Geçtiğimiz hafta Hindistan’daki işçiler, 250 milyon insanın içinde yer aldığı muhtemelen insanlık tarihinin en büyük genel grevini başlattı. Şimdi, Narendra Modi’nin şirket yanlısı, aşırı sağ politikalarını protesto etmek için çiftçilerle el ele veriyorlar
Hindistan başbakanı Narendra Modi dönemindeki genel grevlerin garip şekilde tekrar eden bir niteliği var. Öncelikle, ulusal düzeydeki büyük sendikalar (Modi’nin aşırı sağcı Bharatiya Janata Partisi BJP ile uyumlu sendikalar dışında) genellikle BJP’nin son zamanlardaki işçi karşıtı politikalarına tepki olarak bir ya da iki günlük genel grev çağrısı yapıyor. Ülke çapında milyonlarca insan destek için sokaklara dökülüyor. Grev liderleri, eylemi belki de tarihteki en büyük grev olarak görüyorlar. Ülke dışındaki sol medya grevi selamlarken, Hindistan’daki ana akım medya bundan neredeyse hiç bahsetmiyor. Ve sonra hayat görünüşte normale dönüyor.
Hindistan’da geçen haftaki genel grev tablosunda şu unsurlar yer alıyordu: BJP’nin işçi karşıtı politikalarına yanıt olarak ulusal düzeydeki sendikaların çağrısı; kitlesel katılım iddiaları (bu grevde 250 milyon kişi); ve grevin zaman sınırlı doğası. Ancak 26 Kasım 2020 grevinin farklı bir niteliği daha vardı. Geçtiğimiz mart ayında hükümet, uyguladığı ayrımcı vatandaşlık yasalarına tepki olarak yapılan kitlesel eylemlerin son kalıntılarını da temizlemek amacıyla, salgını bir bahane olarak kullanmıştı. Bu nedenle, protesto amacıyla sokaklara dökülmüş insanlar çarpıcı bir görüntü oluşturdu.
Daha da önemlisi, genel grev, büyük bir çiftçi örgütü grubu tarafından başlatılan bir yürüyüşle birleşti. Tüm yürüyüşçülerin planı başkent Delhi’ye ulaşmaktı. Sosyal medya birdenbire çiftçilerin polisin onları şehirden uzak tutmak için diktiği bariyerleri yıkmak için traktör ve kamyon kullandığı görüntüler ile çalkalandı. Bir videoda, bir protestocu barikatlardaki bir polise “Bu bir devrim, beyefendi” diyordu.
Göstericilerin kararlılığını kabul eden hükümet, onlara, şehrin iktidar merkezlerinden uzakta, Delhi’nin uzak bir köşesinde protesto düzenleme izni verdi. Her ne kadar bazı çiftçiler resmi protesto alanına gitse de çoğu çiftçi teklifi reddetti ve sınırda kaldı, kalanlardan bazıları aylarca kalmalarına yetecek yiyecek ve erzak getirdiklerini söylüyordu. Bu sadece sembolik günübirlik bir mesele değildi. Salı günü itibariyle, merkezi hükümet çiftçi sendikası liderleriyle görüşmeye başladı, ancak eylemciler, talepleri karşılanana kadar sınırda kamp yapmaya devam edeceklerini söylüyorlar.
Pek çok yönden, Delhi yürüyüşü, BJP kontrolündeki ulusal yasama organının, tarım sektörünü büyük şirket ve mali çıkarlara açık hale getirmeyi hedefleyen üç tartışmalı yasa tasarısını geçirmeye çalıştığı eylül ayında patlak veren protestoların bir devamı oldu. Çiftçiler, yasanın, hükümetin satın aldığı çeşitli mahsullerin fiyatını belirlemesi yoluyla çiftçilere bir miktar istikrar sağlayan ve uzun süredir devam eden asgari destek fiyatları sisteminin kaldırılması yolunda bir adım olmasından korkuyor.
Hükümet, belki de COVID kaosunun ortasında tasarıları geçirebileceğini düşündü (Hindistan, o ay COVID vakalarında Brezilya’yı geçti), ancak tasarıların geçişi, çiftçilerin tarım sektöründeki neoliberal reformların derinleşmesini kınamasıyla birlikte yaygın bir tepkiye yol açtı. Protestolar ülke geneline yayıldı, ancak en güçlüleri, bir zamanlar Hindistan’ın Yeşil Devrimi için başlangıç noktasını temsil eden ve zengin kuzey eyaletleri olan Pencap ve Haryana’da gerçekleşti. Protesto liderleri genellikle zengin köylü geçmişinden geliyordu ancak gösteriler tarım sektöründen farklı sınıflardan büyük destek topladı.
Çiftçi hareketleri, Hindistan da dahil olmak üzere Marksist solda her zaman endişe verici bir konu olmuştur. Lenin’e, Kautsky’ye ve Marx’ın kendisine dönecek olursak, solcular “tarım sorununu”, köylünün tarihsel bir kalıntı, kapitalist ilişkiler tarım dünyasına nüfuz ettikçe yok olmaya mahkûm bir feodalizm kalıntısı olduğu varsayımıyla tartıştılar. Ancak Hindistan’daki on yıllardır devam eden kapitalist gelişme, köylülük inatla ülke ekonomisinin merkezi bir özelliği olarak kaldığı için, bu varsayımı sorgulatıyor.
Genellikle zengin, orta ve fakir olarak köylülük kategorilerine ayrılan bu grupların tümü, arazi sahibi ve pazar için meta üreticisi olma rollerinde birleşmişlerdir ancak spektrumun daha yoksul ucunda kalanlar genellikle bu işi, diğer köylülerin çiftliklerinde çalışarak ücretli emekle birleştirirler. İktisatçılar Amit Basole ve Deepankar Basu’nun 2011 tarihli bir çalışma raporunda belirttikleri gibi, “Topraksız işçilerin, marjinal çiftçilerin ve küçük çiftçilerin birine serbest emek olarak diğerine sahip-üretici olarak katılması sebebiyle hem ücretli emeğin hem de küçük meta üretiminin bir arada bulunması devrimci siyasetin görevini karmaşıklaştırmıştır.”
Hindistan’ın neoliberalizme doğru ilerlemeye başlamasıyla 1980’lerde bu tür karışıklıklar gündeme geldi. Ticaret hadleri tarımdan uzaklaştıkça, ülke çapında, genellikle tarım ürünleri için daha yüksek fiyat talepleri etrafında birleşen, “yeni çiftçi hareketleri” ortaya çıktı. O zamanlar pek çok Marksist, bunları, topraktaki tarım proletaryasını sömüren, zengin köylülerden oluşan hareketler olarak görmezden geldi. Diğerleri, köylülük içindeki tabakalaşmayı kabul etmekle birlikte çiftçilerin büyük çoğunluğunun neoliberalizm altında acı çektiğini iddia ederek buna karşı çıktı.
Basole ve Basu makalelerinde, Hindistan’da işleyen kapitalist sömürünün hassas mekanizmalarını belirlemek amacıyla elli yıllık ekonomik ve demografik veriyi analiz ettiler. Tarım sektöründe, “Avrupa örneğinden farklı bir şekilde de olsa sınıf farklılaşması artmaktadır. Hindistan’ın kırsal kesiminde meydana gelen bu farklılaşma, kapitalist ve işçi arasında olmaktan çok, heterojen kırsal eşraf ve heterojen kırsal yoksullar arasındadır.”
Bu sektörün yoksul tarafı ücretli emekle meşgul ve bu nedenle klasik Marksist anlamda sömürülüyor. Ancak, yalnızca en fakir değil, birçok küçük meta üreticisi, Basole ve Basu’nun “eşitsiz değişim yoluyla artık istihracı” dedikleri durumla karşı karşıya. Bu ortamda, “tüccarlar, bu pazarlardaki tekel konumlarından dolayı, sistematik olarak fiyatların temel emek değerlerinden sapmasını sağlamayı başarırlar.”
“İşçi sınıfının bakış açısından, eşitsiz mübadele yoluyla artık istihracının nerede bittiğini ve ücretli emek yoluyla artık istihracının nerede başladığını belirlemek zordur.” Ayrıca hem küçük hem de büyük çiftçiler, Hindistan’ın korkunç çiftçi intiharları krizini (pandeminin daha da şiddetlendirdiği bir kriz) körükleyen borç döngülerine hapsolmuş durumdadır.
Bu durum, mevcut çiftçilerin protestolarının, esasen zengin köylülerin önderliğinde olmasına rağmen, tarım toplumunun üst katmanlarının ötesinde neden yaygın bir destek bulduğunu açıklamaya yardımcı olur. Sınıf ve kast geniş köylülüğü bölerken, neoliberal dönüş, tarım alanında sınıflar arası ve kastlar arası ittifaklar için alanlar yarattı. Ve en çok sömürülenlerin (tarım işçileri, marjinal toprak sahipleri, ezilen kastlar) ihtiyaçlarına uyum sağlayan sendikaların müdahalesi sayesinde, çiftçi hareketleri daha radikal bir değişim talep etmeye zorlanabilir.
O halde, bu hareketlerde zengin çiftçilerin varlığı, sol örgütlenmenin önündeki aşılmaz bir engel olarak değil, değişen siyasi ve ekonomik iklime, esneklik ve dikkatle karşı koymaya dair bir meydan okuma olarak görülmelidir. Sol, son yıllarda, tarımsal örgütlenmeye dair bu türden esnek bir yaklaşım benimsedi; seçim şansı azalmasına rağmen, Hindistan Komünist Partisi (Marksist), ya da kısaltılmış adıyla CPM, 2018’deki büyük çiftçi yürüyüşünde önemli bir rol oynadı ve bu da mevcut militan çiftçi protestosunun başlamasına yardımcı oldu.
Seçim alanında bile Komünist partiler, en azından bazı yerlerde, benzer bir esneklik ve siyasi anlayış ortaya koyuyorlar. Bihar eyaletinde yapılan son seçimlerde, yalnızca ana akım Komünist partiler (CPM ve Hindistan Komünist Partisi (CPI)) değil, aynı zamanda daha radikal CPI (ML) Kurtuluş da (kökleri, Maoizmden ilham alan ve son derece gerici olan toprak ağalığı ve sömürü sistemlerine karşı sıklıkla şiddetli mücadeleler yürütmüş olan Naxalbari hareketine dayanan parti) diğer BJP karşıtı partilerle bir seçim koalisyonuna girdi.
Hindistan solu esneklik maharetine her zaman sahip olmamıştır. 1996 yılında, hala “tarihi hata” olarak anılan bir olayda, CPM, ulusal seçimler askıda bir parlamento oluşturduktan sonra, BJP karşıtı bir koalisyonun başbakanlık teklifini geri çevirdi. Dolayısıyla son Bihar seçimleri yeni bir başlangıcı temsil ediyor.
İdeolojik saflıktan kaçınan üç Komünist parti, eyaletteki alt kast oylarını sosyal adalet mesajıyla birleştirmeye çalışan bölgesel bir parti olan Rashtriya Janata Dal’dan (RJD) Tejashwi Yadav liderliğinde bir koalisyon oluşturdu. Yadav, BJP’nin tartışmanın şartlarını Hindu milliyetçi çizgileri doğrultusunda belirlemesine izin vermedi, bunun yerine BJP’nin özellikle istihdam olmak üzere üzerinde durmaktan kaçındığı temel sorunları vurguladı. Bu mesaj, Komünist partilerin kampanyalarının yanı sıra Bihar’daki seçmenler arasında da yankı uyandırdı.
Sonunda, BJP’nin koalisyonu seçimi kazandı, çünkü Yadav’ın kampanyası son derece popüler olmasına rağmen çok geç ortaya çıktı. Yine de Komünist partiler ve özellikle CPI (ML) Liberation, uğruna yarıştığı on dokuz sandalyenin on ikisini kazanarak, son derece iyi bir performans sergiledi.
Bazıları bunu Sol’un popüler bir iktidar karşıtı koalisyona katılmadaki pragmatizmine bağladı, ancak diğerleri özellikle CPI (ML) Kurtuluş’un derin köklerine ve adanmış kadrosuna işaret etti. Parti yeraltından çıkıp seçim siyasetine girerken, uzun süredir birlikte savaştığı ezilen gruplarla yakın taban bağlantılarını sürdürdü.
Komünist partiler arasında, özellikle Kurtuluş kast meselelerine uyum sağlamıştır, çünkü kısmen, tarım işçileri için verdikleri savaşlar, aynı zamanda, kırsal proletarya kesiminin büyük bölümünü oluşturan Dalitlerin (daha önce “Dokunulmaz” olarak kabul edilenler) onuru için verilen mücadelelerdir. Kast karşıtı lider Jignesh Mevani’nin belirttiği gibi, “Bihar seçimlerinde Kurtuluş, Brahminik Sol liderliğe dair popüler kanıyı değiştirerek üst kasttan tek bir aday dahi ortaya koymadı.”
Bu umut parıltıları, sol bir dirilişin kaçınılmaz olduğu anlamına gelmez. Pandemiyle gelen muazzam sosyal, ekonomik ve sağlık alanındaki yıkıma rağmen Modi hala geniş bir popülariteye sahip; bu kısmen de gerici muadilleri Trump ve Bolsonaro’nun aksine Modi’nin, salgının ciddiyetinin altını sürekli olarak çizerken, salgını kendisinin kontrolü dışında doğal bir felaket olarak göstermesine bağlı. Bu retorik, sadece onlarca yıldır (BJP hükümetinin derinleştirdiği) neoliberal gerekçelerle kamu sağlığına yatırım yapmama konusunun değil, aynı zamanda Modi’nin felaket bir şekilde dar görüşlü ve tutarsız sokağa çıkma kısıtlamalarının (milyonlarca göçmen işçiyi işsiz bırakarak, memleketlerine geri dönmek için zorlu yolculuklar yapmaya zorluyor) da üstünü örtüyor.
Ancak Modi, Hindu mitolojisine başvurarak ve COVID ile savaşan yurttaşları eski destan Mahabharata’daki savaşçılara benzeterek, ortak fedakârlık dilini ustaca kullandı. Bihar seçim sonuçları, her ne kadar eyalet, ani sokağa çıkma kısıtlamaları nedeniyle hayatları altüst olan birçok göçmen işçiye ev sahipliği yapsa da Modi’nin salgını ele alış şeklinin cezalandırılmadığını gösteriyor. Ve en azından seçim cephesinde, BJP’ye karşı ulusal düzeyde ikna edici hiçbir alternatif ortaya çıkmadı.
Ancak filozof Isabelle Stengers’in bir zamanlar belirttiği gibi, “Umut, olasılık ile olanak arasındaki farktır.” Genel grev, çiftçi hareketi, Bihar seçimi; bunların tümü, Hindistan’da sağın egemenliğine geri adım attırma ve Hindistan sınıf siyasetinin iki anlamlı unsurlarını dönüştürücü değişim uğruna bir koalisyon oluşturmak için yönlendirme yolunda, olasılık olmasa da olanak sunar.
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Müge Ertürk tarafından Sendika.Org Dergi için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.