AKP’nin ve oluşturduğu cephenin, devleti ve toplumsal ilişkileri dinsel ve liberal eksende değiştirme çalışmalarına düzen içinden alternatif bir duruşu temsil edebilecek konuma gelmişti. İşte şimdi bunun önünün alınması, CHP’nin yakın markaja alınıp etkileşim içerisinde tutulması gerçekleşiyor. CHP’nin düzen içi de olsa muhalif söylemler üretmek yerine, AKP’den ricacı olan, taleplerde bulunan bir konuma sürüklenmesi sağlanıyor. Buna yerinde bir tabirle “kapaklama/kapaklanma” deniyor. Tencereyle bütünleşecek kapak misali… Taşla vurulan kuş budur.
İkinci kuşu vurmak ise, kolay görünmüyor. Çünkü “vurulmak” istenen diğer “kuşu”, Türkiye sosyalistleri oluşturuyor. 1 Mayıs 2024’te görüldüğü gibi, CHP sosyalist solu kendi peşine takmaya, birlikte sürüklemeye, uysallaştırmaya, devrimciliğini törpülemeye çalışıyor. Sosyalist solun direniş değil, düzen karşıtı alternatif bir karşı-mücadele örmesini, gündemlere bağımsız politikalarıyla müdahale etmesini, emekçilerdeki huzursuzlukları/tepkileri örgütlemesini engellemek, sosyal-demokratik liberalizmin işlevlerinden biri oluyor. Sosyalist solun CHP ile etkileşime girmesi, ona tabi olmak anlamına geliyor. Böylesi bir eğilimin varlığı Türkiye solunun bazı örgütlerinde işaretlerini verse de sosyalistlerin çoğunluğunun bu konudaki eleştirileri ve sağlıklı tutumları, CHP’ye yanaşmaya meyilli unsurlar için caydırıcı olabilir görünüyor.
Bu noktada sosyalistlerin, sosyal demokratik liberalizme dair teorik bakışla politik manevralarını yapması gerekiyor. Öyleyse hatırlama vaktidir.
Sosyal demokrasi, emek-sermaye karşıtlığı dikkate alındığında, bir burjuva sınıf ideolojisi olarak devrimci-realist değil, reformist-pragmatik bir düzen ideolojisidir.
Sosyal demokrasi, yoksulluk, işsizlik, eşitsizlikler, adaletsizlikler gibi kapitalist toplumsal formasyonlarda birer sonuç olarak oluşan görüngülerin, siyasi ve ekonomik reformlarla tedricen ortadan kaldırılacağı görüşüyle karakterizedir. Bazı ülkelerdeyse, eşitsiz ve geç gelişen burjuva demokratik ilke ve kurumların geliştirilmesini savunur. Günümüzde Türkiye’de sosyal demokratik liberalizm, kapitalist/neoliberal toplumsal ilişkilerin tahripkâr sonuçlarının yumuşatılmasını sağlıyor ve savunuyor.
Geçmişte sosyal devlet, piyasanın devlet eliyle düzenlenmesi ve karma ekonomi, 1929 bunalımından sonra, krizden çıkışın bir formülü olmuştur. Bunun yanı sıra, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş yıllarında, reel sosyalizme ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde yeniden kitleselleşme eğilimi gösteren komünist partilere karşı, işçi sınıfının burjuva demokrasisine rızasını inşa etmek üzere oluşan hegemonik bir projenin de bileşenleridir bunlar.
Sosyal demokrasinin altın çağı olan 2. Savaş-1980 yılları arası dönemi karakterize eden Keynesçi sermaye birikim biçimi, uluslararası bir krizle birlikte yerini, 1980’lerden itibaren neoliberalizme bırakmıştır. Kapitalistler ile proletarya arasındaki kısmi uzlaşmanın ürünü olan burjuva demokratik üst yapılar, böylelikle yeniden düzenlenmeye başlanmıştır. 1990’larda reel sosyalizmin çözülmesiyle beraber, sosyal demokrasinin komünizme karşı koruma sağlayıcı işlevi de ortadan kalkınca, kapitalist sınıfın gözünde bu akım, demode olmuştur.
Yaklaşık 40 yıllık neoliberal sermaye birikim sürecinin Türkiye ekonomisinde ve toplumsal ilişkilerinde oluşturduğu tahribatın bazı sonuçları şunlardır: Toplumsal haklar emekçilerin ellerinden alınmış, piyasa ilişkilerinin kapsama alanı genişletilmiştir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, piyasa ilişkilerine açılıp, alınır-satılır meta haline getirilmiştir. Reel ücretler geriletilmiş, emekçilerin ücretleri genel olarak asgari ücret düzeyine doğru aşağıya çekilmiştir. Esnek çalışma yaygınlaştırılmıştır. Sendikasızlık genel bir kural haline getirilip, mevcut sendikal alanda ise sarı/yandaş sendikacılığın hegemonyası kurulmuştur. Devlet örgütlenmesi, açık şekilde sermayeye kaynak transfer mekanizmalarıyla çalışır hale getirilmiş ve şirketleşmiştir. Sosyal devlet tasfiye edilirken, güvenlik devleti ve otoriter devlet tesis edilmiştir…
Günümüzde ülkemizde emekçi kesimlerde neoliberal politikaların oluşturduğu huzursuzluğu ve rahatsızlığı soğurmaya dönük bir işlevle donanmış olarak, sosyal demokrasinin siyasal arenada yıldızının yeniden parlama olasılığı bulunmaktadır. Sosyal adalet, yoksulluğu azaltma, “sosyal devlet” gibi vaatlerle emekçilere seslenen sosyal demokrasinin, bir tür sosyal liberalizm olduğu unutulmamalıdır. Toplumsal eşitsizliklerin, yoksulluğun, yoksunlukların, hak kayıplarının, adaletsizliklerin nedeni, kapitalist toplumsal ilişkiler olduğundan, bu sonuçların ortadan kaldırılması için kapitalist düzenden kurtulmak gerektiği açıktır. Bunun yolu emekçilerin sosyalist iktidarı için mücadeleyi büyütmekten geçmektedir.
Öte yandan sosyalist hareketin bu topraklarda güçlenmesi ve belirli bir cüsseye ulaşması, sosyal demokratik liberalizmin kapitalist devletin yürütme gücünü devralması için bir koşuldur. Başka bir deyişle, sosyal demokrasinin hükümet olabilmesi, emeğin sermaye sınıfına karşı siyasal mücadelede elinin güçlenmesine bağlıdır. Sosyal demokrasi, sosyalist hareketin güçlenmesi karşısında düzenin dalgakıranı, imdat frenidir. Bu olmadığı durumda, geleneksel dinsel, milliyetçi, muhafazakâr ve liberal hegemonya oluşturucu mekanizmalarla ve popülist sağ politikalarla emekçilerin sıkıntılarının soğurulması ve sermayenin toplumsal iktidarının yeniden üretilmesi gerçekleşmektedir. Bu kadar çok sağcı düzen partisinin var oluş nedeni, başka faktörler bir yana bırakıldığında, biri olmadığında diğerinin bunları sağlamak için devletin yürütme gücünü kullanmaya talip oluşudur. Buna “yedek lastik” işlevi denebilir.
Aydınlanmacı ve seküler duyarlılıklara sahip emekçilerin, CHP’nin devletin ve toplumsal ilişkilerin dinselleştirilmesine karşı kılının kıpırdamadığını görmeleri gerekmektedir. Ülkemizde emekçileri bu partiye bağlanmaya sevk edecek, alışkanlıklar dışında, bir neden bulunmamaktadır. Bu parti, aydınlanmayı, laikliği, emperyalizmden bağımsızlığı, kamulaştırmayı, parasız, bilimsel ve laik eğitimi, halkların kardeşleşmesini savunmamakta, bu nedenle emekçilerin çıkarlarının politik temsilciliğini yapmamaktadır. Bu partinin adında “halk” kelimesi vardır, fakat halkçı değildir. Bu ilkeleri savunanın, bu topraklardaki sosyalistler olduğu ise açıktır.
CHP’nin sola, sosyalizme doğru çekilmesi ise tamamen beyhude (anlamsız) bir çabadır. Bunun olmasının sosyalistler güçlenmedikçe imkanı da yoktur. CHP’nin politik ufku, has bir burjuva ideolojisi olan liberalizmle sınırlıdır. İçeriksiz sözde “değişim” laflarına bu ülkenin seküler kitlelerinde aldanacak birileri olmamalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.