“Çalıştığımız alanda yapılan işin, yürütülen çalışmaların haklılığına duyduğumuz inanç, bir taraftan bizi, kendimizi unutarak gayret etmeye iterken diğer taraftan hak savunuculuğu iddiası olan bu projede çalışan ve çalışmaya devam eden işverenlerin bunu kullanarak üzerimizde kurdukları baskı ve sömürüyü katbekat artırmak için bir kaynak haline geldi”
Türkiye’de, özellikle Suriye savaşının ardından yaşanan kitlesel göç dalgasıyla birlikte, bu alanda çalışan kurumların sayısı da arttı.
Son dönemde ülkede artan mülteci karşıtlığı karşısında göç alanında çalışan kurumların bir kısmı her şeye rağmen göçmen haklarının korunması için çaba sarf etse de bir kısmı kendi yazılı metinlerinde savundukları görev ve ilkeleri hiçe sayıyor.
Söz konusu kurumlar bir yandan, fon ve hibe veren uluslararası kuruluşların çizdiği çerçeveye uyup, hedef koyduğu istatistiklere ulaşarak bir sonraki proje döneminde de fon almak dışında bir kaygı gütmüyor. Diğer yandan bu kurumlarda tam/yarı zamanlı çalışan birçok işçi de yoğun şekilde hak ihlallerinin yaşandığını ve yaygın biçimde mobbinge maruz bırakıldıklarını söylüyor.
STK’LERİN TAŞERONLAŞMASI – MUNZUR WAN
İlk bölümde Mavi Kalem Derneği ve İKGV çalışanlarının anlatımlarına yer vermiştik. İkinci ve son bölümde de Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA)-Kırmızı Şemsiye Derneği-Pozitif Yaşam Derneği, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM) ve Mülteciler Derneği’nden işçilerin Sendika.Org’a anlattıklarını paylaşıyoruz. (Haberimizin hazırlık aşamasında cevap haklarını kullanmaları için e-posta yoluyla ulaştığımız UNFPA, Pozitif Yaşam Derneği, Kırmızı Şemsiye Derneği ve Mülteciler Derneği’nden gelen açıklamaları aşağıda paylaşıyoruz. SGDD-ASAM ise e-postamıza yanıt vermedi.)
ÇALIŞANLAR ANLATIYOR: GÖÇ ALANINDA FAALİYET YÜRÜTEN STK’LERDE NELER OLUYOR?
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), Pozitif Yaşam Derneği ve Kırmızı Şemsiye Derneği ortaklığında yürütülen ve mülteci gruplara hizmet verme amacı güden bir projede çalışan, ancak maruz kaldıkları hak ihlalleri ve emek sömürüsü sebebiyle işten ayrılmak zorunda kalan işçiler ise “Öncelikle projenin hedef grubu nedeniyle yürütülen vakalar ve çalışmaların diğer mülteci gruplara oranla yoğun emek ve mesai gerektirdiğini ve bunu bilerek bu işe başladığımızı ve dayanabildiğimiz ölçüde gayretle elimizden geldiğince çalıştığımızı belirtmek isteriz” diyerek sözlerine başlıyor.
“Çalıştığımız alanda yapılan işin, yürütülen çalışmaların haklılığına duyduğumuz inanç, bir taraftan bizi, kendimizi unutarak gayret etmeye iterken diğer taraftan hak savunuculuğu iddiası olan bu projede çalışan ve çalışmaya devam eden işverenlerin bunu kullanarak üzerimizde kurdukları baskı ve sömürüyü katbekat artırmak için bir kaynak haline geldi” diyen işçiler, esnek çalışma, pandemi döneminde önce ofiste çalışma zorlaması, ardından zorunlu evde çalışmaya geçilmesiyle mesaiye ek olarak uzun ve aralıksız toplantılar konulması, mobbing ve toplu işten çıkarmalar gibi bir dizi başlıkta yaşadıklarını anlattı.
Mülteci alanında çalışan diğer kurumlar gibi 7/24 ulaşılabilir olduklarını belirten işçiler, mesai saatleri dışında yaptıkları bu çalışmaların denkleştirme izni ile “telafi” edildiğini, ancak bunun sözleşmelerinde bir hak olarak tanımlanmış olmasına rağmen çoğunlukla fiiliyatta bir karşılığının olmadığını belirtiyor:
Denkleştirme izninde hatta haftalar öncesinde planladığımız yıllık izinlerimizde dahi proje yöneticileri tarafından aniden düzenlenen toplantılara ya da projede yürütülen etkinliklere katılmak zorunda bırakıldık. Çalışma arkadaşlarımızın en yakınının cenazesinde çalışmak zorunda bırakıldığına tanık olduk. Hak temelli çalışan ve hak savunuculuğu misyonu olan bir projede çalıştığımızı düşündüğümüz için önceliğimiz ve misyonumuz elbette tüm engellere rağmen mültecilerin temel haklarına erişimini sağlamaktı elbette. En çok bu konuda mesai harcamamız gerektiğini düşünürken kendimizi asla sonuç vermeyen ve katılım mekanizmalarına dahil olamadığımız başka başka işlere mesai harcarken buluyorduk. Tüm projelerde işverenler tarafından öncelikli olan raporlama işini ise mesai saatlerimizde yetiştiremediğimiz için denkleştirme izinlerimizde yapmak durumunda kalıyorduk. Bunun sonucunda ise işverenler tarafından iş programını yeterince iyi planlayamadığımız gerekçesiyle eleştiriliyorduk.
COVID-19 pandemisinin başında neredeyse tüm kurumların evden çalışma sistemine geçmişken ofiste çalışmaya devam ettiklerini ve süreç hakkında kendilerine bilgilendirme yapılmadığını aktaran işçiler, proje bünyesinde çalışan çeşitli meslek grubundan kişiler olarak pandemi koşullarına özgü riskler sebebiyle evden çalışma taleplerini ortak bir yazıyla dile getirdiklerini belirtiyor.
Söz konusu talep yazısına imza atanların Pozitif Yaşam ve UNFPA üst düzey yöneticileri tarafından suçlandığını ve yaftalandığını belirten işçiler, bu olay üzerinden çalışanlara “gün geçtikçe dozu artan bir şekilde” baskı kurulduğunu anlatıyor:
İçinde bulunduğu özel durumlar sebebiyle evden çalışma talep eden çalışanlara ücretsiz izine çıkabileceği söylendi. Kendini STK olarak nitelendiren ve hak temelli çalıştıkları iddiası olan kurum yöneticileri, çalışanlarının sağlığını ve ihtiyaçlarını öncelemedi ve kamu kurumlarının evden çalışma sürecine geçme kararı vermelerini bekledi. Tabiî bu süre zarfında hak savunucusu olduğunu iddia eden üst düzey yöneticilerin çoğunlukla evden çalışmaya başladıkları da unutulmamalıdır! Kapı kolları ya da masaların düzenli bir şekilde dezenfekte edilmesi ve sosyal mesafeye dikkat edilmesi durumunda herhangi bir risk olmadığı bilgilendirmesi de altı çizilerek yapıldı tabiî! Alınan bu muazzam önlemlerle(!) birlikte resmi kapanma sürecine kadar ofislerden çalışmaya devam ettik. Evden çalışmaya geçildiğinde ise zaten esnek ve fazla olan mesaimiz çalışanlara olan güvensizlik ve evden çalışmanın “lüks ve lütuf” olarak görülmesi ve yöneticiler tarafından yaratılan iş yükü nedeniyle katlanmaya devam etti. Böylece kendimizi özel ihtiyaçlarımızı karşılayamayacak durumda bulmamız çok zaman almadı. Evden çalışmayla birlikte günlük rutin iş planımızı yürütmenin yanı sıra üst düzey yöneticiler tarafından düzenlenen uzun ve aralıksız toplantılara girmek durumunda kaldık. Toplantı deyince aklınıza proje kapsamında verilen hizmetlere ilişkin çeşitli meslek gruplarının geri bildirim, öneri ve eleştirilerini sundukları, herkese söz hakkı veren, hizmet veren kişilerin fikir telakkisinde bulunduğu bir toplantı gelmesin. Üst düzey yöneticiler hizmetin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi kalıbı altında yapsa da yöneticilerin her söylediklerinin emir telakki edilmesini umduğu, söylediklerinin hizmet veren meslek grupları tarafından sorgusuz sualsiz kabul görmesini istediği, itiraz edenlerin karar mekanizmalarından dışlandığı, damgalandığı, küçümsendiği, bazı arkadaşlarımızın toplantı esnasında mesaj yoluyla üst düzey yöneticiler tarafından herhangi bir itirazda bulunmaması, dikkat çekmemesi yönünde ikaz edildiği ve kameraların açık tutulmasının zorunlu olduğu toplantılardan bahsediyoruz. Bu müdahaleye ve baskıya yalnızca kurum içinde gerçekleştirilen toplantılarda maruz bırakılmadık. Başka kurumların katıldıkları büyük toplantılarda projede çalışan kişiler soracağı bir soru varsa sorusunu ancak UNFPA üst düzey yöneticilerinden onay aldığı takdirde sorabiliyordu. Üst düzey yöneticilerin çalışanların kişilik özelliklerine eleştiri ve müdahalesi sadece toplantılarla sınırlı kalmadı. Bazı arkadaşlarımızın üst düzey yöneticiler tarafından “Götünü başını açmışsın, biraz daha usturuplu giyin” şeklinde uyarılmasına, hatta saçının hangi renkte daha makul olacağının söylenmesine bile tanık olduk. Hatta vegan beslenirse kafasının yeterince çalışmayacağı imasına maruz bırakılan arkadaşlarımız da oldu.
Projenin son çeyreğinde çalışanlara sistemin değişeceğine dair bir e-posta atıldığını belirten işçiler, ancak sürecin toplu işten çıkarmalarla devam ettiğini aktarıyor:
Yapılan bilgilendirmede bazı pozisyonların devam eden proje döneminde tamamen kaldırılacağı, idari sistemin tamamen değişeceği, hâlihazırda çalışan kişiler için yeniden işe alım süreci başlatılacağı, insan kaynaklarının “bağımsız” -aslında üst düzey yöneticilerin güdümüyle çalıştığını net bir şekilde görebildiğimiz- bir şirket tarafından yönetileceği bilgisi verildi. Hâlihazırda çalışan fakat sonradan işverenlerin iş akdini sonlandırmaya karar verdiğini anladığımız çalışanlar için işe alım süreçleri başlatıldı ve iş mülakatları gerçekleştirildi. Bu iş mülakatlarında süreci başlatılan kişilere, kendilerinden çok memnun oldukları ve kendileriyle devam etmek istedikleri belirtilmesine rağmen çalışanlar çok zaman geçmeden işten çıkarıldıklarını öğrendiler. İşten çıkarılan bazı çalışanlarla ise mülakat dahi yapılmadı. Bu süreçte işten çıkarılan bazı çalışma arkadaşlarımız itiraz etmeleri durumunda tazminatların verilmeyeceği şeklinde tehdit edildi. Bu süreçten önce de bir yılı dolmadan işten ayrılmak isteyen kişilere işten ayrılmasını zorlaştırmak amacıyla eğitim tazminatı ödemesi şartı getirildi.
UNFPA’nın konuya ilişkin açıklaması için tıklayın!
Pozitif Yaşam Derneği Yönetim Kurulu’nun konuya ilişkin açıklaması için tıklayın!
Kırmızı Şemsiye Derneği’nin konuya ilişkin açıklaması için tıklayınız!
Ankara merkezli bir kurum olan Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM), “1995’ten bu yana sığınmacı ve göçmenlerin hak ve hizmetlere erişimleri, psiko-sosyal iyilik halleri ve sosyal yaşama uyum konusunda destek verme amacıyla” 30’dan fazla ilde çeşitli faaliyetler yürüttüğünü belirtiyor.
SGDD-ASAM bünyesinde yıllarca emek verdiğini belirten bir grup işçi, “Çalışırken amacımız; yeryüzüne zehir saçan, insanların yaşam hakkını elinden alan savaşların mağdur ve tanıklarına az da olsa yardım edebilmekti. Ancak çalışma ortamı, bu yardımı hakkıyla yapabilmemiz için yeterince uygun oluşturulmamış ve oluşturulması için gerekli çaba gösterilmemişti. Süregiden problemleri dile getirmenin, problemlerin çözülmesi için bir faydası olacağını düşünerek kamuoyuyla paylaşmaya karar verdik” diyor.
İş sözleşmelerinin projelere bağlı olarak dönemsel yapılmasının ve son ana kadar işe devam edip etmeyecekleri konusunun kendilerine bildirilmemesini “en sık karşılaşılan sorun” olarak nitelendiren işçiler, bazı dönemlerde projenin uzatıldığının haber verildiğini ancak birkaç gün sonra projenin küçüldüğü söylenerek çalışanların bir kısmının işten çıkarıldığını anlatıyor.
Ayrıca, projelere fon verenlere yüksek sayıda yararlanıcıya hizmet ulaştırma vaat edilip buna karşılık yeterli personel istihdam edilmediğini savunan işçiler, “Böylece çalışanlar hem hizmet kalitesinden feragat etmek zorunda kalıyordu hem de mesai saatlerinde işlerini tamamlayamadığı için aradaki farkı kapatmak için evde de çalışmaya devam ediyordu ve tabii ki bunun için ek mesai ücreti almıyorduk” diyor ve ekliyor:
Kâğıt üzerinde insan kaynakları birimine şikâyette bulunabiliyordunuz ama şikâyete konu olan kişilerin genel merkezle yakınlığına bağlı olarak dönüş yapılıyordu. Zaten sonunda da insan kaynakları biriminin başına genel müdürün eşi getirilmişti. SGDD-ASAM yöneticileri devlet kurumlarıyla çok yakın ilişkilere sahip. Bundan dolayı, çalışanlara sık sık sosyal medyalarında siyasi yorum paylaşmamaları şeklinde uyarılar yapılıyordu. Tüm işe alım ve işten çıkarma süreçleri de merkezden kararlaştırılıyordu.
SGDD-ASAM’da yılda bir tüm çalışanların katıldığı genel toplantılar yapıldığını belirten işçiler, saatlerce süren bu uzun toplantılarda üst düzey yöneticilerin, telefonuyla ilgilendiği ya da mesaj yazdığı gerekçesiyle salondaki bazı çalışanları sahneye çıkartarak isimleriyle teşhir ettiğini ve mesajlarını herkesin önünde okuduğunu belirterek “Bir defasında, yeğeninin doğum haberini toplantı esnasında alan bir arkadaşımız, mesaja cevap verdiği için herkesin önünde mesajları okunarak azarlanmış ve bu arkadaşımız ağlayarak toplantıyı terk etmişti” tanıklığını aktarıyor.
2014 yılında kurulan İstanbul Sultanbeyli merkezli Mülteciler ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nden işçiler ise kurumun üst düzey yöneticilerinin aynı zamanda Sultanbeyli Belediyesi çalışanları olduğunu, ayrıca bazı kişilerin kurumda çalışan olarak görünüp projeden maaş alsa da işe hiç gelmediklerini anlatıyor:
Fon veren kuruluşlar derneği ziyaret etmeden önce yöneticiler bizi uyarıp söz konusu kişilerin izinde olduğunu söylememiz yönünde telkinde bulunuyordu.
İşçiler yemek ücretlerine ilişkin yaşanan hak gaspına dikkat çekerek, proje kapsamında gider olarak gösterilen bu ücretlerin hesaplarına yatırıldıktan sonra dernek yönetimi tarafından elden geri alındığını anlatıyor:
Diğer bir hak gaspı da fon veren kurumla yürütülen ortak proje kapsamında çalışanların hesabına yatırılan yemek ücretleri, dernek yönetimi tarafından zorla geri alınıyordu. Bunu reddeden çalışanlar işten çıkarılıyordu. Beri yanda çay-kahve-su gibi içecekleri bile kantinden ücretli satın alıyorduk.
Mülteciler ve Sığınmacılar Derneği Genel Koordinatörü Halil İbrahim Akıncı’nın konuya ilişkin açıklaması için tıklayın!
Sendika.Org