Halka açılan savaş derinleşirken ve kuralsızlaşırken bu programın önüne çıkacak tek “pürüz” halkın örgütlü gücü olabilir. Halkın örgütlü bir güç olarak bu meydana çıkabilmesinin yolu, geniş kesimlerin temel sorunları etrafında örgütlenen fiili-meşru mücadele/direniş örneklerinin çoğaltılması ve güçlendirilmesinden geçiyor
AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum olarak belirlendi. Kurum’un kariyerine bakınca bile adaylık gerekçesi açıkça ortaya çıkıyor. Kurum’un kariyeri İBB İmar Komisyonu, TOKİ, Emlak GYO, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gibi kentsel rantın yönetim organlarının baş mevkileriyle dolu.
Konutun piyasalaşmasındaki önemli adımların atılmasına öncülük eden Kurum, “En doğru yatırım gayrimenkul ürünlerine yapılan yatırımdır” sözleriyle anılıyor. Kurum imar aflarıyla, Kanal İstanbul projesiyle, orman yangınları ve dere taşkınlıkları öncesindeki ihmallerle, Salda Gölü’ndeki, Saros Körfezi’ndeki ve daha nice yerdeki doğa suçlarıyla da anılıyor.
Adaylığının açıklanmasından önce sosyal medyaya sızdırılan konuşmasında deprem vurgusu öne çıksa da Kurum’un, Maraş’ta 36 kişinin yaşamını yitirdiği Ezgi Apartmanı’nın yıkılmasından sorumlu olan Maraş MÜSİAD Başkanı Sami Kervancıoğlu ile samimi pozları da vardı. Depremin ilk günlerinde, devlet henüz deprem bölgesine adımını atmamışken “AFAD dışında herhangi bir koordinasyona müsaade etmeyeceğiz” açıklamalarını yapan da yine Kurum’du.
Erdoğan Kurum’u, rezerv alan ilanlarıyla, ormanlık alanların orman sınırından çıkarılmasıyla ivme katmak istediği talanın başına geçirmek istiyor. Kariyeri, deneyimi, uluslararası sermaye ile temasları, inşaat sermayesiyle kurduğu yakın ilişkileri de bu rantın yönetimi için kendisini uygun kılıyor. Kurum’un kentsel dönüşüme bu kadar vurgu yapması boşuna değil.
Ankara’da ise adaylıkla anılan isim MHP kökenli Turgut Altınok. Keçiören Belediye Başkanı olan Turgut Altınok, 90’lı yılların sonundan itibaren Keçiören’de darp ve silahlı saldırılarla anılan A Takımı adı verilen çetenin mimarlarından. Çetenin ilk hedeflerinden birisi ise Ovacık Mahallesi’nde barınma hakkı mücadelesi veren Erdal Yıldırım olmuştu.
Egemenlerin yerel yönetime dair talan politikalarının karşısında halkın ihtiyaçları ve talepleri ekseninde şekillenen bir yerel yönetim politikası şu ana kadar gelişmedi. CHP’nin yerel yönetime yaklaşımı adaylık ve “iktidara karşı önemli bir seçim” ekseninde şekilleniyor ve yerel yönetime dair bakış gündeme bile gelmiyor. Sosyalistlerin de Defne’de yapılan yerel yönetim çalıştayı dışında yerel yönetime dair sosyalist perspektif oluşturma girişimleri oldukça sınırlı. Sosyalist bir perspektif ortaya koymaktan ya da halkı bu süreçte siyasete etkin bir şekilde dahil etmektense sosyalist hareketin birikimini burjuva siyaset sahnesinde değerlendirme, meseleyi propaganda odaklı bir seçim kampanyası sınırlarında ele alma çabaları daha ön plana çıkıyor.
Halkın talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda bir politika olmayınca talana hız veren iktidar, çerçevesi Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı’yla çizilen sermaye programını da tüm gerekleriyle uygulayabiliyor.
Yeni yılı köprü, otoyol, ulaşım ücretlerinden sigara, alkol ve temel gıda ürünlerine zamlarla karşıladık. Kentsel dönüşüme hız verildi, rezerv alan ilanları genişletildi. Yeni asgari ücret geniş emekçi kesimlerine kısmi bir rahatlama sağladıysa da bu rahatlık pek uzun sürmeyecek gibi duruyor. Zira enflasyonun 2024 ortasından önce düşüşe geçmesi öngörülmüyor.
Yeni asgari ücret ihracatçı birlikleri dışında pek çok sermaye örgütü tarafından olumlu karşıladı. İşveren desteklerinin artması, kamu kaynaklarıyla düşük maliyetli kredi imkanlarının genişlemesi de bu memnuniyeti pekiştiriyor. Erdoğan katıldığı TİSK etkinliğinde, sermayenin genel çıkarlarına olan bağlılığını yineleyerek “Hiçbir zaman sermaye ayrımcılığı ve düşmanlığı yapmadık, destek asli görevimizdir” demişti. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, katıldığı MÜSİAD etkinliğinde “muazzam teşvikler” sunmaya devam edeceklerini ekledi. Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan da adeta mezarda emekliliği perçinleyecek bir hamleyle yaşlı nüfusun istihdama katılımını kolaylaştıracak düzenlemelere gideceklerini belirtti.
Şimşek öncülüğündeki ekonomi yönetimi, kemer sıkma ve ücretleri baskılamaya dayanan politikalarla uluslararası Moody’s, Goldman Sachs gibi finans kuruluşlarının da takdirini topluyor. Aralık ortasında haftalık bazda son altı yılın en büyük sermaye girişi yaşandı. Avrupa’da faiz indirimleri eğiliminin güçlenmesiyle birlikte 2024 ortasından itibaren Avrupa’daki bazı fonların Türkiye’ye çekilmesi de hedefleniyor. ABD’deki büyüklükleri 50 trilyon doları bulan fon yöneticilerinin talebiyle ABD’de düzenlenecek Yatırımcı Günü’yle bu yönde önemli bir adım da atılacak.
Asgari ücretin değerinin enflasyon ve kur dengesiyle aşağı çekilmesiyle birlikte ülkemiz ihracatçılar ve dış yatırım açısından da “verimli” hale getirilebilir.
Eğer bu progam pürüzsüz şekilde giderse şu ana kadar yerel seçim basıncıyla baskılanan işsizliğin, sonrasında yüksek düzeylere çıkmama ihtimali var. Milyonlar açısından en büyük cehennemi yaratacak olan da bu ihtimal gibi görünüyor. Asgari ücret civarına sabitlenmiş ücretler, muhtemelen açlık sınırının altına çekilen asgari ücret, yüksek enflasyon, giderek büyüyen bir barınma krizi… Ancak istatistiksel görünümde de sanki bir müreffeh ülke: Azalan, belki sıfırlanan bir cari açık, düşük düzeyde de olsa sürdürülen büyüme, dış kaynak girişinde artış, sermaye döngü hızında kısmi yükselişler…
Aralarında MÜSİAD, Hak-İş, Memur-Sen, TÜGVA ve TÜRGEV’in de bulunduğu Milli İrade Platformu’nun 1 Ocak’ta yaptığı “Filistin’e destek, İsrail’e lanet” sloganıyla yaptığı yürüyüşte hilafet çağrıları yapıldı. HÜDA-Par Gençlik Kolları ise Batman’da yaptığı “Filistin’e destek” eyleminde tevhid bayrakları taşıdı, cihat sloganları atıldı.
İstanbul’daki yürüyüş sırasında hilafet çağrısı yapan birine yumruk atan bir gencin tutuklanması, özellikle Zafer Partisi çevrelerince ajite edilerek laikliğe dair toplumsal hassasiyetin ırkçı bir siyasete kanalize edilmesi hedeflendi. Hemen peşine ise Koç Üniversitesi yurdunda bir öğrenciye Kürt ve Alevi olmasından dolayı işkenceye varan faşist saldırının yaşandığı ortaya çıktı. Yine aynı ırkçı çevre, saldırıyı adeta sahiplendi.
Ancak ne İslamcıların Filistin için İsrail’e yönelik gerçekten bir adım atma niyeti var ne de ırkçıların İslamcılarla laiklik üzerinden bir derdi. İsrail’le ticari, askeri, diplomatik anlamda ilişkileri kesme ya da azaltma şöyle dursun, yürüyüşün çağrıcılarından olan MÜSİAD’ın üyeleri İsrail’le ticaretin başını çekiyor. Gazeteci Metin Cihan, HÜDA-Par yöneticilerinin de İsrail’le olan ticaret içinde yer aldığını ortaya çıkarmıştı.
CHP ve sosyalistlerin bir kısmının laiklik ısrarından vazgeçmiş olmasıyla, laiklik direncinin gerici kuşatma karşısında mevziler kaybetmiş olmasıyla, sosyalist hareketin eki gücünü yitirmiş olması ve vazgeçilmiş laiklik siyasetiyle öne çıkamamasıyla gericiliğin karşısında eşitlikçi temelde bir laiklik de tartışma düzleminde yer alamamaya başladı. Köpürtülen bir ırkçılık, sanki hilafet çağrılarının ve gericiliğin karşısındaki bir alternatifmiş gibi durmaktadır.
Talana hız verilmesinin yanı sıra halka açılan savaş da kuralsızlaşıyor, hukuksuzlaşıyor. Yargıtay’ın Can Atalay hakkındaki AYM kararını uygulamaması bunun ilanıdır. Bu kuralsızlaşma ve hukuksuzlaşmanın egemenler cephesinde yarattığı tereddtütler de gideriliyor. Yargıtay’ın AYM’nin ilk ihlal kararını uygulamama kararının ardından AKP içinden çıkan itiraz sesleri bu sefer duyulmadı. Rejimin doğrultusunu önce Erdoğan’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum, “milli yargı” sözlerini tekrarlayarak ve sonrasında Adalet Bakanı Yılmaz Tunç Yargıtay kararını “kesinleşmiş hüküm” sözleriyle onaylayarak belirledi. Sosyal medya hesabından karınca ve fil masalını anlatarak tepkisini gösteren, ama sonra da silmek zorunda kalan, AYM üyesi dışında iktidar cephesinden tek itiraz gelmedi. Yani Saray’ın tavrı net!
Saray’ın tavrının net olması elbette iktidar içi bir gerilimin olmadığı anlamına gelmiyor. Devlet zaten yapısı itibariyle her zaman belirli gerilimleri barındırır. Hele ittifaklarla hükümet olabilmenin zorunlu hale geldiği bu dönemde bazı çelişkilerin ve gerilimlerin daha görünür olması normal. Ancak bu gerilimlerin kriz boyutunda olduğunu söylemek de yanlış olur. İktidar kendini zorlayan bir halk muhalefetinin olmamasının da verdiği rahatlıkla, bu gerilimleri krize dönüştürmeden yönetebilme konusunda başarısız sayılmaz. İsyan bastırma rejiminin gerekliliklerinin yerine getirilmesinde ve sermaye programının icrasında aksama yaratacak düzeyde bir gerilim şu ana kadar yaşanmadı.
Egemenlerin bütün çabası talanı ve sömürüyü derinleştirmenin yanında bu pürüzleri yok etmek üzerine. Savaşın kuralsızlaşması sadece Can Atalay gündeminin konusu değil.
Bütün işçi direnişleri hukuksuzlukla bastırılmaya çalışılıyor. Özak Tekstil’in patronu “rica ediyor”, mahkeme direnişteki işçilere fabrikaya yaklaşmama kararı veriyor. Hatırlayalım, aynı durum Agrobay işçilerinde de olmuştu. Ya da patronların talimatıyla işçilere ve mücadeleci sendika temsilcilerine haksız gözaltılar uygulanıyor.
Kürt hareketi hukuksuz infaz yakmalar ve yargılamalarla dize getirilmeye çalışılıyor. Sona gelinen Kobanê davasında parti programları, kürsü konuşmaları, demokratik eylemler “terör”e delil olarak gösteriliyor.
Dikmeceliler toprakları hakkındaki acele kamulaştırma kararına yönelik yürütmeyi durdurma kararı çıkmasına rağmen, kararın uygulanması için direnmek zorunda kalıyor.
İstanbul’da rezerv alan ilanının ilk gündeme geldiği 29 Mayıs Sitesi sakinleri, mahkeme kararının uygulanabilmesi için direnişte. Sitedeki dairelerin önemli bir bölümünün sahibi olan Türkiye Diyanet Vakfı, mahkeme kararına rağmen siteyi yıkmaya çalışıyor.
Yasal haklar tanınmıyor, sözleşmeler, anlaşmalar yok sayılıyor. Başka bir hukuksuz yargılama sonucu hapis yatan Selçuk Kozağaçlı’nın da dediği gibi; hukuk diye helvadan put yapmışlar, acıkınca yiyorlar.
Bu, sosyalist hareketin cevap vereceği bir sorudur. Halka açılan savaş derinleşirken ve kuralsızlaşırken bu programın önüne çıkacak tek “pürüz” halkın örgütlü gücü olabilir.
Halkın örgütlü bir güç olarak bu meydana çıkabilmesinin yolu, geniş kesimlerin temel sorunları etrafında örgütlenen fiili-meşru mücadele/direniş örneklerinin çoğaltılması ve güçlendirilmesinden geçiyor.
Kentsel dönüşüm, rezerv alan ilanları ve ormanlık alanların orman sınırından çıkarılması olarak karşımıza çıkan talana karşı halkın barınma hakkı ve kamusal alanlar hakkında söz hakkı, yoksullaştırma politikalarına karşı ücret ve kamulaştırma mücadeleleri, hukuksuzluğa karşı adalet, gericliğe karşı laiklik, kaşınan ırkçılığa karşı eşitlik mücadelesi ve bunları birleştirecek bir yaşam mücadelesi hattının inşası, devrimcilerin temel görevi.
Her ne kadar genelleşip yaygınlaşma problemi yaşasa da bu talan ve yoksullaştırma programına karşı direnişler de var. Özak Tekstil işçileri, Agrobay işçileri, Dikmece halkı direnişlerini sürdürüyor. 150 binden fazla metal işçisini ilgilendiren görüşmede MESS, işçileri daha fazla yoksulluğa mahkum etmek istiyor ama metal grevi de kapıda.
Bu örnekler çoğaltılacak ve güçlendirilecek ki, sosyalist hareket siyaset sahnesinde ihmal edilebilir bir faktör olmanın ötesine geçip caydırıcı bir güç olabilsin. Hukukun işlemesinin de yegane yolu bu.
Yeni yıl çetin başladı; gözümüz, aklımız, umudumuz sokakta olsun.