Görünmez Ada, sağlam ve ayakları yere basan bir hikâye anlatıyor. İnsanın henüz bu kadar uzaklarda olan dönüşümünün, devletin dâhil olduğu hiçbir sistemde gerçekleşemeyeceğini vazediyor, düşündürüyor
Can Gürses’in Ayrıntı’dan çıkan Bir Ömrün Takvimi romanı alışılmamış kurgusuyla olduğu kadar fantastik yanıyla da etkileyici. Sahip olduğu dil zenginliğiyle ve bir okur olarak fikrimce bir roman -aslında genel olarak tüm edebiyat türleri- için çok önemli olan sürükleyici, merak uyandırıcı anlatımıyla insanı alıp götürüyor. Anlatım kronolojik bir akış izlemiyor ve roman bu yanıyla da ilginç ve çekici. Bütün bunların yanında okurla kurduğu asıl bağ onu düşünmeye yöneltiyor olması ya da benim için böyle oldu.
Görünmez Ada: Yazar, insanıyla, epik kelebekleriyle, mekanlarıyla bir adaya davet ediyor okuru. Devletin, yönetenlerin ve yönetilenlerin olmadığı bir saklı bir ada. Bütün kararlar ada sakinleri tarafından ve hep birlikte alınıyor. Demokrasinin ve hatta doğrudan demokrasinin güçlü ve son tahlilde çoğunluğun iradesine dayanan özelliğiyle zayıf yanlarını “insan” ekseninde ele alıyor. Çeşitliliğin insanoğlunun/insankızının en renkli ve en güçlü yanı olabileceği gibi “farklılık” ve “azınlık” gibi kavramlarla çok büyük sorunların da başlıca nedenlerinden biri olabileceğine işaret ediyor. Düşünsel olarak tıpkı egzistansiyalizmin (varoluşçuluk) ve anarşizm literatürünün en güçlü yanlarının aynı zamanda en zayıf ya da çözümsüz yanları olduğu gibi. Dinamik, şaşmaz doğrulara dayanan ideolojilere göre tartışmaya, değişime çok daha açık olan bu “çok renkli” düşünce akımlarının, birbirinden çok farklı yaklaşımlar, tutumlar içinde olan fikir öncülerinin insanın kurtuluşu için uzak hedefler -ilkeler- dışında sistemli, bütünlüklü çözümlere varamamış olmaları gibi.
Görünmez Ada, kurgusal bir dünyaya ait olsa da uzak bir geleceğe değil günümüze -günümüz insanına- dair bir hikâye ve bildiğimiz insanı, bizi anlatıyor. Doğrudan demokrasinin hâkim olduğu bir toplumu dahi pençesine alabilen tarafgirliği, ayrımcılığı, ırkçılığı… Yazar, kurguladığı toplum düzenini de bu düzenin insanlarını da idealize etmiyor. Gerçek anlamda eşitlik, sözde herkesin kabul ettiği ama hayatın içinden bakıldığında hâlâ çok ama çok uzak bir ideal. Nietzsche’nin “insan ötesi” arayışı içinde ortaya koyduğu “üst-insan” ya da Marksist literatürde “insanın kurduğu toplum düzeninin” yaratacağı ve ideal toplum düzenini yeryüzünde hâkim kılacağı düşünülen, “komünist insan” da bugün için sadece bir düş. Öyle görünüyor ki, yüzbinlerce yıllık evrimi içinde fiziksel yetileriyle olduğu gibi zihinsel -düşünsel, duygusal ve sezgisel- olarak da şekillenmiş olan insanın önünde daha yürümesi gereken çok uzun bir yol var. Bu yanıyla Görünmez Ada, bana kalırsa sağlam ve ayakları yere basan bir hikâye anlatıyor. İnsanın henüz bu kadar uzaklarda olan dönüşümünün, devletin dâhil olduğu hiçbir sistemde gerçekleşemeyeceğini vazediyor, düşündürüyor: Ne yapmalı ya da nasıl yapmalı?
Şu bildiğimiz gerçek dünyayla da ilişkili Bir Ömrün Takvimi. Bir insan ömrüne sığan bir zaman dilimi içinde Görünmez Ada sakinlerinin gözünden gerçek dünyaya dair son derece çarpıcı manzaralar çiziyor. Görünmez Ada sakinleri, gerçek dünyayla olan ilişkilerini sistem dışındaki illegal partiler gibi konspirasyon ilkeleri çerçevesinde sahte pasaportlarla ulaştıkları buluşma ve barınma evleri/işyerleriyle sürdürüyorlar. Şu farkla ki, amaçları dünyayı değiştirmek değil, dünyadan saklanmak: Dünyanın gerçeğine ve geleceğine dair ne kadar umutluyuz?
Ve fotoğraflar… Bir Ömrün Takvimi’nde öne çıkan bir tema da fotoğraf. Bu, ömürle ilişkili en önemli temalardan biri bence. Yaşanmışlıklarla, hatıralarla… Herkes için. Geriye dönüp baktığımızda, hayatımıza dair hatırladıklarımız zihnimize kazınan anlardan ibaret, tıpkı fotoğraf kareleri gibi. Hayatı hikâyeler halinde yaşıyoruz ve bu kareler bu hikâyelerin kapakları sanki. Okuduğumuz her romanın, hikâyenin, izlediğimiz her filmin geçen zaman içinde zihnimizde benzer izler bırakıyor olması gibi. Üstelik bu, insanın her dönemde farkında olduğu bir şey. David Hume 1751’de, “Her türlü edebiyat, çeşitli tutum ve durumları içinde insan yaşamının resimlerinden başka bir şey değildir” diye yazdığında henüz fotoğraf makinesi icat edilmemişti. Bir Ömrün Takvimi bana, fotoğrafın nasıl da hayatımızın en önemli/değerli parçalarından biri olduğunu hatırlattı.
Bir Ömrün Takvimi benim için düşündürücü bir roman oldu: Gerçeği, Georges Jacques Danton’un deyişiyle, “Şu buruk gerçeği!”