1980 sonrasının öğrenci derneklerini kuranlar, gökten zembille inmediler. Onlar 1970’lerin lise ve üniversite mücadelelerinde yoğrulmuş gençlerdi. İlla bir isim verecekseniz, 78’li diye tabir ettiklerinizden hiç farkları yoktu. Hatta bizzat onlardı. İstanbul Üniversitesi’nin kapısında patlatılan bombayla öldürülenlerin ya da belki de Bahçelievler’de öldürülmüş 7 TİP’linin arkadaşlarıydı…
Hakikat arayışı zordur. Her özne, yaşadığı yakın/dolayımsız çevresini kendinden bilir/tanır. Anladığını zanneder. Ama yanlılığından dolayı anlamama ya da yanlış anlama riski de hayli yüksektir. Oysa kendisinin içinde olmadığı, daha karmaşık ilişkilere sahip bir dünyayı çok daha akılcı bir mantık silsilesi ile değerlendirebilir. Öznellik işte az biraz böyle bir şey. İçinde bizzat kendisinin de yer aldığı bir avuç sığ suda fırtınalar koptuğu sanrısı ile yaşamak! Bu satırlardan öznelliğin her zaman kötü olduğu sonucu da çıkartılmasın. Eğer kişi öznel tarihini yazıyorsa, öznel kalmaktan başka çaresi de yoktur. Hakikate çıkan yol, biraz da kendinle yüzleşmekle başlar. Ama kendine yazıklanmadan, dev aynasında görmeden, hatta kendini önemsizleştirmeyi bile becererek!
Ertuğrul Bilir’in 14 Nisan 2020’de Sendika.Org’da çıkan “14-15 Nisan 1987: Bak işte yan yana onlar!” başlıklı yazısını ve ardından Nezih Kazankaya’nın yine Sendika.Org’da çıkan 1980 sonrası öğrenci gençliğin mücadelesinde Yarın Dergisi’ne biçilen değer üzerine uzun sayılabilecek yazısını ilgiyle okudum. Bilir, kendince elinden geldiği ölçüde nesnel kalmaya çalışarak, belgelere dayanan bir araştırma yapma çabası ile 14 Nisan’ı yazmayı tercih etmiş (zaman zaman başarmış da!). Ama Kazankaya’nın cevabi yazısında Bilir’in, Yarın Dergisini çıkartanları Türkiye İşçi Partili gençlik yerine Türkiye Komünist Partisi yandaşı olarak göstermesine dönük verdiği cevap, biraz uzun kaçmış. Kazankaya, Bilir’e kendi (öznel) örgütlülük tarihi içinden yanıt vermeyi tercih etmiş. Ama bir dönemi açığa çıkarması, TİP’te örgütlenmiş gençlerin çıkarttığı Yarın Dergisi ve dernekleşme periyodundaki öğrenci gençlik hareketine yönelik bazı gerçeklerin ortaya serilmesi için yararlı da olmuş.
Nabi Kımran’ın, Sendika.Org’da çıkan 3 bölümlük yazısı ise okunması zor. Zor, çünkü yazılar zaten gereksiz uzunlukta, oldukça öznel. Bir tür yazıklanma, biz ne büyük işler yaptık ama bizi hiç adam yerine koymadılar minvalinde (haleti ruhiyesinde) yazılmış olması, hani pek keyifle izlenmesini mümkün kılmıyor. Üstüne: bir tahrifata yanıt verdiğini varsayıp, birden çok tahrifatla menkul olması da cabası!
Kımran’ın öznelliklerine, hatalarına, tahrifatlarına ayrı ayrı yanıt verilmesini doğru bulmuyorum, zaten kendisi de düştüğü hataların farkına varıp, kendince düzeltmelerde bulunuyor… Başlarda Yarın Dergisi çevresinde örgütlenen gençliğin hak temelli mücadeleyi başa koymasını “devrimci mücadele”nin önüne “kazık fren” diye “pasifizm/reformizm” ile suçlarken, “yel önünde savrulup giderek dağılma sürecini hızlandıran reaksiyoner” kendi tavırlarını da ilerleyen dönemde aşırı bulduğunu da itiraf ediyor (ama Yarıncılara da hak vermek olarak anlaşılmasın diyor, bunca yıl sonra bile hala düşmanca tavrını sürdürüyor, enteresan bir ruh hali!?). Hem zaten yazısından sonra kendisini olumsuzlayan başka bir sürü yazı da çıktı, teker teker yanıtlamaya gerek yok yani…
Benim takıldığım daha ziyade, genel resim! Nabi Kımran’ın yazısı ne kadar mücadeleci olduklarının, ne kadar fedakarca, cefakarca mücadele ettiklerinin kendince önkabulleri ile dolu: orada çatışmışlar da, burada vuruşmuşlar… Bir türlü ne kadar değerli oldukları anlaşılmamış, “kayıp bir kuşak”mışlar… Aslında 87 değil de 88’li demeleri lazımmış da, mışmış!
Sonra?
Sonrası malum… İş sıkıya gelince reaksiyoner tavırlarına son verip, kaçmışlar. Kendi cümleleri ile: “Sonuçta hepimiz ‘kaçtık’ ellerimizle ördüğümüz ve sonunda bizi nefessiz bırakan kozanın içinden; kimimiz ileriye, kimimiz geriye. ‘İleriye kaçanların’ yaşananı anlama, anlamlandırma, aşmayı zorlama şansı oldu hiç olmazsa. Bu şansı kimler değerlendirdi, kafayı gözü yarmadan çıkabildiler mi bu ‘değerlendirme’ gayretinden bilemem; öte yandan geriye kaçanlar ‘haklı gerekçelere dayanan bir kaçışla’ nereye kadar avunacaklar, kaçtıkları yerde mutlular mı, bunu da bilemem.
87’lilerin yükseliş ve düşüşünün hikayesi budur.”
Ne diyelim şimdi, bu satırları okuyunca!? Vah vah, çok üzüldük mü, benim içimden gelen bu değil maalesef! Kendini “devrimci” ilan edip, “devrimci mücadele”ye bu kadar halel getirmek ve bugün dahi bunları bu şekilde savunabilmek!? Nasıl anlatsam, gündem bu kadar sıkışıkken, bu kadar hızla duvara çarpmak üzereyken, sanki, matah bir şey yapmış gibi, bir de bunu sorun ederek bunu tartışmak!?
Ben Nabi Kımran’a ayrı ayrı yanıt vermek yerine, Yarın Dergisi’nin kendimce (o dönemleri yaşamış birinin gözüyle) hikayesini mümkün mertebe kısa yoldan anlatayım. Hem daha öğretici hem daha eğlenceli. Hem de oldukça sıradan, bizim gibi insanların hikayesi…
Önce bir tartışmayla başlayayım. 1980 sonrasının öğrenci derneklerini kuranlar, gökten zembille inmediler. Onlar 1970’lerin lise ve üniversite mücadelelerinde yoğrulmuş gençlerdi. İlla bir isim verecekseniz, 78’li diye tabir ettiklerinizden hiç farkları yoktu. Hatta bizzat onlardı. İstanbul Üniversitesi’nin kapısında patlatılan bombayla öldürülenlerin ya da belki de Bahçelievler’de öldürülmüş 7 TİP’linin arkadaşlarıydı… Bu kuşakları isimlendirme hikayesi hayli karışık. Normalde isimlendirmeler, tarihte yaşanmış büyük olaylara göre yapılır. Hani 1968 kuşağı derken, biliriz ki tüm dünyayı sarsan bir şeyler olmuştur… O gençler, işte o dönemin gençleridir. Peki 78 kuşağı derken? Ortada pek de önemli bir durum/olay yokken, aslında 68’lilerden ayırma gayretiyle (68’lileri de referans alarak) yapılan bir isimlendirmeyle karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız. 1970 darbesinden sonra, 1960’ların gençlerini model alarak siyasileşmeye çalışan bir kuşaktır anlatılmak istenen! Peki 1988’liler derken nedir anlatılmak istenen? Bu isimlendirmeyi ilk olarak 1980 sonrası kısmına benim de katkı verdiğim, sevgili Yalçın Bürkev’in, Notabene’den ODTÜ Tarih Direniyor (ISBN 9786059679763, 2016, NotaBene Yayınları, 615 sayfa) kitabında rastladım. Yalçın Hocam ODTÜ’nün devrimci tarihi üzerine bir kitap çıkartmaya niyet bağladığında, ODTÜ’lü öğrencilerin 1980 sonrasındaki muhalif/devrimci mücadeleleri konusunda bir şeyler paylaşmamız için bizlere de ulaşmıştı. Benimle YARIN dergisinin eski sayılarından haberdar olarak irtibata geçmiş ve böyle bir kitap hazırlığından söz ederek, 1980 sonrasındaki boşluğa dikkat çekmiş ve bu boşluğu doldurmamı(zı), önereceğim(iz) arkadaşlarla kendisinin de iletişime geçeceğini bildirerek ricacı olmuştu. Böylece 80 sonrası ODTÜ tarihi hakkında da derli-toplu bir şeyler söyleyen ilk kitap özelliği de taşır, Yalçın Bürkev’in derlediği kitap. Aslında 1980 sonrasında üniversite öğrencilerinin mücadelelerine dair çeşitli dergilerde ya da gazetelerde paylaşılmış yazılar olmasına karşın, sanırım en derli toplu ve en yaygın külliyat, YARIN dergisinde, sonrasında Öğrenci Postası ve ODTÜ’de Katılım dergisinde ve eğer yanlışlıkla bugüne kaldıysa, diğer öğrenci derneklerinin bültenlerinde toplandığını da söyleyebiliriz (mesela birini de Remzi Özkan paylaştı geçen). Kısacası 1980 sonrası ile ilgili öğrencilerin ağzından benim de hazırladığım bir-iki yazıya (ve tabii kurucusu olduğumuz dernekten birkaç arkadaşın da yazısına) da yer vermişti Yalçın Hocam. Kitap elime geçtiğinde 1968, 1978 ve 1988’liler diye sınıflandırma yapılmasına şaşırmıştım ama önem de vermemiştim. Yalçın Bürkev’le aynı bölümde okudum. Hani kendisiyle en çok 5-6 yaş farkımız vardır. Yalçın Hocam kızmasın ama kendisiyle de konuştuğum için, rahatça anlatıyorum: 1970’lerle ilgili kısmı yani kendisinin de dahil olduğu kısmı epey hacimli tutmayı tercih etmişti, Bürkev. 1980 sonrası kısım ise eh işte. Küçümsemek için değil. Herkes kendi yaşadığı tarihi (daha iyi bildiğini) parlatmayı, anlatmayı tercih ediyor, demek ki? Bürkev, 1980 sonrasında ODTÜ’de kalabildiğimize göre bizi 1978’liler yerine 1988’li ve 1998’liler altında sınıflandırmayı tercih etmişti.
Ertuğrul Bilir, 1987 14 Nisan’ında yaşadığı olaylara yer vereceğine göre 1987’liler diye anlatacaktı! Nabi Kımran ise yine kendi cephesinden 1988’liler kayıp kuşak diye vah vahlanacaktı! Biraz uzun oldu ama sanırım anlatabildim: herkesin tarihi kendine… Demek ki neymiş: tarihi, hele yakın tarihi kendinden uzaklaşarak, nesnel olarak anlatmak neredeyse imkânsızmış!!!
Merkezi bir politika olarak hemen hemen her üniversite ve fakültede TİP’li gençlerin önayak olduğu öğrenci dernekleri mücadelesi, Yarın Dergisi vasıtasıyla, öğrenci hakları temelinde başlatıldı. 1980 öncesinden kadrolarını az-buçuk koruyabilmiş bir yapının bile isteye, ilmik ilmik işlediği bir politika ile önce Yarın Dergisi çıkartıldı. Sonra da Yarın Dergisi aracılığı ile seslendiği öğrenci kitlesine Öğrenci Derneklerini kurun ve örgütlenin çağrısı yapıldı. Yarın Dergisi, Genç Öncü ismiyle ekipler (ya da hücreler) olarak Leninci mücadele işleyişine uygun olarak örgütlenen TİP’li gençlerin çabasıyla 1981 Eylül ayında başladı. Yarın Dergisi ile bu siyasi hareket, demokratik talepler için mücadele eden daha gevşek bir örgütlenme biçimine geçişin de yolunu açmıştır diyebilirim. 1980 12 Eylül Cuntası’na karşı Yarın Dergisi, muhalif gençlerin ses çıkarabildikleri her alanda ses çıkarmaları, yeni alanlar yaratmaları için bir zemin olarak tasarlandı ve başarılı da oldu…
Hepimiz biliyoruz ki: 1980 öncesi sol-sosyalist yapıların, 12 Eylül askeri darbesi ile aldığı darbeler bir hayli ağır oldu. Hemen her örgüt, ağır (ya da hafif) bir darbe aldı. Siyasi ortamın dağıtılması için “depolitizasyon” denilen bir süreç başlatıldı. Denebilir ki muhalefet, GırGır Dergisi ile birlikte Milliyet Sanat Dergisi gibi örneklerden yeniden dergiciliği keşfetti. TİP-Türkiye İşçi Partililer bunu ilk keşfeden oldu ve hayli de başarılı bir biçimde dergiciliğe başladı. Önce Bilim ve Sanat Dergisi, İşçiler için Gün Haber Dergisi ve Gençlik için Yarın Dergisi… Ardından başka dergiler de geldi, örneğin Arayış, Gökyüzü, Yeni Gündem vb… Hatta 1990’lara gelmeden dergiler de yetmeyecek ve yayın dünyası, ansiklopediciliğe kadar vardıracaktır işi.
Yarın Dergisi’nin gerçekten daha önceki (1970’lerin) siyasi gençlik dergilerinden belirgin bir farkı vardır. Kültür ve sanat öne çıkmıştır. Zaten artık açıktan siyaset yapabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla dönem itibari ile eski siyasi gençlik dergileri gibi, “sosyalist devrim mi – milli demokratik devrim” mi; ya da “faşizme ölüm mü – faşizme geçit yok mu” gibi konulara/polemiklere yer vermek mümkün olmadığı gibi, zaten bu tartışmalar da artık miadını çoktan doldurmuştur. Gençler (özellikle üniversiteli gençler) arasında yeni tartışmalar, gündemde yerini almaktadır. Örneğin varoluşçuluk yeniden keşfedilmiştir. Frankfurt Okulu pek revaçtadır. Althuser’in yapısalcılığına, Nietzsche’nin Hiççiliğine sardırılmaktadır. Bach’ın “Martı”sı, Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” öğrencilerin ellerinde gezmektedir.
Yarın Dergisi işte bu ortamın başlarında gençlik kesimi için, kültür ve sanat dergiciliği silsilesinin ilk dergilerinden biri olacaktır. Künyesinde kültür ve sanat dergisi yazmakla birlikte, siyasi olarak da belirgin bir muhalefet yapmaktadır. Yarın Dergisi’nin 1980 sonrası muhalif üniversiteli gençlere katkısı azımsanamayacak ölçüde çoktur. Tiraj olarak bakıldığında o dönemde gençlik dergileri için 5 bin yüksek bir rakamdır. İlk sayılarından itibaren Yarın Dergisi bu rakamı yakalamıştır ve kimi sayılarda 2. baskı da yapılmıştır. Hiçbir dergi (hatta gazete) elbette GırGır’ın yüzbinlerle ifade edilen tirajlarına yaklaşamaz. Dönem itibarı ile GırGır’ın yeri müstesnadır.
Yarın Dergisi’nin ilk sayısı “sanat ve edebiyatta toplumcu gerçekçiliğin genç soluğu” başyazısı ile çıkar. Yazıda uzun uzun toplumcu gerçekçilikten ne anlaşıldığı anlatılacaktır. “Toplumcu gerçekçiliğe sahip çıkıp da bu değerleri yozlaştıranlara da karşı” çıkılacağı ifade edilecektir. 1970’li yıllarda savunulan “sekter, şematik, sıradanlaşmış imge ve simgelere dayalı sığlıktan uzak kalınacağı” da söylenerek 70’li yılların yanlışlarıyla da hesaplaşılacağı ifade edilmektedir… “Toplumcu gerçekçi içeriği birbirinden çok ayrı biçimler halinde yansıtmak olanaklıdır. Bu anlayış yepyeni arayışlarla kucaklaştığı, özgün sonuçlara ulaşabildiği ölçüde yüksek estetik düzeylere erişecek, böylelikle etkin işlevler üstlenebileceği” vurgulanacaktır… Yine yazının sonuna doğru YARIN’ın ele alacağı sorunların, onun gençlerin katıldığı bir dergi oluşuyla uyum içinde olacağı söylenir. “Genç insanların yaşanan günlerin sıcaklığı içinde sanat ve edebiyatla ilişkilerinin kurulması dışında, kültürel parçalanmışlığı, cinsel sorunları, bireysel-psikolojik çözümsüzlükleri, kendisine ve topluma karşı yabancılaşması gibi sorunların YARIN’ın da ele alacağı sorunlar” olduğu söylenir. Bu cümleler, 70’li yılların sınıf mücadelesi adı altında, toplumsal sorunlar karşısında bireyi önemsizleştiren bir yayıncılık anlayışından azade kalınacağının da deklarasyonu gibi de okunabilir.
Yarın Dergisi’nin hemen her sayısı, ağırlıklı bir tema etrafında çıkmaktadır. Popüler Sanat, İnsan Hakları, Çocuk Hakları, Roman ve/veya Hikâye özel sayıları, Tiyatrocular, Fotoğraf Muhabirleri, Sinemacılar, Müzisyenler özel sayılarda Yarın’ın konukları olacaktır. Muzaffer Erdost, işkencede öldürülen kardeşi İlhan Erdost’a mektuplarının bazılarını ilk Yarın’ın sayfalarında paylaşacaktır. Yarın ilk sayısından itibaren bir şiir okulu olur. Her sayısında yeni yeni genç şairleri, yazarları, çizerleri öğrenmek mümkündür. Sadece Neruda, Brecht ya da Eluard değil mesela Langstone Hughes’un, Guillevic’in şiirlerini de tanımak mümkündür… Akif Kurtuluş’un Ece Ayhan’la söyleşisi, Can Yücel’in, Enver Gökçe’nin daha yayınlanmamış şiirleri… Ataol Behramoğlu, Özdemir İnce, Cemal Süreya, Edip Cansever, Ahmet Ada, Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Yaşar Miraç, Aydın Hatipoğlu, Müslim Çelik, Haydar Ergülen, Murat Yetkin ve kimler kimler… Sonra şiirleri ilk kez Yarın’da basılan daha genç ama sonradan şöhretli olacak şairleri de Yarın’da okumak mümkün olacaktır… Sonra genç çizerler de çıkacaktır Yarın’ın sayfalarından, Hatay Dumlupınar, Rüştü Erata, Aydan Çelik, Hasan Mutlu, Mustafa Okan… Mustafa Okan aynı zamanda Yarın’ı omuzlayan genç yönetmenlerden biri olacaktır.
TİP’li gençlerin, Yarın Dergisi ile birlikte daha demokratik-gevşek örgütlenmeye geçişi ve aynı zamanda demokrasi mücadelesinin yaygınlaştırılması hedefine yönlendiği anlaşılmaktadır. Yarın Dergisi TİP’li gençlere (Genç Öncü’lülere) bu hedefi daha da kolaylaştıran bir araç olacaktır. Kısa zamanda Yarın Dergisi, üniversitelerde siyaseten dağılmış gençlerin toplaştıkları bir çeper yaratır. Gençler, Yarın Dergisi çevresinde toparlanmaya başlarlar. Örneğin 12 Eylül sonrası dağılmış olan öğrenci örgütlenmesi, Yarın Dergisi içinde tartışılmaya başlandıkça, tüm üniversite camiasına da yayılır. Öğrenci Dernekleri fikriyatı’nı ilk dillendirenler ve faaliyete geçirmeye çalışanlar Hukuk Fakültesi’nden öğrencilerdir. Onlar da Yarın Dergisi’ni bir platform olarak görüp, dertlerini anlatırlar. Yarın’ın sayfalarına taşınmasıyla birlikte geniş bir ilgi görürler. Aslında bir anlamda bir hukuk mücadelesi deneyi olarak başlayan öğrenci dernekleri çalışması, Yarın’ın arkasında duran politik bakış açısıyla tüm üniversitelilere yayılmaya çalışılır. Politik bir hedef olarak öne çıkartılır. Ardından Yarın’ı çıkartan politik öngörülü gençlerin bu derneklerin yaygınlaştırılması için argümanları çoğaltmasıyla birlikte ODTÜ, Dokuz Eylül, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Hacettepe Tıp, AÜ SBF, AÜ Fen Fakültesi, Gazi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp, İTÜ, Marmara Üniversitesi ve fakülteleri ile daha birçok üniversitede çığ gibi bu düşünce yayıldıkça yayılır. Yine TİP’li gençlerin önayak olması ile kurucu gençler örgütlenir ve arka arkaya 1980 sonrası AÜ Hukuk Fakültesi’nde ilk Fakülte Öğrenci Derneği ile birlikte ODTÜ’de de ilk Üniversite Öğrenci Derneği kurulur. Yarın Dergisi, Öğrenci Dernekleri’nin kurulması ve tartışmaların yürümesinde platform olur. Üniversiteli gençlik, derneklere sahip çıkar. Örneğin ODTÜ’de dernek, bir haftada binden fazla üye kaydı yapar. Kuruluşları sonrasında Öğrenci Dernekleri’nin birleşme çabaları da Yarın Dergisi sayfalarında tartışılır. 1985, 1986 ve 1987’de öğrencilerin atılması ile ilgili ve YÖK karşıtı eylemlerde, öğrencilerin açlık grevlerinde Yarın Dergisi’nin katkısı gerçekten önemlidir. Yaygınlaşmak için mümkün mertebe çok sesli, türdeş olmayan, kendi gibi düşünmeyenlerle de birlikte başlatılan hareket zaman içinde, yapılan kimi politik hataların da çoğalmasıyla kimi karşıtlarını da üretir. Dernekçilik öğrenci hakları temelinde daha çok yol alması gerekirken, bir bardak suda fırtınalar kopar ve siyaseten kapışmalar başlar.
Yarın Dergisi, tartışılmaz bir biçimde gençler arasında muhalefeti derleyip, toparlamasına rağmen, çok da elinde olmadan yayınına son verir. Nabi Kırman’ın iddia ettiği gibi, öğrenci gençlik içinde zayıflamasından dolayı değil, TİP-TKP birleşmesi dolayısıyla, yeterince TBKP’lileşemediği, belki biraz da Behice Boran gibi güçlü bir liderin kaybı ya da belki de dünya sosyalist sisteminin çöküş sürecinin etkisiyle ve dergiyi fiilen çıkartan gençlerin devam etme isteklerine rağmen yukarıdaki kadroların talimatı ile kapatılmıştır.
Dev aynalarından kaçmakta yarar var. Şundan ya da bundan 1980 sonrası Öğrenci Dernekleri süreci uzun ömürlü olmamıştır. Bunda kendilerini devrimci diye tanımlayan yapılar dahil, tümünün sorumluluğu vardır. Türkiye mücadele tarihinde bir nokta olunup olunmadığının kararının, bu mücadelenin bizzat içinde olanlarca söylenmesi abestir. Günü gelince kuşaklar geçince, eğer esamisi kalırsa hakkı verilir. Yoksa içeriden bizzat yaşayan insanların, vahlanması, “bizi anlamadılar” diye yazıklanması hani nasıl desem: olmaz işte!
Mesela eski bir ODTÜ-ÖD kurucu başkanı olarak diyebilirim ki: 1980 sonrası dernek kuran, özerk-demokratik üniversite mücadelesinde bir bileşen olarak öğrenci hakları üzerinden çaba harcayan ODTÜ’lülerin de güzel hikayeleri vardır! Örneğin, 1982 anayasa oylamasında Türkiye’de %90 Anayasaya evet çıkarken, ODTÜ yurtlarında evet oylarının %5’lerde kalması (%70 hayır, %25 tak tak tak çıkması)… Cüneyt Canver ve Fikri Sağlar’ın ODTÜ ziyaretinde çıkan çatışmada, gözaltına alınan üyelerimizi çıkartmak için deli danalar gibi koşturulması… Tek kadın kurucumuz Hilal’in, mahkeme koridorlarında Halil diye çağrılması ve Savcı’nın karşısına olmayan bıyıklarını bura bura çıkması… “Siz iyi çocuklarsınız niye sizin derneğinizi tanımıyor ki, bu rektör” deyip önümüze düşen Mustafa Başçavuş’un Rektörlükten kös kös geri dönmesi gibi… Tekmili birden: ODTÜ Tarih Direniyor’da…
Yarın Dergisi ile ilgili bir kısa video:
Saygılarımla
Aydın Bodur; 1980 sonrası ODTÜ İşletme Öğrencisi, 1984-86 ODTÜ ÖD Kurucu Başkanı, Yarın Dergisi okuru falan filan…
İlgili yazılar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.