Önümüzde fikri, pratik ve örgütsel boyutları olan üç ayaklı bir mücadele duruyor. Neoliberal çöküntü karşısında kamunun eşit, özgür, insanca bir yaşam temelinde yeniden inşasını, piyasa karşısında toplumsallaştırmayı, gericilik karşısında bilimi, faşist sindirme ya da düzen muhalefetinden gelen meseleyi sandığa havale etme girişimleri karşısında toplumsal seferberliğin yükseltilmesini, bir sosyalist perspektifi, halk iktidarı perspektifini öne çıkarmamız gerekiyor
Türkiye’de toplum ve siyaset, 6 Şubat Maraş depremlerinin ardından kaçınılmaz olarak yeniden şekillenecek. 15 milyona yakın insanın yaşamı bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değişti. 200 bine yakın insan enkaz altında kaldı. Bazıları tarihi, ekonomik ve kültürel dokusu ile haritadan silinen 10 ilde milyonlar evsiz, işsiz, sokakta kaldı, göç yollarına düştü. Göç alan iller daha şimdiden kaldıramayacakları bir nüfus değişimi ve kira fiyatları başta olmak üzere yaşam pahalılığında tırmanışla karşı karşıya. Kriz içindeki Türkiye ekonomisi, hükümetin seçime yönelik olarak devreye soktuğu geçici yatıştırma tedbirlerinin etkisini bir anda anlamsızlaştıran büyük bir darbe aldı. Deprem bölgesinden tüm ülkeye yayılan yeni mülksüzler, işsizler, iç ve dış göçmenler ile Türkiye işçi sınıfı yeniden şekillenecek. Sermaye fraksiyonları deprem “fırsatı”nı değerlendirme konusunda kıyasıya bir yarış içine girecek. Yıkım sonrası toplumsal tepkinin ve yeniden inşa sürecinin yönetimi, Türkiye sınıflar mücadelesinin eksenine oturacak.
Tarihin, bilim insanlarının, meslek örgütlerinin ve yerel yönetimlerin bütün uyarılarına rağmen, iktidarın bağıra bağıra gelen deprem sonrasına yönelik bir eylem planı da bulunmadığı için, zincirleme etkilerle deprem bölgesinde ve ülke çapında birbirini izleyen krizler beliriyor. İlk aşama, devletin günlerce sahada olmaması, arama kurtarma çalışmalarındaki kabul edilemez gecikme ve özensizlik, kurtulanların çadır, su, gıda, enerji, iletişim ve sağlık gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarının sağlanmaması, ilk müdahale ve yardımların sağlanmasında yaşanan koordinasyon krizi ile kayda geçti. Bundan sonra da deprem öncesi halihazırda gündemin ilk sıralarında yer alan barınma krizi ve yaşam pahalılığının daha da ağırlaşması, işsizlik oranlarının yükselmesi, göçmen sorununun iç ve dış göçmenler eşliğinde daha da karmaşıklaşması, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanlarında peş peşe krizlerin yaşanması kaçınılmaz.
İki büyük jeolojik depremin ardından siyasal dengeleri değiştirmeye aday bir de büyük sosyo-politik deprem yaşanıyor. O da devletin ve toplumun gösterdiği refleksler arasındaki büyük farka canlı tanıklık eden halkın zihninde gerçekleşiyor. Bu tanıklığın bir politik bilince dönüşmesi, politik sonuçlar yaratması örgütlü mücadelenin konusudur ancak on milyonlarca insan kendi doğrudan deneyimi içinde, siyasal iktidar ve toplumsal güçler arasındaki çelişkiyi ölüm ve yaşam arasındaki fark biçiminde idrak etmektedir.
Halk bu büyük depremin ardından, en azından can güvenliğini ve asgari kamusal hizmetleri sağlamasını beklediği devleti ve onun idaresinde bulunan AKP-MHP ittifakını yanında göremedi. Bu iktidar karşıtı ya da taraftarı bütün halk kesimleri için söz konusuydu. Özellikle ilk üç gün enkazların altında yardım çığlıkları, ekranlarda ise her yere ulaştığını söyleyen bakan ve bürokratların sesi gelirken, sahada ne kurtarma ekibi vardı ne ambulans ne çadır ne su ne ekmek ne güvenlik gücü…
Ancak bu süreçte ilk andan itibaren büyük bir toplumsal seferberlik vardı. Devletin sahadaki yokluğu karşısında depremzedelerle dayanışmak üzere bizzat harekete geçen sayısız insan fikrini, maddi olanağını ve emeğini, güvendiği örgütlenme her ne ise onun aracılığı ile seferber etti. Sahada görünmeyen AFAD ya da deprem vergilerini yandaş müteahhitlerin şirketine aktardığını itiraf eden hükümetin yönettiği diğer kurumlar güvenilmezler listesindeydi. Köy derneklerinden mahalle gruplarına yerel örgütlenmeler, sosyal medya toplulukları, yardım dernekleri, emek örgütleri, gençlik örgütleri, kadın örgütleri, CHP’li belediyeler, HDP ve sosyalistler en geniş temas yüzeyleri ile bu seferberliğin adresi oldular. En çok ihtiyaç hissettiği anda devleti yanında göremeyen milyonların gözü önünde yaşanıyordu tüm bunlar da. İktidar partileri, bağlı kurumlar ve sağ sahada neredeyse yoktu. Bu seferberlik, örgütleyenlerin taşıdığı bayraklar nedeniyle değil piyasa-dışı, halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, bilimsel ve vicdani doğası gereği sahadaki siyasal ifadesini iktidar karşıtlığında, solda, sosyalistlerde buldu.
Sosyalistler, örgütlü güçlerini kat kat aşan bir çaba ve etki ile toplumsal seferberliğin güven ve saygı uyandıran parçası oldu. İktidarın, bağıra bağıra gelen bu depremi büyük bir yıkıma çeviren gerici neoliberal politikaları ve halk düşmanı yüzü de ayrıca bir teşhir eylemine ya da propaganda çalışmasına gerek olmadan teşhir oldu. Devlet yok değil devlet işte bu neoliberal devletti: kamusal olan ne varsa tasfiye etmiş, sermayenin, müteahhitlerin çıkarlarını esas alan, bu sınıfsal konumlanışı destekleyen biçimde bilime değil dinî şarlatanlara kulak veren, dayanışmanın karşısında konumlanan, halkın karşısında çıplak bir şiddet aygıtına dönüşmüş bir devlet.
AKP-MHP ittifakı depremin ilk şokunu atlattıktan sonra yine bütün silahlarını çıkararak saldırı haline geçti. Bu devlet ve onu idare eden AKP-MHP ittifakı şimdi toplumsal seferberliğin karşısına çıkıyor. Devlet sahaya OHAL’le, psikolojik harple, sosyal medyayı ve muhalif basını susturarak, polisiye tacizlerle yardım çalışmalarını baltalayarak, yardımlara el koyarak, halkın parasını iktidarın cebine aktarıp yardımseverlik taslayarak, hâlâ bilim insanlarının dinlemek yerine din şarlatanlarını ve müteahhitleri sahaya sürerek, depremi Allah’ın lütfuna çevirip seçimleri erteleyerek yeni bir darbe süreci örgütleme yoklamalarıyla iniyor.
Kamunun fazlasıyla boşaltılmış kasasında kalanların “bağış” adı altında bankalardan hükümetin kasasına aktarılması, bu toplam kriz tablosu karşısında halk için kaynak yaratmaktan çok, iktidarını koruma telaşındaki AKP iktidarına yönelik bir seçim yardımıydı mesela. “Devlet nerede?” diye hala soran varsa, aradığınız devlet enkaz altında bıraktığı halkı soymakla meşgul hâlâ! Devlet enkaz altındaki halkı kurtarmaya değil AKP iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor! Hükümet, enkazda, milyonların kanlısı müteahhitler çetesinin kârına kâr katacak yeni bir fırsat görüyor! AKP-MHP ittifakı bütün meşruiyetini yitirdiği yerde, “yağmacı göçmenler” yaygaraları eşliğinde halkın sesini bastıracak bir olağanüstü hâl yönetimi uygulamaya çalışıyor!
Şimdi yaşamla ölümün karşı karşıya gelişi, geniş kitlelerin vicdanı ile egemen sınıf çıkarlarının, emekle sermayenin, bilimle dinci gericiliğin, halk inisiyatifiyle faşist müdahalenin, toplumsal seferberlikle AKP-MHP ittifakının karşı karşıya gelişi olarak yaşanıyor. AKP-MHP iktidarına, neoliberalizme ve faşizme karşı alttan alta gelişen direniş eğilimleri deprem sonrası dayanışma temelli bir toplumsal seferberlik olarak sahnede.
Bu toplumsal seferberliğin piyasa karşıtı bir özü var. Piyasanın çöktüğü yerde dayanışma zorunlu bir komünist deneyim olarak yaşanıyor. Deprem bölgesinde evini, eşyalarını, işyerini, bağını bahçesini yitiren geniş mülksüz kitleleri var. Sağlık hizmeti gibi, su gibi, enerji gibi en temel yaşamsal ihtiyaçların dahi metalaştığı, alış-veriş konusu olduğu bir anda para ile alış-verişin koşulları ortadan kalkmış durumda. Bölgede para geçmiyor. Piyasa çalışmıyor. İnsanlar da zaten piyasaya değil paralarının olup olmamasından bağımsız olarak barınmaya, suya, ekmeğe, enerjiye, sağlık hizmetine, ulaştırmaya ihtiyaç duyuyor. Mülksüzleşen halkın ihtiyaçları parasız karşılanıyor ve bunun koordinasyonu da piyasa ilişkileri ile değil halkın örgütlülüğü ölçüsünde mümkün oluyor. Bu toplumsal seferberliğin hayırseverlerle mağdurlar arası bir yardım faaliyeti olarak değil, tüm Türkiye’ye yayılan bir halk dayanışması olarak örgütlendiği, depremzedelerin mağdurluktan çıkıp özneleştiği bir deneyim olarak, sosyalist bir perspektifle, bir ikili iktidar perspektifiyle örgütlenmesi gerekiyor. Devletin olmadığı ve halkın örgütlü gücünün neler başarabileceğinin görüldüğü yerde bu toplumsal gücün bir iktidar gücü, bağımsız bir politik güç olarak kavranması gerekiyor. Bugün dayanışmayı en verimli biçimde örgütlemek de ancak böyle mümkün, iktidarın adım adım gelen saldırılarını püskürtmek de, halkın öfke ve vicdanını bu yıkımın sorumlusu iktidardan hesap soracak şekilde politikleştirmek de.
Yaşama tutunma mücadelesi deprem bölgelerinde olduğu kadar diğer illerde de başladı. Mersin, Antalya, Ankara gibi çok göç alan iller başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanına yönelen büyük göç dalgası yeni dönemin en büyük politik dinamiği olacak. Artık bu saatten sonra yalnızca deprem bölgelerine odaklanan bir faaliyet kurgulama lüksümüz yok. En başta barınma krizi, artan işsizlik ve yoksulluk, derinleşen eğitim ve sağlık krizi ilk günlerde yakalanan seferberliğin yeni hedefi olacak şekilde siyasal bir stratejiye ihtiyaç var. İktidarın uzun yıllara yayacağı ve çözmeyeceği toplumsal krizlerin öznelerini politik bir özne haline getirip Türkiye’nin dört bir yanında harekete geçirmek, deprem bölgesindeki yaşama tutunma mücadelesine destek vermek kadar önemlidir.
Önümüzde, aylara değil yıllara yayılan bir toplumsal-politik kriz ve kaçınılmaz çatışmalar var. Ancak bu çatışmada toplumsal meşruiyet namına elinde ne kaldıysa onu da enkaz altında bırakmış, kırılgan bir iktidar var. İktidar çaresiz saldıracak ancak bu saldırı yeniden kuruluş perspektifini de içinde barındıran bir direnişle karşılaşırsa başarısız olacak. Ülkemizi enkaz altında bırakan bu iktidardan kurtulmanın ve insanca bir yaşamın güvence altında olduğu yeni bir ülke kurmanın yolu da böyle açılacak. Siyaset yeniden şekillenirken sosyalist hareket de bu çatışmada toplumsal seferberliği esas alan, toplumsal öfkeyi, vicdanı, dayanışmayı diri tutup örgütleyerek direnişin ve yeniden kuruluşun temeli haline getiren bir yeniden inşa çizgisi izleyebildiği ölçüde etkili olacak. Böylesi bir çizgi, deprem sonrası büyük bir toplumsal seferberlikle sahaya inen halkın siyasal varlığının seçmenliğe daraltılmasını önleyerek, saldırıları püskürtme, hesap sorma ve ülkenin yeniden kuruluşunda aktif bir özne olma kapasitesini de koruyup ilerletecek.
Önümüzde fikri, pratik ve örgütsel boyutları olan üç ayaklı bir mücadele duruyor. Neoliberal çöküntü karşısında kamunun eşit, özgür, insanca bir yaşam temelinde yeniden inşasını, piyasa karşısında toplumsallaştırmayı, gericilik karşısında bilimi, faşist sindirme ya da düzen muhalefetinden gelen meseleyi sandığa havale etme girişimleri karşısında toplumsal seferberliğin yükseltilmesini, bir sosyalist perspektifi, halk iktidarı perspektifini öne çıkarmamız gerekiyor. En güçlü propagandamız halkla birlikte yürüttüğümüz dayanışma ve yeniden inşa faaliyetlerimizdir, neoliberalizme ve faşizme karşı eleştirinin halkın diliyle ifade edilmesidir. Halk iktidarı perspektifini öne çıkaracak en güçlü politik müdahalemiz de yıkıntıların üstünde yaşamı savunmak ve yeni bir yaşam inşa etmek üzere kuracağımız halk meclisleri, komiteler, koordinasyonlardır. En geniş halk duyarlılığını hareket halinde tutacak basitlik ve genişlikte yas ve dayanışma faaliyetlerini örgütlemeli, halkın direniş ve yeniden inşa kapasitesini açığa çıkaracak yerel meclisleri kurmalı, parçalı halk muhalefetinin ortak hareketini sağlayabilecek yerel ve merkezi koordinasyonların kurulması için inisiyatif almalıyız.
Deprem haberini alır almaz deprem bölgelerine koşan, kriz masaları ve dayanışma koordinasyonları kuran, iktidarın yol açtığı yıkım ve ölüm karşısında yaşamı savunan toplumsal seferberliğin tam ortasına yerleşen ve bu seferberliğin sürekliliğinin güvencesi olan, geçmişin birikiminden bugünün yeni dinamiklerine en geniş ilişki ve olanakları seferber edebileceğini gören devrimciler sürecin politik kurmaylığını da üstlenmeli ve atılan her adımı bir devrimci halk hareketi yaratma perspektifi ile örgütlemelidir. Artık geriye dönüş mümkün değildir ve her şey yeniden kurulacaktır. Bu yeniden kuruluş sürecinde tam da bu anda alınan inisiyatifler belirleyici olacaktır.
Bu yıkım iktidarını yıkalım! İnsanca yaşanacak, eşitlik, özgürlük, barış içinde bir ülke kuralım!