“Biz bu 1 Mayıs’ı esas olarak krizin, toplumsal ve ekolojik yıkımın, savaşın, işgal ve yayılmacılığın, ırkçılığın karşısına sınıfa karşı sınıf tutumuyla çıkılması anlayışıyla karşılıyoruz” diyen Alınteri, çürümüş düzene karşı sosyalizm alternatifinin öne çıkarılması yaklaşımıyla hareket ettiklerini belirtiyor
Ülke seçim sathı mailine girdi. İktidar baskı politikaları ile muhalefeti etkisizleştirmeye çalışıyor. Bir yandan da sokak yeni tipte işçi direnişleriyle, 8 Mart ve Newroz’da görüldüğü gibi sokağı boş bırakmayan bir kitle militanlığıyla ısınıyor.
Peki bu koşullarda 1 Mayıs 2022’nin anlamı nedir? Toplumsal muhalefet ne yapıyor? Öncelik ne olmalı? Sosyalist hareketin özneleri Sendika.Org’un sorularını yanıtladı.
“Biz bu 1 Mayıs’ı esas olarak krizin, toplumsal ve ekolojik yıkımın, savaşın, işgal ve yayılmacılığın, ırkçılığın karşısına sınıfa karşı sınıf tutumuyla çıkılması anlayışıyla karşılıyoruz” diyen Alınteri, “sıradan insan” nezdinde bile sezgisel de olsa hissedilen bu çürümüş düzene karşı sosyalizm alternatifinin öne çıkarılması yaklaşımıyla hareket ettiklerini belirtiyor.
Alınteri, 1 Mayıs’ın ardından önümüzde uzanan sürece dair de “Sosyalistlerin, işçi ve emekçi kitlelerde birikmiş öfkeyi sandığa endeksleyerek yatıştıran tutumların karşısında sokağı, öz gücü, meşru mücadeleyi esas alan bir söylem ve pratik geliştirmeleri tarihsel bir zorunluluk ve görevdir” diyor.
Sendika.Org: 1 Mayıs 2022’nin politik anlamı sizce nedir? Nasıl bir politik süreçte, nasıl bir önem taşıyor?
Alınteri: Bu 1 Mayıs’ın politik olarak birkaç anlamı olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan biri, emperyalist kapitalist sistemin derinleşen yapısal krizinin artık sadece lokal krizler biçiminde değil, dünyadaki dengeleri yeniden kurmaya zorlayan derinlikte bir nitelik kazandığıdır. Rusya’nın Ukrayna saldırısıyla görünürleşen bu gerçeğin tüm dünya halklarına faturası daha fazla yoksullaşma, daha fazla yıkım, daha karanlık bir gelecektir.
Türkiye’de emekçiler bu gerçeği iliklerine kadar yaşıyor. Ekonomik ve toplumsal yıkımın çok daha büyük ve derin olmasının yanı sıra faşist rejimin ekonomik-siyasi terörünün zıvanadan çıkmış olması Türkiye gerçeğinin öne çıkan yönlerini oluşturuyor. Buna bir de AKP-MHP ikilisinin saldırganlıkta olduğu gibi pişkinlik ve pervasızlıkta da sınır tanımayan küstahlığını eklemeliyiz. Tabiî onlara bu hareket alanını karşılarında yığınlara güven veren etkili bir muhalefetin bulunmayışı veriyor. Burjuvazi ve faşist rejim bu yüzden zaten krizi “yönetebiliyor”. Her sarsıntıyı “Allah’ın lütfu” olarak görüp fırsata çevirebiliyor.
AKP-MHP-Ergenekon faşist koalisyonunun bu bağlamda çok sık başvurduğu enstrümanların başında Kürt düşmanlığını köpürtmek geliyor. Burjuvazi ve devleti, Kürt düşmanlığını köpürterek içerde birikmiş toplumsal öfkenin yönünü saptırmaya çalışıyor; diğer taraftan bu kriz ortamını Kürt özgürlük hareketinin tarihsel toplumsal kazanımlarını çözecek, ruhsal olarak onda kritik kırılmalar yaratarak inançsızlaştıracak bir saldırı konseptiyle hareket ediyor. Burjuva muhalefet bu konuda da onun en büyük destekçisi. Şoven milliyetçilik temelindeki bu suç ortaklığı yetmezmiş gibi üstüne bir de mülteci düşmanlığını kaşımayı ekliyor.
Burjuvazi cephesinde hal böyleyken krizin yarattığı ekonomik ve toplumsal yıkımın işçi ve emekçiler cephesindeki yansımalarıysa bu sürecin politik niteliğini belirleyecek önemdedir. İşçi ve emekçiler 2022’yi sektörel ve coğrafi dağılım itibariyle çeşitlilik ve yaygınlık taşıyıp bir dalgaya dönüşen eylemlerle karşıladı. Kent merkezlerini eylem alanlarına dönüştürdü. Daha çok örgütsüz işyerlerinde işçiler söz birliği etmişçesine peş peşe iş bırakmalara gitti, işgaller gerçekleştirdi. Sınıf olma vasıflarını uzun süredir kaybetmiş olan Türkiye işçi sınıfı büyük bir gövdenin parçası olduğunu, çıkarlarının ortak ve ekmeğini küçültenlerin aynı adresler olduğunu duyumsadı. Bu direnişler içinde öncüleşen bir işçi tabakası oluştu.
Türkiye işçisi sınıfı 1 Mayıs’a da bu birikimle gidiyor. Daha doğrusu 1 Mayıs alanları işçi sınıfının bu mücadeleler içinden damıttığı kolektif gücünün, birikiminin yansıdığı bir ayna niteliği kazanacak. Zayıflıklarının ve güçlü yönlerinin yansıdığı bir ayna işlevini görecek.
Siz bu 1 Mayıs’a özel olarak hangi politik mesajı taşıyacaksınız? 1 Mayıs çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Biz bu 1 Mayıs’ı esas olarak krizin, toplumsal ve ekolojik yıkımın, savaşın, işgal ve yayılmacılığın, ırkçılığın karşısına sınıfa karşı sınıf tutumuyla çıkılması anlayışıyla karşılıyoruz. Öncesi bir yana pandemi ve çıplak hale gelen yıkım politikalarıyla “sıradan insan” nezdinde bile sezgisel de olsa hissedilen bu çürümüş düzene karşı sosyalizm alternatifinin öne çıkarılması yaklaşımıyla gidiyoruz.
Hazırlık kapsamında esas olarak okurlarımızdan başlayarak onların çevresine yayılacak bir 1 Mayıs dinamizmi yaratmayı esas aldık. Ağırlıklı olarak doğrudan temaslar biçiminde bir çalışma yürüttük. Sınıf içindeki mütevazi mevzilerimiz üzerinden de işçi sınıfının en azından temas edebildiğimiz bölüklerinde kendi öz gücüne güveni hissedebilecekleri eylem biçimleri ve direnişlerle karşıladık. İşçi sınıfının birleşik mücadelesinin önem ve anlamını pratikte gösterecek örnek tutumlar yaratmaya yöneldik, buna emek harcadık.
Bir yandan ülke seçim sathı mailinde ilerliyor, bir yandan savaş ve baskı politikaları ile iktidar muhalefeti etkisizleştirmek istiyor, bir yandan da sokak yeni tipte işçi direnişleriyle, 8 Mart ve Newroz’da görüldüğü gibi sokağı boş bırakmayan bir kitle militanlığıyla ısınıyor. Sosyalist hareketin önceliği ne olmalı?
Sosyalist hareket, bu militanlığı doğal kitle refleksine dönüştürecek ama aynı zamanda kendiliğinden hareketi alışılmış alışkanlık ve örgütlenme kalıpları dışına çıkararak örgütleyecek bir yaklaşımla hareket etmelidir diye düşünüyoruz.
Toplumsallaşmış sistem krizinin ve artan faşist saldırganlığın tetiklediği patlama dinamikleri emekçi kitleler içinde giderek yaygınlaşıp derinleşiyor. Ekmek kadar özgürlük istemi de devlet destekli erkek şiddeti de neoliberal yağma ve talana karşı yaşamı ve doğayı savunmayı içeren mücadele dinamikleri de -ayrı kanallardan aksalar da- birbirlerini besleyip cesaretlendirerek büyüyor. Burjuvazinin sürece tepkisi ise faşist devlet terörünü tırmandırmanın yanı sıra bu saldırganlığın bilinçleri dumura uğratacak, kutuplaşmayı ideolojik-siyasi araçlarla derinleştirecek politikalarda ısrar şeklinde özetlenebilir.
Bu konseptin işçi ve emekçiler cephesinden püskürtülebilmesi, ilerici sosyalist güçlerin emek-sermaye çelişkisini derinleştirmeyi esas alan bir yaklaşımla örgütlenme seferberliğine girişmesini zorunlu kılıyor. Bu seferberliğin, her kıvılcımı büyütecek bir militanlık ve gözü peklikle örülmesi gerekiyor. Tam da bu noktada burjuvazi cephesinden de miadı çoktan dolmuş fakat kitleler nazarında hâlâ önemli olduğu düşünülen sandığın adres gösterilmesi kadar tehlikeli bir yaklaşım olamaz. Sosyalistlerin, işçi ve emekçi kitlelerde birikmiş öfkeyi sandığa endeksleyerek yatıştıran tutumların karşısında sokağı, öz gücü, meşru mücadeleyi esas alan bir söylem ve pratik geliştirmeleri tarihsel bir zorunluluk ve görevdir.
Bu sorumluluk, 1 Mayıs’ta Taksim ısrarını sürdürmekte somutlaşıyordu. Sınıfın gövdesinin bir sınıf iradesi geliştirecek kadar örgütlü olmadığı, ona öncülük ettiğini iddia eden kesimlerin de bu misyona uygun davranmadığı bu koşullarda maalesef icazet sınırlarına takılındı. Oysaki işçi sınıfının karşı karşıya olduğu saldırganlık, bu saldırganlık karşısında geliştirdiği direnişler ve taşıdığı direnme potansiyeli onun en azından öncüleşen kesimlerinin 1 Mayıs’ta sistemle daha ileri düzeyde karşı karşıya geleceği bir duruşu gerekli kılıyordu. Topluca Taksim denilseydi bu süreçte mücadele tedrisatından geçmiş azımsanmayacak bir işçi kitlesinin, emekçinin o alan için verilecek kavganın parçası olacağına inanıyoruz. Oysa bu yapılmadı ve işçi sınıfı sürekli sandığı işaret ederek sokak korkusunu körükleyen CHP’nin siyaset sınırlarında hareket edilen bir 1 Mayıs’a mahkûm edildi.