Dünya genelindeki olgulara bakıldığı zaman ise erkeklerin kadınlardan daha fazla hastalığa yakalandığı ancak COVID-19’un uzun dönemli sonuçları ile olumsuz sosyoekonomik etkilerine kadınların daha fazla maruz kalacağı öngörülüyor
Bu yazı serisinin “COVID-19 ve Kentler: Yönetim Açmazı” başlığını taşıyan ilk bölümünde salgının mevcut toplumsal eşitsizlikleri artırdığına kısaca değinilerek yönetim açmazının boyutları genel hatlarıyla incelenmişti. COVID-19 salgını açlıktan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, eğitimden sağlık hizmetlerine dek gündelik yaşamın en temel konularında dünyayı mevcut durumdan daha da geriye çekti. Toplumsal eşitsizliklerde ise, Birleşmiş Milletler’in salgın öncesinde eşitsizlikleri azaltmak için koymuş olduğu hedefleri yerine getiremeyeceği görülüyor.
Ülkeler bazındaki örneklere yer vermeden önce dünyadaki iki temel unsurun salgınla ve eşitsizliklerle mücadeleyi sekteye uğrattığını söyleyebiliriz. İlki, varsıl kuzey ile yoksul güney arasındaki dayanışma bağının zayıf olması; ikincisi ise aşı karşıtlığının hızla yükselmesi. Bu iki faktörün de aşıların yaygınlaşmasına ve toplumsal bağışıklığın güçlenmesine engel olduğunu iddia edebiliriz.
Diğer yandan karantina gibi tedbirlerin ekonomik ve toplumsal olumsuzlukları arttırdığı gözlendi. Bu olumsuz tablo devlet desteklerinin yeterli olmadığı pek çok ülkede daha da belirginleşti. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan “World Inequality Report 2022” gelir eşitsizliğindeki uçurumu gözler önüne seriyor. Rapor, dünyadaki servet dağılımının gün geçtikçe özel sektör ve kişilerin elinde biriktiğini ve bu durumun COVID-19 salgını ile daha da güçlendiğini belirtiyor. Salgın döneminde özel sektör kamunun ötesinde hızlı bir büyümeye giderken, hükümetler özel sektörden GSYİH’larının yüzde 10-20’si nispetinde borç almış.[1] Bu gelir eşitsizliği dünya genelinde kamu-özel, zengin-yoksul, kadın-erkek arasında kapanması zor bir makas haline geliyor. Diğer taraftan 2020’de dünya genelinde açlıkla yüzleşen insan sayısı 2019’a göre 161 milyon kişi daha fazla. Bugün dünyamızda 720 milyon ile 811 milyon arasında insan açlıkla mücadele halinde ki bu rakamın bu denli artmasındaki en önemli etmen COVID-19 salgını.[2] Hükümetlerin aldığı önlemler olmasa bu tablo çok daha kötü olabilirdi. Ancak belirtildiği üzere, gelir eşitsizliği ve mevcut ekonomik sistem hükümetlerin gelirlerini ve kapasitesini de olumsuz etkiliyor. Bu çarpıcı noktaların tümü yönetim açmazını daha da derinleştiriyor ve siyasi, toplumsal kutuplaşmayı güçlendiriyor.
COVID-19 salgını ve salgınla mücadele kapsamında uygulanan kapanma süreci toplumsal ve ekonomik alandaki mevcut sorunları su yüzüne çıkarttı ve olanların üzerine yenilerini de ekledi. Tarihsel olarak salgınlar sırasında toplumun alt-orta ve alt sınıfları ile azınlıklar diğer kesimlerine göre salgından daha fazla etkilendi. Bu gruplar COVID-19’a da daha yüksek oranda yakalanma ve hastalığı daha ağır geçirme riski taşıyorlar.
Bu duruma en çarpıcı örnek ortalama yaşam sürelerine dair veriler. Bilim insanları tarafından COVID-19’un ortalama yaşam süresini kısalttığı tespit edildi. Bu durumun farklı gruplardaki yansımalarına baktığımızda durum net bir biçimde anlaşılıyor. ABD’de beyazların ortalama yaşamı 1-2 yıl azalırken, siyahların ve Latin ya da Hispanik vatandaşların ömrü 2,9-3 yıl azalıyor. ABD’de Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (Centers for Disease Control and Prevention, CDC) raporuna göre beyazlar dışında siyahlar, Hispanikler, Alaska-Nebraskalılar ya da Amerikan yerlileri daha fazla virüse maruz kalıyor, daha fazla hastalanıyor ve yaşamını kaybediyor.[3] Bu durumun sebepleri arasında bu grupların sağlık hizmetlerine olan kısıtlı erişimleri, iş saatlerinde izin alıp muayeneye gitmekten kaçınmaları, genel olarak işlerini kaybetmekten kaygı duymaları ve de hükümete duydukları güvensizlik yer alıyor.
Dünya genelinde kırılgan gruplar ve kent yoksulları COVID-19 salgınından çok olumsuz biçimde etkilendiler. Özellikle Afrika’da, Latin Amerika’da ve Asya’daki düzensiz marjinal yerleşimler temel altyapı hizmetlerinde yetersiz kaldı. Nüfusun çok yoğun olduğu bu bölgelerde karantina önlemlerini ve sosyal mesafe kurallarını denetlemek ise oldukça zordu.
Sosyoekonomik etkilerden bahsederken kısaca şunu da vurgulamak gerekir ki, sağlık hizmetlerinin kapanma sürecinde aksaması nedeniyle özellikle alt ve orta gelir grubundaki ülkelerde HIV/AIDS, tüberküloz ve sıtma gibi hastalıkların yüzde 10 ile yüzde 36 arasında artacağı hesaplanıyor.[4]
Gelişmiş ülkelerde de farklı sebeplerden dolayı rutin muayene ve tedaviler aksıyor. Almanya, salgın döneminde sağlık sisteminin üzerindeki yükü hafifletmek isterken çocukluk çağı aşılarının aksaması riski ile karşı karşıya geldi.[5] Tüm bu gelişmeler kentlerin sağlıklı ve dirençli olması için hazırlanmış olan programların yenilenmesi gerektiğine işaret ediyor.
Salgın sırasında derinleşen toplumsal eşitsizlikler ise virüsün bulaşma riskini ve hızını daha da artırdı. Fiziksel mesafe gibi önlemlere ait politikaların mutlaka ekonomik ve sosyal destek mekanizmaları ile birlikte uygulanması gerekli. Toplumsal eşitsizlik ve hizmetlere erişimdeki adaletsizlik tüm kenti risk altına alıyor. Oysa 1918 İspanyol gribinde sosyoekonomik fay hattının ne denli önemli olduğu; salgın sürecinde ve sonrasında eşitsizliklerin giderilmesi gerektiği ortaya konulmuştu.
COVID-19 salgını ve karantina süreci bireylerin psikolojisini ve akıl sağlığını da derinden etkiledi.[6]
Salgın sürecinde dayanışma ağlarının güçlenmesi kadar “ben odaklı davranışlar”ın da yoğunlaştığı gözlendi. Örneğin Kuzey Amerika’nın üst gelir grubundaki kent sakinleri tatil beldelerindeki evlerine giderek bölgedeki ekonomik hayatı canlandırmış ancak yereldeki insanlarının karantina haklarını delmişlerdi.
1 Mart-1 Mayıs 2020 tarihleri arasında 420,000 kişi New York’u terk etti. Soho, Upper East Side, West Village gibi üst gelir grubuna ev sahipliği yapan semtlerin nüfusu yüzde 40 oranında azaldı. Kaliforniya eyaletinde ve teknoloji üssü Seattle’da da benzer gelişmeler yaşandı. Avrupa’da ve Atlas okyanusunun diğer yakasında da Amerika’daki gibi bir eğilim gözlendi. Parisliler Fransa’nın kırsalına kaçarken, Britanya’nın en büyük beş kentinden dördünde nüfus artışı azaldı. Örneğin Londra’da nüfus artışı hızı yüzde 26, Manchester’da ise yüzde 36 azaldı. Uzmanlar bu azalmanın sebebinin salgın sürecinde nüfusun yer değiştirmesinden kaynaklandığını belirtiyor. Britanya’da yaşayan yaklaşık 545.000 kişi Haziran 2020’de kırsal alanlara taşındı. Kentten ayrılan insan sayısının en yüksek olduğu şehir başkent Londra’ydı. İlginçtir ki varsıl emeklilerin yanı sıra gençlerin de yer değiştirdiği gözlendi. Kentten kırsala gidenlerin yüzde 54’ü 40 yaş altındaydı.[7]
Oysa kentlerin boşalması altyapısı yeterli olmayan başka yerleşimlerin hızla kalabalıklaşması ve salgın açısından da riskli hale gelmesi demek. Benzer bir eğilim Türkiye’de de gözleniyor. Nitekim Çağlar Keyder ve Zafer Yenal’ın Eylül 2020’de Sarkaç’ta yayınlanan yazısı halihazırda Türkiye’de kentten kıra doğru başlayan bir göç eğiliminin salgın ile hızlanma eğilimini kır, kent ve sosyal coğrafya bağlamında ve veriler ışığında incelemişti. Keyder ve Yenal, dijitalleşmenin artması sonucunda esnek ve geçişli yaşam ve çalışma tarzlarının yaygınlaşmasıyla Türkiye’de kentleşme ve sosyal coğrafya konusunda yeni bir paradigmanın gelişebileceğine dikkat çekiyor.[8]
Salgın sırasında gözlenen önemli konulardan birisi de mültecilerin durumudur. Bazı ülkelerde topluluklar arası çatışmaya da varabilen bu farklılıklar ve eşitsizlikler, içinden geçtiğimiz kutuplaştırıcı siyasetin de bir uzantısı.
Göçmenlerin doğum yerlerine bakılarak yapılan bir çalışma gerek göçmenler gerekse de gelişmiş ülkelerin politikaları hakkında net bir bilgi veriyor. İsveç’te pozitif çıkan COVID-19 vakalarının yüzde 32’si Türkiye, Etiyopya ve Somali doğumlu. Norveç’te pozitif vakaların yüzde 42’si göçmen olup Somali doğumlular oldukça fazla. Göçmenler hem hastalığa yakalananlar hem de hastaneye yatanlar arasında yüksek bir orana sahip. İsveç’te yaşayıp Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde doğmuş erkeklerin COVID-19 ’dan ölme riski İsveç’te doğanlardan üç kat daha fazla.[9] Bu veri bize göçmenlerin sağlık hizmetlerinden yoksun biçimde, zor koşullar altında ve kalabalık ortamlarda çalıştığını gösteriyor. Göçmenlerin kaldığı kamplar yine COVID-19 vaka sayılarının yüksek olduğu yerler. Göçmen topluluklar arasında aşılama oranlarının da düşük olduğu biliniyor.[10]
COVID-19 salgınının olumsuz etkilerini tüm dünyada en fazla hissedenler arasında kadınlar da yer alıyor. Kadınlar COVID-19 öncesi dönemde gerek toplumsal gerekse de emek piyasasında dezavantajlı konumdaydılar. BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan birisi de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve bu madde BM’ye üye tüm ülkeler ve tüm yerel yönetimler için bu madde evrensel bir yol haritası sunuyor. Ancak bu çabalar salgının olumsuz etkileriyle birlikte geriye gitti. Salgın başladığından beri yapılan araştırmalar kadınların kırılganlıklarının daha da arttığını gösteriyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO-International Labor Organization) yaptığı bir çalışmaya göre 2021’de, 2019’a göre 13 milyon daha az kadın çalışma hayatında yer alıyor. Erkekler ise kayıplarını neredeyse telafi etmişler ve 2019 istihdam rakamlarına ulaşmışlar.[11]
Hane içi şiddetin de kapanma dönemlerinde arttığı biliniyor. COVID-19 salgını öncesinde her üç kadından biri çoğunlukla bir yakını tarafından fiziksel veya cinsel şiddetle karşılaşıyorken, ülkelerdeki acil arama hatlarından alınan bilgiye göre bu rakam salgın sürecinde arttı.[12] Bir başka BM araştırması ise 13 ülkede (Arnavutluk, Bangladeş, Fildişi Sahili, Kamerun, Kolombiya, Ürdün, Kenya, Kırgızistan, Fas, Nijerya, Paraguay, Tayland, Ukrayna) kadınlarla yapılan bir anket çalışmasına yer veriyor.[13]) Anket çalışmasının gerçekleştirildiği 13 ülkedeki kadınların yüzde 45’i salgın döneminde kendilerinin ya da tanıdıkları bir başka kadının şiddet gördüğünü belirtiyor. Salgın dönemindeki kapanmalar ile kadınlar, şiddet gördükleri eşleri ya da partnerleri ile sürekli aynı evde kalmak zorunda kaldılar. Diğer taraftan on kadından dördü kendisini kamusal alanlarda güvende hissetmediğini; dört kadından biri salgın döneminde hane içi çatışmanın arttığını ve kendini evinde güvende hissetmediğini, on kadından yedisi partner veya eşleri tarafından fiziksel ya da sözlü tacize uğradığını; on kadından altısı kamusal alanda cinsel tacizin arttığını; on kadından üçü ise içinde yaşadıkları toplumda kadına yönelik şiddetin çok daha sık görüldüğünü belirtiyor.[14]
Bir diğer önemli sorun ise Afrika ve Asya’da yoğun biçimde görülen çocukluk çağında yapılan evlilikler konusudur. Bu sorun BM’nin ortadan kaldırmayı amaçladığı temel sorunlardan birisi. Ancak salgının da etkisiyle çocukluk çağı evliliklerinin önlenmesi konusunda belirlenen hedeflere ulaşılamayacağı kısa sürede ortaya çıktı.
Pandemi sürecinde okula gidemeyen kız çocukları gidebilenlere oranla 3-4 kat daha fazla evlendirilme riski taşıyorlar. [15] Salgın ile daha fazla aile yoksullaşıyor ve birçok kız çocuğu ailelerini desteklemek, hasta aile üyelerine bakmak ve aileye yiyecek temin etmek için okulu bırakıp çalışmaya zorlanıyor. Kız çocuklarının okula geri dönme şansı erkeklerden çok daha az. Önümüzdeki beş yıl içinde salgın nedeniyle 2,5 milyon kız çocuğunun evlendirileceği tahmin ediliyor.[16]
Toplumsal cinsiyet ve salgın bağlamında batı ülkelerinde farklı bir biçimde ancak yine eşitsizliğe yol açan benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Belçika’da kadınların erkeklere göre COVID-19 salgınından çok daha fazla etkilendikleri saptandı. Oysa Belçika toplumsal cinsiyet eşitliğinde dünyadaki başarılı örneklerden birisidir. Bu konuda yapılan bir çalışma bu durumun sebeplerinin, hemşirelik gibi ön saflardaki sağlık çalışanlarının ağırlıklı olarak kadın olması, kadınların toplu taşımayı erkeklerden daha fazla kullanması ve ailedeki iş bölümü nedeniyle alışveriş işinin kadınlar tarafından yapılması olduğunu belirtiyor.[17]
Dünya genelindeki olgulara bakıldığı zaman ise erkeklerin kadınlardan daha fazla hastalığa yakalandığı ancak COVID-19’un uzun dönemli sonuçları ile olumsuz sosyoekonomik etkilerine kadınların daha fazla maruz kalacağı öngörülüyor.[18]
Notlar/Kaynaklar
[1] World Inequality Report 2022, (2022), World Inequality Lab.
[2] 2021 The State of Food Security and Nutrition in the World (2021). Food and Agriculture Organization of the United Nations.
[3] The Brookings Institute (2021) “Amid the pandemic, Black and Latino men have experienced the largest drop in life expectancy.” ve Center for Disease Control and Prevention -CDC, (2021) “Risk for COVID-19 Infection, Hospitalization, and Death By Race/Ethnicity.”
[4] Hogan, A. D. Et al. (2020). Potential impact of the COVID-19 pandemic on HIV, tuberculosis, and malaria in low-income and middle-income countries: modelling study (Vol 8). The Lancet Global Health.; Roberts, L. (2021). How COVID is derailing the fight against HIV, TB and malaria. Nature, Eylül 2020.
[5] Schmid-Küpke, N. K., et al. (2021). Cancelled routine vaccination appointments due to COVID-19 pandemic in Germany. Vaccine : X. doi: 10.1016/j.jvacx.2021.10009.
[6] Bu konuda bakınız: Liu, L. vd. (2021), Mental and neurological disorders and risk of COVID-19 susceptibility, illness severity and mortality: A systematic review, meta-analysis and call for action. (40:101111). EClinicalMedicine. doi: 10.1016/j.eclinm.2021.101111.
[7] How COVID pushed a generation out of the cities, The New Statesman, 8 Kasım 2021.
[8] Keyder, Ç., Yenal, Z. (2020). COVID-19 dünyasında yeni bir toplumsal coğrafyaya doğru, Sarkaç, 21 Eylül 2021.
[9] Hargreaves, S., vd. (2021). COVID-19: Counting migrants in (Volume 398, Issue 10296, P211-212). https://doi.org/10.1016/S0140-6736(21)01339-8
[10] Jakab, Z., vd. (2021) Health and migration: Will migrants share the road to recovery from COVID-19? ECilinicalMedicine.
[11] Fewer women than men will regain employment during the COVID-19 recovery says ILO, ILO, Temmuz 2021.
[12] [14] MamunF.A., Hosen, I., Mamun, M. A. (2021). Sexual violence and rapes’ increment during the COVID-19 pandemic in Bangladesh (Apr; 34: 100817). EClinical Medicine. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC8056419/
[13] MamunF.A., Hosen, I., Mamun, M. A. (2021). Sexual violence and rapes’ increment during the COVID-19 pandemic in Bangladesh (Apr; 34: 100817). EClinical Medicine.
[15] COVID-19 and Child Marriage: How COVID-19 ’s impact on hunger and education is forcing children into marriage. Ekim 2021.
[16] COVID-19 Places Half a Million More Girls at Risk of Child Marriage This Year, Warns Save the Children.
[17] Ella, G.A. (2021). Gender, Mobility, and COVID-19 : The Case of Belgium (27(1-2), 66-80). Feminist Economics. https://doi.org/10.1080/13545701.2020.1832240
[18] Gerhard, C.E., et al. (2021). Sex-Gender-specific Risk Factors of Post-COVID-19 Syndrome: A Population-based Cohort Study in Switzerland. https://doi.org/10.1101/2021.06.30.21259757
Kaynak: Sarkaç
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.