Karakurt’un yaklaşımı “Devrimci Yol’un THKP-C ile ilişkisi, Devrimci Yol üzerinde bir yüktü ve yenilgisinin nedeni buydu, onun 1975-80 döneminde başarılı olmasını sağlayan ise Dev-Genç konseptiydi” şeklinde özetlenebilir. Bu amaçla da bir Dev-Genç konsepti imal etmeye, Devrimci Yol’un oluşumundaki ve politikasındaki dinamikleri buraya bağlamaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım değişik yönlerden yanlıştır
Ulaş Bardakçı’nın anısına saygıyla
Mehmet Süreyya Karakurt’un “Devrimci Yol Hareketi” isimli kitabı NotaBene Yayınları’ndan yayınlandı.[1]
En baştan ifade etmemde yarar var: Mehmet Süreyya Karakurt ile oldukça farklı açılardan bakıyoruz. Baktığımızda gördüğümüz Devrimci Yollar birbirinden oldukça farklı. Bu farklılık Karakurt’un çalışmasının özgünlüğünü ortadan kaldırmıyor ama eleştiri ve tartışmayı bir ihtiyaç haline getiriyor. Mevcut durumdaki yaygın düşünsel tembelliği (üstelik bu düşünsel tembelliği mazur gösterecek çok yoğun ve yakıcı bir pratik mücadele de yok) aşmak için çaba göstermek, daha derinlemesine okumak, araştırmak, tartışmak, çıkış yolları bulmak ve uygulamak gerek.
Karakurt 2017 yılında da “THKP-C Devrimci Yol Geleneğinde Öncülük Olarak Politika” adlı bir kitap yayınlamıştı. Bu kitaba ilişkin bir değerlendirmeyi ve eleştirilerimi 2020 yılında Özbil Çoruh imzasıyla, Bir Devrimci Yol Değerlendirmesi Denemesi: “Öncülük Olarak Politika” başlıklı yazıyla dile getirmeye çalışmıştım. Karakurt “Öncülük Olarak Politika” kitabındaki bakış açısını bu sefer Devrimci Yol’un değişik alan/bölge çalışmalarının anlatımı üzerinden derinleştirmeye çalışıyor.
Kitapta öncelikle THKP-C ve Dev-Genç için birbirinden ayrı, hatta birbirini dışlayan “konsept”ler tarif ediliyor ve Devrimci Yol’un, birbiriyle çeliştiği iddia edilen, bu iki konsepti aynı anda benimsemeye çalıştığı ve bunun çelişkiler yarattığı savunuluyor. Sonrasında Devrimci Yol’un üzerinde geliştiği zemin ve öne çıkan bazı çalışmaları üstünde duruluyor. Bu bölümde öncelikle Devrimci Yol’un gençlik hareketi dönemindeki (1974-77) İstanbul ve Ankara gençlik çalışmaları yer alıyor. İstanbul-Ankara politik farklılıklarının sosyolojik, mekânsal köklerine ilişkin bir tartışma da yapılıyor. Daha önce Kamil Kartal’ın “Öyle mi Alay Komutanı” kitabında da, özellikle Yalçın Bürkev İstanbul-Ankara farklılıklarının üstünde durmuştu. Devrimci siyaset zeminleri üstünde düşünürken bu tartışmanın yararlı olduğunu düşünüyorum.
Kitapta Devrimci Yol’un “halk hareketi” dönemi olarak da 1978-80 dönemi üstünde durulmuş. Bu bölümde Ankara, Fatsa, Artvin-Şavşat, Yeni Çeltek ve Civarı, Malatya-Elazığ, Adana, Ege Bölgesindeki oluşumlar üstünde duruluyor. Sonrasında Demokrat gazetesi ve Devrimci Yol’un ‘Kadro Örgütü’ üzerinde duruluyor. Sonuç bölümünde ise bu bölümler üzerinden teorik değerlendirme ve öneriler sunuluyor.
Karakurt’un çalışmasının özellikle bölgeler ve alan çalışmalarına ilişkin sunduğu bazı veriler önemli ve yararlı olmakla birlikte bu yazımızda aslolarak yazarın değerlendirmelerinin eleştirisi üzerinde durulacaktır.
Karakurt, Melih Pekdemir’in “Devrimcilik Güzel Şey Be Kardeşim” kitabının “olayların sıcağında günü gününe kaleme aldığı günlükleri” içeren bir kitap olduğunu yazıyor ancak bu, Pekdemir’in kitabından anlaşıldığı gibi, yanlış bir bilgi. Melih Pekdemir bu kitapta anılarını “günlük” tarzında kaleme alarak yayımlamıştır.
Türkiye Devriminin Acil Sorunları (TDAS, ilk yayımlanışı 1975 Ağustos) broşüründen bir alıntı yapılarak bu değerlendirme, DY’nin iç savaş doğrultusunda gelişen durum tespitine bir eleştiri olarak aktarılıyor (s. 86) ancak bu tarihte DY bir yana DG grubu bile henüz oluşum aşamasındadır, iç savaş yönünde bir tespit yoktur.
Karakurt, Devrimci Yol’un tarih yazımındaki eksikler ve sorunlar üzerinde haklı olarak duruyor ancak bu konuda yeterli özende bir çalışma yapmamış olduğu anlaşılıyor. 2011 yılında yayınlanan Oğuzhan Müftüoğlu kitabına kadar Devrimci Yol’u değerlendiren yazılar olarak “Devrimci Yol Ana Davası Savunması” ve 1991’de yayınlanan “Devrimci Yol Yazıları” adlı derleme kitabı ile Oğuzhan Müftüoğlu’nun bu kitaba yazdığı önsöz ve ansiklopedilere yazılan metinlerden söz ediyor. Oğuzhan Müftüoğlu’nun söyleşi kitabının yayımlanmasından sonra ise çok sayıda anı veya bölgesel değerlendirme kitabının yayınlandığını ifade ediyor (s. 15-17). Oysa…
1987 sonrasındaki dergilerde (Demokrat Arkadaş, Türkiye Sorunları Dizisi, Devrimci Gençlik, İşçilerin Sesi, Yeniden, Devrim, Devrimci Hareket, Bir Adım …) yayımlanan yazılar bir tarafa bırakılsa bile dikkate değer yayınlar vardır. Devrimci Yol Savunması’ndan söz edildiğinde 1989’da Simge Yayınları tarafından yayımlanan Fatsa Savunması ve Devrimci Gençlik Savunması atlanmamalıdır. 1989 sonrasında Mahmut Memduh Uyan’ın anıları (Ben Bir İnsanım (1989), Gerilla Kartaldır (1993)) ve İnönü Alpat’ın Randevuyu Dağa Verdik (1995) kitapları yayımlanmıştır. 1993 yılında yayımlanan “Unutulmasınlar Diye” albümü darbe sonrasında öldürülen/mücadele içinde ölen 100’ün üzerinde devrimciye ilişkin bilgileri derleyip ilgilisine sunmuştur. Her ne kadar dergi yazılarını bu listeye almadıysak da Yeniden dergisinin, Devrimci Yol’un 20. yılı vesilesiyle 1997 Mayıs ayında yayımladığı özel sayı Devrimci Yol’a ilişkin yazılan birçok değerlendirme yazısını içermesi nedeniyle önemli bir kaynaktır. 2004 yılında Mahmut Memduh Uyan tarafından derlenen ve 1982 Yazılarını ve Uyan’ın bazı değerlendirmelerini de içeren “Yolcuların Düşü: 12 Eylül 1980 Sonrası Siyasi Yazılar” (Arayış Yayınları) isimli kitap yayımlanmış ve okura ulaşmıştır. 2005 yılında ise Yaşathak Aslan “Kavgamız Bitmeyen Sevdamız: Devrimci Yol Bir Dönem 1980-85” kitabını yayımlayarak darbe sonrası mücadelenin önemli bir kesitini aktarmıştır. Devrim dergisi çevresi 2006 yılında, geçmişin bütünsel ve kolektif bir değerlendirmesi olarak, “THKP-C ve Devrimci Yol’dan Bugüne Geçmiş Değerlendirmesi: Bu Tarih Bizim” (Devrim Yayınları) isimli kitabı yayımlamıştır.
2004 yılında Zeki Kırdemir’in Giresun bölgesini anlattığı “Devrim Bize Yakışırdı: Dam’dan Dar’a 78’lilerin Öyküsü” (Ozan Yayınları) kitabı, 2010 yılında ise Mehmet Tepebaşı’nın darbe sonrasındaki Suriye-Filistin-Lübnan dönemini eleştirel olarak anlattığı “Yaşanmamış Sayılan Anılar” (Dipnot Yayınları) kitabı yayımlanmıştır. 2010 sonrasında ise onlarca anı, anma ve bölgesel değerlendirme kitapları yayımlanmıştır.[2]
Bu örneklerden görüldüğü gibi Devrimci Yol dönemine ilişkin anılar ve değerlendirmeler Oğuzhan Müftüoğlu’nun anılarıyla başlamamıştır. Verdiğimiz örnekler elbette ki kapsamlı değerlendirmeler açısından durumun çok iyi olduğu anlamına gelmemektedir ancak çalışmaların Karakurt’un yazdıklarıyla sınırlı olmadığı görülmektedir.
Karakurt, 2010 sonrası yayımlanan bazı kitaplardan örnekler vererek, yayınlanan bütün kitapların genele değil parçaya ve ayrıntıya ilişkin olduğunu belirtmekte, “henüz Devrimci Yol’un genel bir resmini yansıtan; parçaların, tekil olguların, ayrıntıların üzerine yerleştirilerek anlaşılmalarını mümkün kılacak genel resime ilişkin bir çalışma mevcut değildir. Elinizdeki kitap bu eksiği gidermek, bu boşluğu doldurmak amacıyla kaleme alındı” (s. 18) yazmakta ve kendisi bu çabanın içine girmektedir.
Biz de Karakurt’un çalışmasının değerlendirmesini ve eleştirisini yapmaya çalışacağız.
Karakurt kitaba Devrimci Yol ile Levellers hareketi arasında paralellik kurarak başlıyor. Levellers hareketi 1600’lerdeki İngiltere İç Savaşı’nda ortaya çıkan ve iç savaş sonunda dağıtılan bir hareket. Her ikisini de iç savaşta ortaya çıkan daha sonra ortadan kaybolan, varlık nedenleri ortadan kalkan “tarihe açılmış birer parantez” (s. 14) olarak değerlendiriyor. Yine her iki hareketi de “parti benzeri hiyerarşik kurumsal yapılar ortaya çıkarmazlar/çıkaramazlar” (s. 13) şeklinde değerlendiriyor. “Levellers” hareketinin tarihini bilemem ama Devrimci Yol “iç savaş ortamında aniden” ortaya çıkmamıştır. Devrimci Yol, sürecin iç savaşa doğru gidişinin bir muhatabı olmuştur. Önceli olan THKP-C de iç savaşa giden sürecin muhataplarından birisidir. THKP-C, THKO ile birlikte, düzene meydan okuyan bir hat oluşturmuş, yaptıkları eylemlerle 12 Mart cuntasının faşist yüzünün açığa çıkmasını sağlamış, cuntanın reformist görüntüsünün bozulmasına katkıda bulunmuş ve halk kitlelerinin ileri kesimlerindeki çaresizlik duygusunun kırılmasında öncü rol oynamışlardır. En geniş anlamıyla sol 12 Mart sonrasına (1973-74), devrimci hareketin yenilgisine rağmen, moralli ve umutlu girmiştir. Bu ortamı bastırmak isteyen faşizmin halkın ilerici güçlerine karşı yaptığı saldırılar ise halk kitlelerinin direnişi üzerine bir “iç savaş”a doğru dönüşmüştür. Bu süreç 12 Eylül darbesiyle toplumsal muhalefetin (Devrimci Yol dahil) yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Ancak Devrimci Yol, çok güç kaybetmekle birlikte, varlığını darbeden sonra da sürdüren bir hareket ve örgüttür. Devrimci Yol “kelimenin sözlük anlamında taban hareketi” (s. 13) olarak kalmamıştır, Devrimci Yol kurumsallaşmasını ileri düzeye taşıyamasa da hiyerarşisi olan bir örgüttür. Devrimci Yol Ana Davası’nda benimsenen hukuksal savunma çizgisi, 12 Eylül darbesi sonrasındaki moral bozuklukları ve “sivil toplumcu” liberal eğilimlerle birleşerek yaygın bir “hiyerarşisiz Devrimci Yol” anlatısı oluşturmuş olsa da bu anlatının gerçekleri yansıtmadığı ortadadır. Dolayısıyla Karakurt bu açılardan yanılıyor.
“Varlık” mı “Varlıklar” mı?
Karakurt, Devrimci Yol’un tek bir varlığa sahip olmadığını mahalli düzeydeki birbirinden farklı birçok varlıktan oluştuğunu iddia etmektedir.
… Devrimci Yol’un takip ettiği konsept “mahalli” olana dayanır. Bu nedenle merkezi karakteri ağır basan bir oluşumdan çok, mahalli karakteri ağır basan birçok oluşum ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Devrimci Yol’un “Varlık”ından çok “varlıklarından” bahsetmek daha doğrudur. Gelişim, her bir “mahal”de kendine özgü karakterde “mahalli varlıklar” ortaya çıkarmış; Devrimci Yol merkezi, bütünsel bir örgüt olmaktan çok, büyük ölçüde bu mahalli varlıkların toplamı şeklinde bir yapı sergilemiştir. (s. 25)
Devrimci Yol’un Varlığı bundan farklı bir formattadır. Bir yanıyla birbirinden görece bağımsız yerel kitlesel oluşumlar şeklinde, oldukça “ademi merkeziyetçi” bir yapı ortaya çıkarmıştır. Örneğin, Fatsa, Şavşat, Yeni Çeltek ve Adana’da ortaya çıkan (yöntemleri) itibariyle birbiriyle tam uyumlu olduklarını, “tek bir Varlık’ın bileşenleri” karakteri sergilediklerini söylemek zordur. Öte yandan hedef parlamenter sistemi etkileyerek toplumsal dönüşüm sağlamak değildir. Onu yıkıp yerine alternatif bir rejim inşa etmek hedeflenir. (s. 91)
Buradaki tespitler, kitabın ana temalarından birisidir ve yanlış/abartılı bir tespittir. Devrimci Yol, kendiliğinden kitle hareketinin olduğu bir dönemde var olmuş ve bu dalga üstünde hızla büyümüştür. Örgütsel yapı, hızlı büyümenin gerisinde kalmıştır. Birçok mahalde (şehirde, kasabada, mahallede, köyde, okulda, fabrikada, işyerinde vb.) kendisine çıkış yolu arayan bazı kesimler kendiliğinden şekilde önce Devrimci Gençlikçi, sonraki süreçte Devrimci Yolcu olmuşlardır. Ancak aynı dönemde bu tür kesimleri kendi yanına kazanmaya çalışan başka gruplar varken, sol açısından dikkate değer bir çoğunluk Devrimci Yol’da yer almıştır. Bu sempatizanların ve halk kesimlerinin önemli bir kısmını örgütle organik olarak ilişkili hale getiren, nitelikli ve çok sayıda kadroyu ortaya çıkarabilmiş olmak ise siyasal hattın sonucudur. Söz konusu yerellerdeki pratikler birbirinden farklılıklar taşısa da zıtlık içinde değildir. Devrimci Yol dergileri ve yazıları, Devrimci Yol’un genel siyasal etkisi ve Devrimci Yol kadroları bu örgütlenmenin kılavuzları olmuşlardır.
Devrimci Yol’un “mahalli varlıkların toplamı” olduğu iddiası, sadece aşırı derecede monolitik bir örgütlenmeyi “örgüt” sayan bir yaklaşımın ürünüdür. Her siyasal yapının kitlesi içinde ve sektörleri/alanları arasında mesafeler olur. Örgütsüzlükle “parti” örgütlenmesi arasında oldukça çeşitli ve farklı örgütlenme biçimleri olması mümkündür. Devrimci Yol da bu iki konum arasında olan ve 1975’ten 80’e kadar olan süreçte “parti” örgütlenmesine yaklaşmaya çalışan bir örgütlenmedir.
Devrimci Yol’a ademi merkeziyetçilik atfetmek oldukça abartılı bir durum. Ülkenin diğer yanlarından belirgin farklılıklar taşıyan Kürdistan’daki örgütüne dahi “özerklik” tanımamış olan bir örgüt söz konusu. Devrimci Yol, İstanbul gibi dev bir şehirdeki kurucu yerel örgütün (başka sorunlar da var olmakla birlikte) kopmasını göze alarak merkezden müdahale etmeye çalışan bir yapıdır. Adana söz konusu olduğunda Veli Eskiili, Behçet Dinlerer, Soner İlhan ve birçok başka kadronun Ankara’dan gönderildiği bir şehirde “ademi merkeziyetçilik” görmek fazlasıyla zorlama.
Farklı bölge ve alan çalışmalarının arasında farklılıklar vardır ama zaten az çok başarılı her örgüt o yerelin özgünlüklerini göz önünde tutar. Fatsa’daki kitlesel gelişmenin ve seçim tavrının DY merkezinin politika ve müdahalelerinin dışında olduğunu gösteren hiçbir şey yoktur.
Kitapta üstünde durulan örneklerden Yeni Çeltek, başlangıç itibariyle diğerlerinden farklıdır. Yeraltı Maden-İş sendikası kurulduğunda (1975) henüz DY bir tarafa, Devrimci Gençlik grubu bile yoktur. Ancak Yeraltı Maden-İş’in ve onun ilk örgütlendiği bölge olan Yeni Çeltek’in Devrimci Yol’un merkezi politikalarından etkilenmesi giderek artmıştır.
Malatya, THKP-C’den kalan ilişkilerin ve belirli bir örgütlülüğün bulunduğu, DG/DY sürecine kendi inisiyatifiyle katılan bir bölge olsa da orası bile “ademi merkeziyetçi” bir yapı örneği değildir. Kitapta da anlatıldığı gibi, Malatya’daki örgütlenme ülke geneliyle uygun bir aktif savunma çizgisi izlemediği için bölgeye atamalar yapılmış ve bölge yöneticileri, tepkiler nedeniyle ayrılmalar olmasına karşın, değiştirilmiştir. Darbeden hemen önce oluşturulan bu yeni yapılanma darbe sonrasında en uzun süre varlığını sürdüren bölge örgütlerinden birisi olmuştur.
Örgütlenmenin ilk aşamalarında birçok yerde merkezden gönderilen kadroların olmaması da, yükselen bir kitle hareketinin olduğu durumlarda oldukça doğaldır. Ancak orada ortaya çıkan kitle, merkeze kendi politikasıyla eklemlenmemektedir. “Merkez”in yayın organındaki politikalarını benimseyerek bu politikaların parçası olmaktadır. Ademi merkezi bir yapıdan söz edebilmek için kendi yerel yöneticilerini merkez onaylamasa da belirleyebilen, merkezi olarak belirlenen temel bazı politikalardan farklı yönlerde karar alıp uygulayan ve bunları merkezin de kabul etmek zorunda kalacağı bir işleyiş olması gerekir.
Yerellerin merkezi politikalarla çelişmeyen özgün yerel uygulamalarının olması, eylem inisiyatifleri uygulayabilmesi ademi merkeziyetçi bir yapıyı göstermez. Örgüt yapısının gelişmiş şekilde kurumlaşmamış olması, tüzük vb. olmaması ile ademi merkeziyetçi bir yapı olmayı birbirine karıştırmamak gerekir. İkisinin arasında, niceliksel olarak büyük bir fark olmasının ötesinde, niteliksel fark vardır. Dönemin Devrimci Yol’u merkezi ve hiyerarşik bir örgüttür.
Karakurt’un yaklaşımı “Devrimci Yol’un THKP-C ile ilişkisi, Devrimci Yol üzerinde bir yüktü ve yenilgisinin nedeni buydu, onun 1975-80 döneminde başarılı olmasını sağlayan ise Dev-Genç konseptiydi” şeklinde özetlenebilir. Bu amaçla da bir Dev-Genç konsepti[3] imal etmeye, Devrimci Yol’un oluşumundaki ve politikasındaki dinamikleri buraya bağlamaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım değişik yönlerden yanlıştır.
Karakurt, Dev-Genç ve THKP-C’nin birbirinden farklı ve birbiriyle çelişen konseptlere sahip olduğunu ve Devrimci Yol’un bu iki konsepti birlikte benimseme çabasının sorunlara yol açtığını savunmaktadır. Söz konusu “konsept”lerle neyin anlatılmak istendiğinin anlaşılabilmesi ve eleştirilerimizi yapabilmek için burada geniş bir şekilde alıntıları aktarmak gerekiyor:
Gençlik hareketi bu dönemde (1969-70 kast ediliyor-bn) artan işçi ve köylü eylemleri ile ilişki kurmaya, yarattığı hareketliliği bunlara da yaymaya yönelir, giderek bir halk hareketi karakteri almaya başlar. Hatta bu yönelimini konseptleştirir. Dev-Genç konsepti 1970 yılında yayınlanan raporlarda etraflı şekilde tasvir edilmiştir. Dönemin tanıkları FKF/Dev-Genç’in bu yıllarda parti gibi davrandığını, parti işlevleri üstlendiğini belirtiyorlar. Fakat MDD çizgisi de bu gelişmelerin gerisinde kalır, gençlik hareketi MDD’den de kopar.
Ve 1970’in sonunda Dev-Genç’e hakim Mahir Çayan- Yusuf Küpeli ekibi THKP-C’yi kurar (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi). Küba devrimini model alırlar. Faaliyetlerinin formatı değişir; silahlı propaganda eylemleri Dev-Genç’in kitle eylemlerinin önüne geçer. 12 Mart Muhtırası (1971) sonrasında neredeyse sadece silahlı propaganda eylemleri gerçekleştirirler. …
Dev-Genç konseptinin odağında neredeyse tamamıyla ‘bir kitle-halk hareketi nasıl yaratılır’ sorusu yatar. Kesintisiz 2-3’te ise Çayan emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi’nde yeni sömürge durumundaki ülkelerin hepsi için geçerli genel devrim teorisini formüle ettiğini ileri sürer. Kitlelerin nasıl, hangi yöntemlerle harekete geçirilebilecekleri bu teorinin de temel sorunudur. Ancak bu metindeki analiz ve önermeler Dev-Genç konseptinde yer alan tespit ve önermelerle pek örtüşmezler; hatta bunları dışlayan bir özellikliğe de sahiptirler. Kesintisiz 1 ve 2-3’te Dev-Genç konseptine herhangi bir açık atıfa da rastlanmaz. Bu çelişki ve belirsizliklere rağmen 1974 sonrasında Dev-Genç /THKP-C geleneği geniş kesimler tarafından ‘olduğu gibi’ benimsenmiş, siyasal miras ‘olduğu gibi’ üstlenilmiştir.[4] Günlük yaşamda Dev-Genç konsepti tarzı bir pratik faaliyetlilik yürütülmeye çalışılmıştır. Hatta aşağıda ayrıntılı şekilde göstermeye çalışacağımız gibi Devrimci Yol’un bütün bu dönem boyunca faaliyeti bu konsept temelinde olmuştur. Fakat öte yandan Çayan’ın formüle ettiği devrim teorisinin siyasi geleneğinin bütününü temsil ettiği kabul ve ifade edilmiştir. Kesintisiz 2-3 Devrimci Yol da dahil hemen bütün THKP-C mirasçıları için adeta bir kutsal metin olmuştur. Sadece metne yönelik açık eleştiriler değil, metindeki önermelerle uyumlu görünmeyen her türlü ifade inkarcılık olarak görülmüştür.
Dev-Genç konsepti ile devrim teorisi arasında böyle bir uyumsuzluk mevcut iken Devrimci Yol’un her ikisine birden sahip çıkması ve savunması nasıl açıklanabilir? … (s. 36-38)
Bizim bugün uyuşmazlık olarak değerlendirdiğimiz bu farkı Çayan nasıl görüyordu? Dev-Genç konsepti ile devrim teorisi arasında nasıl bir ilişki kuruyordu? Kesintisiz 2-3’te bu konulara dair bir değerlendirmeye rastlamıyoruz. Hatta metinde böyle bir sorun olduğu iması bile yoktur. (s. 59)
Karakurt Dev-Genç ile THKP-C’nin ayrı teorilere (konseptlere) sahip olduğunu iddia ediyor. Bu iddia birkaç açıdan yanlıştır.
Öncelikle Dev-Genç ve THKP-C birbirinin karşısına konulabilecek türden örgütlenmeler değildir. İkincisi, Mahir Çayan’ın Dev-Genç konseptini dışladığını iddia etmektedir, bu da yanlıştır. Üçüncüsü genç sempatizanlar (Cepheciler) Kesintisiz 2-3’ü hiç bilmeden Cepheci olmamıştır.
Birinci itirazımızdan başlayalım. Dev-Genç’in işçi ve köylü eylemleri ile ilişki kurmasını, hareketliliği buralara yaymaya çalışmasını ve giderek bir halk hareketi olmaya başlamasını, “parti gibi” davranmasını ve “parti işlevleri” üstlenmesini bir “parti olmak” ile karıştırmamak gerekir. Dev-Genç bir parti değildir, kitlevi bir gençlik örgütüdür. THKP-C’yi oluşturan devrimciler bu durumun farkında oldukları için 1970 yılı sonu itibariyle ayrı bir örgütlenme (parti) kurmuşlardır.
Dev-Genç’in yayın organı İleri’de, Ertuğrul Kürkçü başkan seçildikten sonraki ilk sayıda, şöyle yazılmaktadır:
… DEV-GENÇ’in gençliğin kitle teşkilatı olmasından ötürü örgütlenme seviyesi çok yüksek değildir. DEV-GENÇ’in mücadelesinin derinlemesine bir programı yoktur. Mücadelesini, halk yığınlarının devrimci kavgası içine girmekle, Amerikan emperyalizmine ve yerli işbirlikçilerine karşı eylemler ortaya koymakla vermektedir. Ama öte yanda gençliğin kitle teşkilatının görevlerinin ötesinde bugün pek çok görevler de yüklenmiştir. Gençliğin yeniye ve ileriye dönük niteliği ve halkının devrimci kavgası içine girebilmesinin sonucu olarak devrimci gençlik hareketinin ulaştığı aşama ve ayrıca da proleter devrimci hareketimizin bugünkü örgütlenme seviyesi DEV-GENÇ’in bu değişik ve ağır görevleri de yüklenmesini zorunlu kılmıştır. Bütün bunlara rağmen DEV-GENÇ’in örgütlenme seviyesi halk yığınlarının, tüm ezilenlerin öncüsü bir siyasi örgütün örgütlenme seviyesi hiç değildir ve olamaz da. (İleri, 20 Kasım 1970, S. 5, s. 7)
Yine İleri dergisinin aynı sayısında “Dev-Genç Kurultayı Yapıldı” başlıklı haberde de “İşçilerin, köylülerin, tüm yurtseverlerin devrimci kavgası devam ettiği sürece DEV-GENÇ’de gençliğin kitle teşkilatı olarak üzerine düşen görevleri mutlaka yerine getirecektir” (İleri, 20 Kasım 1970, S. 5, s. 8) denilmektedir.
Dev-Genç bir “parti” olmadığı için de onun hedefleri ve çalışma tarzı ile “parti”nin hedefleri ve çalışma tarzları birbirinden farklıdır.
İkinci itirazımız ise yazarın, Mahir Çayan’da “Dev-Genç konseptine” açık bir şekilde atıf yapılmadığı ve Dev-Genç konseptinin dışlandığı şeklindeki değerlendirmesi hakkındadır. Bazen karmaşık veya uzun süreçlerin aşamaları birbirinden ayrılarak analiz edilmesi yararlı olabileceği için Dev-Genç ve THKP-C dönemleriyle bunların ağır basan özellikleri ayrı ayrı incelenebilir ama yazar burada söz konusu yöntemi aşmaktadır. Kendisinin “tanımladığı” konseptler yaklaşımının Mahir Çayan’da da olduğunu var sayarak onun Dev-Genç konseptine atıf yapmadığını belirtmektedir. Söz konusu dönem hızlı kopuşlar, niteliksel dönüşümler dönemi olduğundan dolayı birkaç ay önceki kavramların hızla eskidiği bir dönemdir. Bu anlamda hem süreklilik hem de kopuşlar vardır. THKP-C’nin teorik önderliğini yapan Mahir Çayan da her yazısında yeni kavramlara ulaşmış, yeni sorunlara cevapları önüne koymuştur. Yasal bir örgüt olarak Dev-Genç, 12 Mart muhtırasından sonra atıllaşmış ve 26 Nisan tarihinde de kapatılmıştır; THKP-C ise kendisini bu tarihten sonra ilan etmiş ve 1 yıl kadar daha örgütsel varlığını devam ettirmiştir. Dolayısıyla bu iki örgütlenmenin kavramları arasında bu gelişimin de etkisiyle farklar olması doğaldır. Ancak bu farkın “dışlamak” olarak değerlendirilmesi abartılıdır, yanlıştır.
Karakurt’un “Dev-Genç Konsepti” olarak tanımladığı Dev-Genç yaklaşımları hakkında Mahir Çayan’ın değerlendirme yapmadığı ve bunlar arasında uyuşmazlık olduğu doğrultusundaki değerlendirmesi de (s. 59) yanlıştır. Kesintisiz Devrim 2-3’te Dev-Genç ile bir bağlantı kurulmaktadır. Esas olarak kırda yürütülecek olan halk savaşının gerilla savaşı aşamasının neden şehirlerde başlatıldığının nedenleri sıralanırken “objektif nedenler” arasında aşağıdaki madde de yer almaktadır:
Küçük-burjuva anlamda da olsa, Dev-Genç’in büyük şehirlerde yürüttüğü devrimci şiddet hareketleri ve de, kitle eylemleri, daha sert ve üst düzeyde silahlı eylemlerin yadırganmayacağı uygun bir ortam yaratmıştı. (Çayan, 1972)
Burada Dev-Genç’in çalışmalarının reddedilmesi değil, THKP-C açısından bir zemin olarak kabul edilmesi söz konusudur.
Karakurt, THKP-C’nin son ve Türkiye devrim sürecine ilişkin en billurlaşmış görüşlerinin ifade edildiği “Kesintisiz Devrim 2-3” yazısının THKP-C’yi ifade etmediğini, 1973 sonrası gençlik hareketinde yer alanların bu metni bilmeden THKP-C’li olduğunu, esas olarak “Dev-Genç konsepti” ile örgütlendiklerini ama bu metinlerin efsaneleşmesi ve tartışılmaz olması nedeniyle bu metnin kabul gördüğünü iddia etmektedir.
Mahir Çayan bu çizginin aynı zamanda teorisyenidir. “Kesintisiz 1” ve “Kesintisiz 2-3” olarak tanınan metinlerinde bu faaliyet tarzını teorileştirir/konseptleştirir, dayandığı toplum ve siyaset analizlerini yapar. Bu metinlerden ilkinde Leninist Devrim Teorisi’nin genel prensiplerini ortaya koyar. Gerçekleştirilen silahlı propaganda ve şehir gerilla eylemlerinin teorileştirildiği/ konsepleştirildiği “Kesintisiz 2-3”ü ise Mahir Çayan Haziran 1971 sonrasındaki hapishane ve kaçaklık döneminde tamamlar. Kesintisiz 2-3’te dile getirilen fikirler Dev-Genç konseptinde dile getirilenlerden farklılıklar gösterir. Dönemin şartları nedeniyle THKP-C çekirdek kadroları bile bu metni ancak hapishane koşullarında, hatta 1974 affıyla dışarı çıktıktan sonra okuma imkanı bulmuşlardır. En azından bu formel nedenle Kesintisiz 2-3’ü bir THKP-C metni olarak görmek zordur. Metin de zaten daha çok Mahir Çayan’la özdeşleşmiştir. Genç neslin bu metinle tanışması hayli geç olacak, 1975’leri bulacaktır. Bunlar önce –başka neden ve saiklerle- Cepheci olmuşlar, Cephecilikle özdeşleşen teorik görüşleri daha sonra öğrenmişlerdir. (s. 37-38)
Karakurt’un sorunu “bilgi” değil, “değerlendirme” sorunudur, süreci yanlış değerlendirmektedir. Aslında kitapta, Kesintisiz 2-3’ün bölgelere ve kişilere nasıl ulaştığına ilişkin anekdotlar yer almaktadır. Şu ifade üzerinde duralım:
Genç neslin bu metinle tanışması hayli geç olacak, 1975’leri bulacaktır. Bunlar önce –başka neden ve saiklerle- Cepheci olmuşlar, Cephecilikle özdeşleşen teorik görüşleri daha sonra öğrenmişlerdir. (s. 38)
Söz konusu genç nesil teorik görüşlerini bilmediği halde hangi “başka neden ve saiklerle” Cepheci olmuşlardır? Söz konusu genç nesilde yer alan tek tek bireylerin her birinin hangi neden ve saiklerle Cepheci olduğunu tabii ki bilemeyiz. Zaten hiçbir süreç için tek tek bireylerin hepsi açısından bu neden ve saikleri bilemeyiz ama gene de önemli sayıda insanı (hatta kadro adayını) etkileyen bir olgudaki etkenleri tespit edebiliriz ve bu da, bu tartışma açısından, bize yeter. Yani süreçte yer alan Ahmet sevdiği bir hemşerisinden etkilenmişken Ayşe birilerinin ataklığından, Murat lise öğretmeninin yönlendirmesinden, Fatma ise Lenin’in düşüncesine en yakın olduğunu düşündüğü fikirlerden etkilenmiş olabilir. Bunların önemli kısmı tesadüflerden oluşur ama yüzlerce ve binlerce genç, dinamik üniversite öğrencisi açısından bakıldığında rastlantısal faktörlerin etkisi azalırken siyasal fikirlerin ve davranışların etkisi giderek artacaktır. Döneme yakından bakalım.
1973-75 dönemi sol harekette tam bir ideolojik keşmekeşin bulunduğu, genel olarak sol bir yükseliş olmakla birlikte devrimci grupların (THKP-C ve THKO) devamcıları içinde büyük bir moral bozukluğunun olduğu bir dönemdir. Ortalık şimdiden bakınca sanıldığı kadar boş değildir. 12 Mart dönemini pek hasar almadan atlatan bazı çevreler, devrimci hareketin yenilgisinden sonra savrulmaya uğrayan bazı militanların da katılımıyla birlikte TSİP’i kurmuş ve erken örgütlenme avantajıyla bazı köşeleri tutmuştur. Uzun süreden beri yurtdışında bir mülteci topluluğu halinde olan TKP, 1973 yılında “Atılım” başlatmış, SSCB tarafından tanınan parti olmanın da avantajıyla, eski TKP’lilerin yanında, eski TİP’li, eski Cepheci, eski Orducu vb. çok sayıda militanın katılımıyla Türkiye’de hızla bir güç olmuştur. Savaşa başladıktan kısa süre sonra bölünen ve kadrolarının yarıya yakınının Küpeli-Aktolga ekibiyle birlikte hareket ettiği THKP-C’lilerin, Kızıldere’ye kadar Mahir’le birlikte hareket eden, bir kesimi daha Kızıldere’den sonra yılgınlık ve inkârcılık rüzgarına kapılmıştır. Mahkemelerde nedamet getirenler, cezaevinde namaza başlayanlar, Abdülhamitçi olanlar, “Biz ABD tarafından kullanıldık” diyenler bir yılgınlık dalgasını beslemektedir. İçeride olan veya dışarıya çıkan, eskinin önde gelen Dev-Genç ve THKP-C’lilerinin önemli kısmı Maocu ve Sovyetik akımların etkisine girmişlerdir. THKP-C sempatizanı ve taraftarı olan gençler işte böyle kötü bir ortamda bir tercih yapmış ve sonradan ortaya çıkacağı üzere, bu yeni neslin kararlı, atak, yetenekli kadrolarının hatırı sayılır bir kısmı THKP-C’nin devamcısı gruplardan olmuştur. Neden? Çünkü, THKP-C’nin Mahir Çayan tarafından geliştirilen tezleri ve bu tezler temelindeki eylemleri, kararlılıkları ve tutarlılıkları genç devrimci adaylarında karşılık bulmuştur. Bu tezler ve kararlılık temelinde harekete geçen genç devrimciler ise önce ilerici gençlik kitlesinde daha sonra ise büyük şehirler ile ülkenin birçok bölgesinde değişik halk kesimleri içinde destek bulmuşlardır. 1980’e geldiğinde ülkedeki en önemli devrimci siyasal ve kitlesel güç, “Devrimci Yol’un THKP-C tezlerini reddettiği” iddiasıyla siyaset yapan MLSPB, Acilciler gibi gruplar değil, bu tezleri mevcut duruma göre yorumlayarak geliştirmeye çalışan Devrimci Yol’dur.
“Cepheciler” 1973-75 döneminde örgütsüzdür ve sosyalist hareket içinde bir azınlıktır. 12 Eylül sonrası tartışmalarda sıklıkla ifade edilen “THKP-C’nin mirasına konmak” iddiasındaki “miras” 1974-75’te henüz solun içinde görece küçük bir mirastır. Kızıldere’de bir aşaması son bulan mücadelenin halkın ilerici kesimlerinde saygınlığı olsa da bu kesimleri kapsayacak bir örgüt yoktur. Bu “miras”ı büyüten, en başta Devrimci Gençlik ve Devrimci Yol olmuştur. Dolayısıyla “miras”ın sayısal yanı değil “ideolojik, politik” yanı Devrimci Yol’u büyütmüş, Devrimci Yol da THKP-C’den aldığı “miras”ı hem sayısal olarak hem ideolojik ve politik olarak büyütmüştür.
Kesintisiz 2-3’ün 1974-75’e kadar çok az kişi tarafından erişilebilir olması, THKP-C’li devrimcilerin bu broşürde ulaştığı ve açıkladığı düşünceleri genç sempatizanların hiç bilmediği, dolayısıyla ondan habersiz olarak THKP-C sempatizanı oldukları anlamına gelmez. Öncelikle, Kesintisiz 2-3’te açıklanan düşüncelere dayanan bir pratik mücadele, bir yıla yaklaşan bir dönemdeki eylemler, çatışmalar, ölümler, kaçışlar içinde hayata geçirilmiştir. Mahir Çayan’ın Kesintisiz 2-3’te yazdığı “Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir” ifadesi genç sempatizanlarda ve değişik halk kesimlerinde karşılık bulmuştur.
Gelelim “Kesintisiz 2-3’ün bir THKP-C metni olarak görmenin zor olduğu” iddiasına:
Dönemin şartları nedeniyle THKP-C çekirdek kadroları bile bu metni ancak hapishane koşullarında, hatta 1974 affıyla dışarı çıktıktan sonra okuma imkanı bulmuşlardır. En azından bu formel nedenle Kesintisiz 2-3’ü bir THKP-C metni olarak görmek zordur. Metin de zaten daha çok Mahir Çayan’la özdeşleşmiştir. (s. 39)
Bu iddia da birkaç açıdan yanlıştır. Kesintisiz 2-3’ün yazımına Elrom’un kaçırılmasından önce başlanmış olduğu, cezaevinde taslağın ilerletildiği, firar sonrasında taslağın bazı kadrolarla paylaşıldığı dönemin tanıklarının anlatımlarından bilinmektedir. Yazı, Küpeli-Aktolga ekibiyle yaşanan ayrılıktan sonra tamamlanmıştır. Ayrılıkta THKP-C’de kalanlar esas olarak bir fikir ve tarzdan yana tavır almış, bir tercihte bulunmuştur.
Bir yandan Denizleri kurtarabilmek için yapılabilecek eylemler üzerinde çalışırlarken, bir yandan da Mahir 12 Mart öncesinde üç bölüm olarak tasarlanan, ancak yalnızca birinci bölümü tamamlanabilen ‘Kesintisiz Devrim’ isimli broşürün ikinci ve üçüncü bölümlerine tekabül eden bir metin üzerinde çalışıyordu. Bu çalışmada o dönemde örgüt içinde yaşanan ayrılık etrafındaki tartışmaların da önemli etkisi vardır. Metnin birçok bölümlerinde ayrı bir çizgiye savrulan eski arkadaşların itirazlarına karşı argümanlar vardır. Hatırladığım kadarıyla Kazım [Sinan Kazım Özüdoğru], Hüdai [Arıkan] ve Sabahattin [Kurt] ile bu broşür üzerine kısaca da olsa tartışma imkânımız olmuştu. Sonradan bu broşür ‘Kesintisiz 2-3’ olarak anıldı. Bu metinde o döneme kadar Türkiye solunda devrimin yolu üzerine yapılan tartışmalara dair net bir çizgi çekmeye çalışılmaktaydı… (Oğuzhan Müftüoğlu’ndan aktaran M. Hakkı Yazıcı, 2013, s. 138)
Kesintisiz 2-3 metni cezaevlerine de sokulmuş, içerideki gruplaşmalardaki etkenlerden birisi olmuştur. Dışarıda Kızıldere sonrasında, başka bir siyasal yapı değil de “Cephe” etkisinde olan insanlar da bu fikre dayanan eylem çizgisinden yana tercihte bulunmuşlardır. Dolayısıyla, Mahir Çayan tarafından kaleme alınan Kesintisiz 2-3 metni tam anlamıyla bir THKP-C metnidir.
“Politikleşmiş askeri savaş stratejisi” (PASS) kavramının bir hali olarak “politikleşmiş bir askeri mücadele” ifadesi Yusuf Küpeli tarafından yazılarak 1971 Mart ayında “Kurtuluş Yayınları” tarafından yayımlanan “1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç” başlıklı broşürde kullanılmıştır. Ayrıca Kurtuluş dergisinin 15 Mart 1971 tarihli birinci sayısında yer alan “Yayın Politikamız” yazısında “politikleşmiş askeri savaş metodu” ifadesi “temel mücadele metodu” olarak ifade edilmektedir. Elrom’un kaçırılmasından sonra yayımlanan İhtilalin Yolu bildirisinde “evrim-devrim aşamalarının iç içe geçmesi”, “askeri ve politik liderliğin birliği”, “halk savaşı”, “şehir gerillası” kavramları kullanılmaktadır. “Öncü savaşı” ve “silahlı propaganda” ifadeleri ise bu bildiride açık olarak ifade edilmese de içerik olarak “İhtilalin Yolu” bildirisinde anlatılmaktadır. Yani, 1973-75 dönemindeki genç devrimciler Kesintisiz Devrim 2-3’teki birçok kavrama, yönteme, metoda aşinadırlar.
TKHP-C’nin kuruluş döneminde, Kesintisiz Devrim 2-3’te kavram olarak kullanılan “öncü savaşı, silahlı propaganda” gibi bir düşüncesinin olmadığı hem ayrılık sonrasında Küpeli-Aktolga ekibi tarafından hem de sonraki dönemde Ertuğrul Kürkçü tarafından ifade edilmiştir. Ancak, bu kavramlar henüz kullanılmasa da, bir gerilla savaşına teorik ve pratik olarak hazırlık sürecinin 1971 öncesinde başladığı bilinmektedir. Yani bu düşünceler Mahir Çayan tarafından oldubittiyle ortaya konulmamıştır. 1969 ve 1970 yıllarında Anamur’da, Söke’de, Ordu’da dağlarda yapılan kampların ve Filistin’e (Yusuf Küpeli vd.) giderek gerilla eğitimi alma faaliyetlerinin “spor olsun” diye yapılmadıkları ortadadır. Bunlar, oturmuş bir örgütlenmenin programlı faaliyetleri değilse de kafalardaki niyeti ortaya koyan faaliyetlerdir. Örneğin, 29 Nisan 1970’te yapılan USAID deposunun yakılması eylemi, çeşitli yerlere atılan dinamitler böyle bir mücadele anlayışının parçasıdır. Aydınlık Sosyalist Dergi döneminde yazılan Çin Devrimi, Küba Devrimi vb. üzerine yazılar yazanların aslında hangi yöne doğru gitmeye niyetli olduğunu göstermektedir. Dev-Genç yayın organı İleri’nin 1 Haziran 1970 tarihli 3. sayısının orta sayfa yazısı “Honduras Devriminin Yolu” başlığıyla Honduras Devrimci Partisi’nin bir değerlendirmesini içermekte, Honduras’ta halk savaşının alacağı temel biçim olarak gerilla savaşı üzerinde durulmaktadır. Benzer şekilde, 1970 Ekim ayında Dev-Genç yönetimi değiştikten sonra, İleri’nin 20 Kasım 1970 tarihli 5. sayısında yer alan şu yazılar, bir tercihi ve niyeti açıkça göstermektedir: “Bolivya’da Zafer Milli Kurtuluş Ordusunundur”, “Quebec Kurtuluş Cephesinin Önerdiği Üç Aşama”, “Tupamaros’un Eylemleri”, “Şili Gerillaları ‘Uzlaşmaya Hâyır’ Diyor”.
Kesintisiz Devrim 2-3’ün çoğaltılması konusundaki bazı örneklere bakmakta yarar var:
Birgün Koray (Doğan) matbaayı polis basıp bütün kitaplara el koymadan önce kaçırılabilinen bir adet Kesintisiz Devrim 1 kitabıyla geldi.
Polis, tam basımı sona ermişken matbaayı basmıştı. Ve tek bir nüshası kurtarılabilmişti Kurtuluş Yayınları’nın üçüncü kitabı olarak basılan Kesintisiz Devrim’in. …
Evlerde, ailemizden gizli gizli, Kesintisiz Devrim 1’i yazmaya başladık. Sonra mumlu kâğıtlara basılan metinleri teslim ettik.
Kesintisiz Devrim 1’in başka bir biçimde de olsa devrimci kadroların eline ulaşmasının hikâyesi böyle… …
Kızıldere olayından bir süre sonra bu metnin (Kesintisiz Devrim 2-3 kast ediliyor-bn) orijinal halini bir kısmı daktiloya çekilmiş, bir kısmı ise el yazısıyla yazılmış halde Murat (Gültekingil) getirdi. Devrimci adap gereği teferruatını sormadık.
Bu metni daktiloyla pelür kâğıtlara yazarak çoğalttık. Daha sonra fırsat bulduğumuzda teksir makinesiyle çoğalttık. Yazarken ezberledik. Kesintisiz Devrim II-III’ün orijinal metnini bir süre muhafaza ettikten sonra aynı kanaldan iade ettik. (Yazıcı, 2013, s. 135- 139)
Biz Ankara’da “Kesintisiz 1” isimli broşürü Koray ve Mehmet Yüksel’le birlikte teksirle çoğaltıp dağıtıyorduk. … (Mahir-bn) Bana “Kesintisiz 2-3” diye bilinen metnin el yazısıyla yazdığı ilk taslağını verdi, görüşümü öğrenmek istedi. Galiba içeride hazırlamışlardı. (Müftüoğlu, 2015, s. 89)
(Engin Erkiner’den bahisle) … onlar yakalanmadan önce benim kendilerine saklamaları için gönderdiğim “Kesintisiz 2-3” diye bilinen broşür taslağını teksirle çoğaltıp dağıtmışlar. Onun etrafında kendilerine göre bir örgütlü yapı oluşturmuşlar. (Müftüoğlu, 2015, s. 136)
Biz zaten Siyasaldan bir grup, 11 Mayıs’ta yakalandık Ankara’da. Hapishanedeyken Kesintisiz 2-3 elimize geçti. …
Hapishanede okuduk, bir şekilde elimize geçti. Hatta biz hapishaneden çıkarken onu bir şekilde dışarı çıkardık. Daha sonra 73’te – 72 sonbaharında hapisten çıkmıştım- onu İstanbul’da başka arkadaşlarla okuduk, tartıştık vs. (Alfatlı, 2014, s. 27)
Ben erken tahliye olanlardanım. Kesintisizler koltuğumuzun altında, İstanbul’da onların propagandasını yapıyorduk. Yani Mahir’in tavrının esas olarak doğru olduğunu, Yusufların tavrının doğru olmadığını tartışıyorduk. Manisalı öğrencilerin içinde öyle bir çalışmam oldu. …
74 yılında, biz, Kesintisizleri Ankara’da çoğaltıyorduk, basıyorduk evlerde işte, teksirle, ilkel yöntemlerle. ODTÜ’den Hakkı Yazıcı’yla mesela Ankara’da, ilk Kesintisiz 2-3’ü çoğaltıp ciltleyip dağıtan ikimizdik. (Alfatlı, 2014, s. 31-33)
Bu arada şimdi kaynağını hatırlamıyorum İstanbul’dan Kesintisiz 1-2-3 gelmişti. Şimdi bunlar geldiğinde bu bir miras paylaşma derdi çıktı cezaevinde. Şimdi biz ayrı bir ekibiz, Şabanlar ayrı bir ekip, o belli. Yani nasıl oldu ben de bilmiyorum, bizim elimize geçti belgeler. Bir tartışmamız oldu, bunlar okunmasın diyorlar. Böyle bir tarzları var. (Başpınar, 2014, s. 142)
… benim “Kesintisiz”leri ilk okuyuşum tesadüfen, dolaylı bir ilişkiyle, Çetin Uygur ve bazı mühendislerle tanıştım, 73 olması lazım. O ara yurt dışından Gülten Çayanların bastırdığı böyle seyrek harflerle yazılmış bir kitap aldım onlardan. “Kesintisiz 1-2-3”ün olduğu kitap…
… Çok etkileyici geldi bana Kesintisizler. Dedim ki, “Bu çok güzel yazılmış.” Mahir Çayan’ın ölümüne orada bir daha üzüldüm okuyunca. (Yılmaz, 2014, s. 164, 165)
Kesintisizler sadece öğrenci gençlik içinde değil diğer kesimlerdeki devrimciler tarafından da temin edilerek okunur, dağıtılır, etkili olur. O dönemde Dersim’de olan Mehmet Biter ve Elazığ’da yaşayan Nazım Doğan’ın anlatımları bu etkiye örnektir:
… sanırım 1973’tü, … İstanbul’a gittik. İstanbul’da Mahir’in kesintisiz devrim üzerine yazdığı üç broşürünü gördük. Yurtlar vardı Laleli tarafında, oraya gittik. Mahir’in öyle bir yazısı olduğunu duymuştuk, bulup getirmelerini istedik arkadaşlardan. Bize vermelerini istedik ama sadece o kopya varmış ellerinde, vermediler. Hıdır’la oturduk, sayfaları paylaştık, bütün gün kalemi elimize alıp yazdık. Elazığ’a böyle getirdik. Önce daktiloda çoğalttık. Sonra “gerilla teksir makinesi”yle çoğaltıp bölgeye dağıttık. THKP-C fikriyatının Elazığ’da, Dersim’de yayılmasının temeli bu. (Mehmet Biter’den aktaran Obuz, 2019, s. 167-168)
Mahir Çayan’ın ‘Kesintisiz Devrim 1-2-3’ünü … almıştım. … Kesintisiz Devrim’le tanışınca TSİP’ten ayrıldım. O zamanın tabiriyle, artık Cepheciydim. (Nazım Doğan’dan aktaran Obuz, 2019, s. 181)
“DEVRİMCİ YOL HAREKETİ” KİTABI (2): İDEOLOJİSİZLEŞTİRME VE “SİVİL KOMÜNİZM”
[1] Bu yazıda, sadece sayfa numarası belirtilerek yapılan atıflar Karakurt’un “Devrimci Yol Hareketi” kitabına yapılmıştır. Başka çalışmalara yapılan atıflar metin içi kaynak gösterme yöntemine yapılmaktadır.
[2] “Darbe Sonrası Devrimci Yol Bibliyografyasına Giriş” niteliğinde bir yazıyı önümüzdeki günlerde yayımlamayı umuyorum.
[3] “Konsept” TDK’ye göre “1) anlayış, 2) kavrayış, kavram” anlamlarına geliyor. Yazar “teorileştirme” ile “konseptleştirme” ifadelerini birbiri yerine kullanmıştır.
[4] Karakurt, kitapta birkaç yerde tırnak içinde kullandığı ‘olduğu gibi’ benimseme ifadesinin neden böyle olduğunu açıklamamaktadır.
Bu çelişki ve belirsizliklere rağmen 1974 sonrasında Dev-Genç /THKP-C geleneği geniş kesimler tarafından ‘olduğu gibi’ benimsenmiş, siyasal miras ‘olduğu gibi’ üstlenilmiştir. (s. 38)
Benim anladığım kadarıyla bu ifade esas olarak Nasuh Mitap’ın 1975 yaz aylarında Ankara’da Şeh-Der’de yapılan, sonradan Kurtuluş çevresini oluşturacak olanlarla ayrışmanın ortaya çıktığı, toplantıda Kesintisiz Devrim 2-3 konusundaki ifadesine ve daha sonra bu konuda yapılan benzer tartışmalara atıf yapılmaktadır:
Nasuh “Siz Kesintisiz 2-3’ü de kabul etmiyorsunuz, savunmuyorsunuz zaten.” gibi bir eleştiri yöneltti Kaçarlara. “Sen kabul ediyor musun? Sen savunuyor musun Kesintisiz 2-3’leri?” dediler. Orada Nasuh duraksamadan “Evet.” dedi, “ben Kesintisiz 2-3’leri kabul ediyorum.” Hiç teklemeden yani… Bana göre oradaki saflaşmada çok önemli bir tavırdı bu. Çünkü herkes orada kişilerin nasıl tavır koyacağına bakıyor. Nasuh esnek bir tavır koymuş olsa insanların kafasında birtakım sorular uyanır. Ama oraya gelenler Kesintisiz 2-3’leri savunuyordu muhtemelen, teorik olarak bilmeseler de Mahir Çayan’ın görüşlerini benimseyen insanlar diye düşünüyorum. Nasuh öyle bir tepki verdi, “Ben Kesintisizlerin her şeyine katılıyorum.” dedi duraksamadan. O sırada Oğuz kapının ağzında, oradan öyle bir müdahalesi oldu onun. İlk defa ben de o anda onun orada olduğunu fark ettim. “Sen,” dedi, “Kesintisiz 2-3’leri savunuyor musun, her şeyiyle sahipleniyor musun?” Nasuh gene ona duraksamadan “Evet evet, savunuyorum,” dedi, “her şeyiyle savunuyorum.” “Her şeyini mi?” dedi Oğuz tekrar, “Her şeyini mi savunuyorsun?”, “Evet, her şeyini savunuyor, her şeyini sahipleniyorum.” dedi Nasuh. (Sedat Kesim, 2015, s. 253)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.