31 Mart 2019 günkü seçimde nasıl bir sonucun ortaya çıkacağını tahmin etmek oldukça zor. Sahada hangi bilimsel yöntemlere ve verilere dayanılarak yapıldığı bilinmeyen anketlerin sonuçları üzerinde değerlendirme yapmak ciddi bir hayal kırıklığına yol açabilir Genel seçimler havasında geçen yerel-mahalli seçimler hem iktidarın hem de muhalefetin geleceğini belirleyecektir. AKP-MHP iktidarının ve CHP-İYİ Parti ittifakının merkezinde yer […]
31 Mart 2019 günkü seçimde nasıl bir sonucun ortaya çıkacağını tahmin etmek oldukça zor. Sahada hangi bilimsel yöntemlere ve verilere dayanılarak yapıldığı bilinmeyen anketlerin sonuçları üzerinde değerlendirme yapmak ciddi bir hayal kırıklığına yol açabilir
Genel seçimler havasında geçen yerel-mahalli seçimler hem iktidarın hem de muhalefetin geleceğini belirleyecektir. AKP-MHP iktidarının ve CHP-İYİ Parti ittifakının merkezinde yer aldığı iç politik saflaşma, sistemin çevre güçlerini ve de sistem dışı güçlerin politik konumlanışını doğrudan etkilemekte ve yönlendirmektedir.
Seçmenin cinsiyete göre dağılım oranları neden önemlidir? Seçmen arasında cinsel ayrım yapmanın anlamsız olduğu söylenebilir. Ancak, toplumsal ve politik ilişkilerde kadın ile erkek arasındaki sorunların ve ilişkilerin aynı olmadığı dikkate alındığında hedef kitlenin belirlenmesi bakımından gereklidir.
Tablo-1: Cinsiyete Göre Seçmen
Kadın Seçmenler | Erkek Seçmenler | |||
Sayı | % | Sayı | % | |
Yurt içi | 28.589.477 | 50,76 | 27.733.155 | 49,24 |
Yurt dışı | 1.429.198 | 46,9 | 1.618.130 | 53,1 |
Toplam | 30.018.675 | 29.351.285 |
Kadın seçmen sayısı 30 milyon erkek seçmen sayısı ise 29 milyondur. Buna paralel olarak hem kadın hem de erkek seçmenlerin bölgelere ve hatta semtlere göre ekonomik durumları ve sosyal yaşantıları birbirinden oldukça farklıdır. Bu farklılığı mutlak olarak dikkat alarak bazı özgün politikalar belirlemek gerekir. Örneğin İstanbul’da Beşiktaş-Etiler’deki bir seçmenin sosyoekonomik durumu ile Bağcılar-Menderes’teki bir seçmenin sosyoekonomik durumu birbirinden oldukça farklıdır. Bu bölgelerdeki kadın seçmenin karşı karşıya olduğu sorunlar birbirleriyle kıyaslanmayacak düzeyde değişiklik arz eder. Bu nedenle her bölgenin yapısal sorunları dikkate alınmadan, ne tür bir seçmen kitlesine hitap edildiği bilinmeden yapılacak bir seçim faaliyeti ezber okumaktır. Her bölgenin özgün durumuna bağlı olarak özellikle kadın seçmen kitlesine yönelik belirlenecek somut, denetlenebilir ve anlaşılabilir politikaların oluşturulması beklenilenden daha etkili sonuçlar doğurabilir. Kadının bir oyunu almanın ötesinde ev içindeki oy tercihinde beklenilenden daha etkili bir sonuç yaratabilir.
Seçmen profilinin doğru tanımlanması birçok yönden önemlidir. Özellikle hedef seçmen kitlesinin belirlenmesi ve buna uygun politikaların oluşturulması bakımından gerekli ve hatta zorunludur.
Tablo-2: Seçmenin (Yurtiçi) Yaş Grupları
Yaş Aralığı | Seçmen Sayısı | Yaş Aralığı Oranı % |
18-29 | 13.970.568 | 24,8 |
30-39 | 12.400.323 | 22 |
40-49 | 10.789.605 | 19,2 |
50-59 | 8.662.944 | 15,4 |
60-69 | 5.937.664 | 10,5 |
70+ | 4.561.528 | 8,1 |
Türkiye’deki seçmen kitlesinin genç olması, seçim politikası bakımından önemli bir faktördür. Genç ve dinamik nüfusun sorunlarını bilmek ve ona uygun çözümler/projeler üretmek de önemlidir. Türkiye’de 18-29 yaş grubu seçmen kitlesi genel seçmen kitlesinin yaklaşık ¼ oluşturuyor. Bu oran politik partilerin belki de en önemli hedef kitlesidir. Bu seçmen kitlesini klasik sloganlarla ve vaatlerle etkilemek pek olanaklı değil. Bu kitle soran, sorgulayan, alternatifleri takip eden bir sosyal gruptur. Seçmen kitlesindeki oy değişkenliği ve akışkanlığının en önemli parçasını bu grup oluşturuyor. Doğru ve inandırıcı politik belirlemelerle bu grubun tercihlerini değiştirmek oldukça yüksek bir olasılıktır. İkinci kategoride olan 30-39 yaş grubu da seçmen kitlesi içerisinde değişime açık olan bir başka kesimi oluşturuyor. Bu kitle seçim tecrübesi ve değişiklikleri algılaması veya yeni alternatiflere açık olması bakımından önemsenmektedir.
18-39 yaş grubu genel seçmen kitlesinin yüzde 46,8’ini oluşturuyor. Ara katman olarak bilinen 40-49 yaş grubu da yüzde 19,2 ile genel seçmen kitlesinin ikinci büyük grubunu oluşturmaktadır. 50 yaş üstü grup ise seçmen kitlesinin yüzde 34’lük bir grubunu oluşturuyor. Bu grubun gelenekleri oturmuş ve ciddi bir değişim yaratmayacak olan seçmen kitlesini oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan 18-39 yaş grubu değişkenlik bilinçli bir terciye dayandığı için bunları kapsayan taleplerin somut, inandırıcı ve etkileyici olması gerekir.
Türkiye toplumunun politik tercihleri sanıldığı gibi kolay değişmiyor. Özellikle din gibi sosyo-politik değerlerin birey üzerindeki hakimiyeti geliştikçe, değişimi de sanıldığı gibi kolay olmuyor. Devletin toplumu kontrol edebilmesi için belirlediği en önemli strateji, dinin politik ve sosyolojik gücünü en kapsamlı bir şekilde kullanması ve toplumun en küçük alanlarına kadar yaygınlaştırmasıdır. Bunun politik sonuçlarını da seçmen kitlesinin sokaktaki davranışından görebiliyoruz. Bu nedenle toplumdaki sosyolojik ve politik değişimleri dikkate alarak daha objektif veriler üzerinden bazı değerlendirmelerin yapılması zorunludur.
Devletin toplum üzerindeki sosyo-politik hakimiyetinin mutlak olmadığını bunları bazen ani bir reflekse de değişme olasılığı olduğunu bilmek gerekiyor. Ekonomik olarak toplumun alt katmanlarını oluşturan sosyal grupların tepkisel refleksi, tahmin edilmeyecek düzeyde değişimlere yol açabilir. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ekonomik problemler belki de ilk kez, toplumun alt sosyal katmanlarının aktif olarak destekledikleri iktidara karşı reflekslerini daha görünür bir şekilde yansıtacaklarını gösteriyor. Farklı boyutlarda yorumlanabilecek ekonomik krizin veya devasa sorunların, toplumun gündelik yaşamında belki de ilk kez hissedilir düzeyde etkilemeye başladığını söylemek mümkün. Özellikle iktidar gücünü destekleyen yoksul seçmen kitlesinin pratik tavrında bir değişimin oluşmaya başladığı gözlemleniyor. Bu nedenle seçmen, sosyo-politik tercihleriyle, ekonomik sorunların yarattığı olumsuz etkileri karşısında bir bakıma ‘gel-git dalgası’ yaşıyor. Örneğin milliyetçi-muhafazakâr kesimin politik tercihleri var. Bu nedenle AKP-MHP ortak iktidarını destekliyor. Buna karşın devasa ekonomik sorunlar, bu kitlenin gündelik yaşamını çok ciddi oranda olumsuz yönde etkiliyor ve dolayısıyla iktidara karşı belirgin bir güvensizlik-inançsızlık oluşmaya başladı. Yapılan araştırmalarda bu seçmen kitlesi henüz politik tercihlerinden kopmamış da olsa iktidarın gündelik politikalarına da artık güvenmiyor.
Seçmen kitlesinin yaklaşık yüzde 20’sinin ‘gri alan’ olarak tanımlanan ‘kararsızlar’ grubunu oluşturması bir tesadüf olmayıp değişim arayışının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Önümüzdeki bir ay içerisinde eğer ‘Cumhur İttifakı’ bu kesimi yeniden ikna ederse bugünkü statüsünü veya gücünü korur. Tersine muhalefet, ortaya koyacağı ikna edici ve gerçekçi projelerle toplumun alt katmanlarını etkileyecek güvenilir politikalar oluşturursa ‘gri alanı’ oluşturan kitleyi etkileyebilir. Muhalefet bunu başarırsa 1 Nisan 2019 sabahı Türkiye’nin sistem içi politik denkleminin yeniden dizayn edilmesinin önü açılmış olur. Kararsızlar grubunun önemli bir kısmını daha çok Cumhur İttifakı’na oy verenler oluşturduğu için mevcut tablo, AKP-MHP için önemli bir dezavantajdır. Tersten muhalefet için başarının garanti olduğuna dair herhangi somut bir veri ve araştırma da henüz bulunmuyor. Bu bakımdan sonucu ciddi oranda etkileyecek olan ‘gri’ alanı oluşturan ‘kararsız’ seçmen kitlesini kim etkilerse, seçimin galibi de o olacaktır.
Türkiye nüfusunun nerdeyse yüzde 80’i, sosyoekonomik nedenlerden dolayı belirli kentlerde yoğunlaşmış. Söz konusu kentlerde öncelikli olarak ön plana çıkan üç şehir bulunuyor. Buna paralel olarak seçim sonuçları bakımından önemli olarak görülen 5 şehir de son derece önemlidir. Toplam 8 kentte belediye seçim sonuçlarının ortaya çıkartacağı tablonun ülkede yansıması da farklı olacaktır.
Tablo: Sonuçları doğrudan etkileyecek 8 il
İller | Seçmen % |
İstanbul | 19,1 |
Ankara | 7,1 |
İzmir | 5,9 |
Üç Büyük Şehir | 32,1 |
Bursa | 3,7 |
Antalya | 2,7 |
Adana | 2,7 |
Mersin | 2,3 |
Hatay | 1,9 |
5 Büyük Şehir | 13,3 |
İstanbul, Ankara, İzmir gibi dengeyi bütünüyle etkileyecek metropol üçlüsünde ortaya çıkacak sonuç, iktidarın geleceği dahil olmak üzere Türkiye’de bir çok konunun yeniden tartışılmasına ve alternatif arayışların yoğunlaşmasına yol açacaktır. Bu üç kentin seçmeni yaklaşık yüzde 32’dir. Belediyelerin AKP-MHP iktidarının elinde olduğu Bursa, Antalya, Mersin ve Adana ile CHP’nin elinde olan Hatay gibi 5 ilin toplam seçmen kitlesi yüzde 13,3 olarak belirlenmiş. 8 ilin toplamı ise yaklaşık yüzde 45’tir. Ege veya Akdeniz bölgesinde olan Manisa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ gibi iller de eklenince oy oranı yüzde 50’yi geçiyor.
Politik başkent Ankara, ekonomik başkent İstanbul, 25 yıldır AKP iktidarının elindedir. Bu iki merkez aynı zamanda Türkiye genelinde iktidar olmanın ana dinamiğini oluşturuyor. AKP-MHP iktidarını oluşturan Cumhur İttifakı eğer politik-ekonomik başken olan bu iki ili kaybederse, Türkiye’de ‘erken genel seçim’ kaçınılmazdır. İktidar, politik başkent Ankara’yı kaybeder, ekonomik başkent İstanbul’u kazanırsa, iç politik gelişmeleri yukarıda sıraladığımız iller belirler. Ancak, erken genel seçimler gündeme gelmeyebilir.
Muhalefet için de tersten aynı durum geçerlidir. Ankara ve İstanbul gibi iki ili alamadığı takdirde, CHP’de tam bir kriz oluşur. İYİ Parti’de bazı yöneticilerin istifası, HDP’de ise belirlenen politikaların başarısızlığı gündeme gelir. Ancak bu iki ilin CHP’ye geçmesi halinde hem muhalefetin erken genel seçimler için ciddi bir inisiyatif almasının önü açılır hem de Kılıçdaroğlu’nun hakimiyet alanı artar. Bu durumda Türkiye seçmen kitlesinin 1/3’ünü oluşturan bu üç metropolde adeta ‘seçim savaşı’ yaşanacaktır.
Eğer AKP-MHP iktidarını oluşturan Cumhur İttifakı elinde olan Antalya, Mersin, Adana ve Bursa gibi illerin belediyelerini tekrar alırlarsa, Ankara’ya kaybetseler dahi iktidar gücünü korurlar. Ancak, bu dört ilin muhalefet adaylarına geçmesi, iktidarın Akdeniz-Ege havzasında bütünüyle kaybetmesi anlamına geldiği gibi, psikolojik çöküşün başlaması anlamına da gelir. Bu durum toplumsal saflaşmanın yeni bir biçimi olarak karşımıza çıkar.
Söz konusu illerde, AKP kaybederse özellikle MHP ile olan ittifakını zorunlu olarak gözden geçirebilir. Gölge cumhurbaşkanı Bahçeli bu tehlikenin farkında olduğu için “31 Mart’ta kaybetsek dahi Cumhur İttifakı devam edecek” demektedir ve bu açıklaması esasen Erdoğan’ın başka arayışlara yönelmesini engellemeye yönelik bir hamledir.
“Kürt illerinde kazanmak, Batıda kaybettirmek” seçim taktiğini belirleyen HDP’nin işinin kolay olmadığı çok açıktır. Bu taktiğin başarısız olması için devlet, operasyonlarını, seçim sonuna kadar kesintisizce devam edecektir. “AKP’ye kaybettirmek” mantığının somutlaşmış iki örneği dikkat çekicidir. HDP, 1,2 milyon seçmeniyle İstanbul’da üçüncü büyük parti olarak CHP’nin adayı İmamoğlu’nu destekleyecek; bir önceki seçimde yüzde 34 oy aldığı Urfa’da da Saadet Partisi Adayı Sabahattin Cevheri’yi destekleyecek.
“Kürt illerinde kazanmak, Batıda kaybettirmek” taktiği “Seni Başkan Yaptırmayacağız” taktiğinin yeni bir versiyonudur. Politik olarak iktidarla her türlü diyalogun ve dolaylı ilişkinin kesilmesi anlamına gelir. Bu taktiğin etki alanı ne kadar olacaktır kestirmek zor ama ortada olan gerçek durum şu: Kendisine göre haklı olan HDP, başarılı olduğunda politik denklemin yeniden şekillenmesinde aktif bir rol üstlenebilir. İstenilen sonuç alınmadığında ise tersine daha kapsamlı bir operasyonla karşı karşıya kalabilir.
Kürt illerinde HDP’nin tercihlerine karşı eleştiri ve tepki olmasına rağmen kayyumlar sürecinden bu yana izlenen politika, özellikle Erdoğan ve Soylu’nun açıklamaları Kürt seçmen kitlesinde ciddi bir tepkiye yol açmış durumda. Bu nedenle seçmenin HDP merkez yöntemine ve geçmişte izlediği pratik belediyecilik anlayışına karşı ciddi itirazları olmasına rağmen, devletin politikalarına karşı HDP’yi yeniden aktif olarak destekleyecektir. HDP, Kürt illerinde, her zorluğa rağmen kazanabilir.
HDP’nin öncelikli sorunu, İstanbul başta olmak üzere batıda yaşayan Kürt kökenli seçmen kitlesini oy kullanmaya ikna etmektir. Batı’da HDP’ye oy verenlerin yaklaşık yüzde 60-70’inin HDP’nin dışında ve AKP’ye karşı olan bir adayı destekleyeceği belirtiliyor. Ancak yüzde 30-40’ı ise oy kullanmama eğilimindedir. HDP’nin belirlediği taktik, Urfa’da ve Adıyaman’da Saadet Partisi adayının desteklenmesinde başarılı olabilir. Ancak sorun Batı olduğunda özellikle CHP ve İYİ Parti adaylarının yapmış olduğu bazı açıklamalara karşı tepkilerin oluştuğu ve bu nedenle oy vermeme eğiliminin ciddi düzeyde olduğu görülüyor. Bu durum hem HDP il ve ilçe yönetimlerinin hem de seçmen kitlesinin seçimlere karşı ilgisiz kalmasına yol açmaktadır. HDP merkez ve il yöneticileri çok daha aktif bir pozisyon almadıklarında, kendi seçmenini sandığa götürmekte zorlanacaklardır. Bu durum “Batı’da kaybettirme” taktiğinin başarısız olması demektir.
31 Mart 2019 günkü seçimde nasıl bir sonucun ortaya çıkacağını tahmin etmek oldukça zor. Sahada hangi bilimsel yöntemlere ve verilere dayanılarak yapıldığı bilinmeyen anketlerin sonuçları üzerinde değerlendirme yapmak ciddi bir hayal kırıklığına yol açabilir. Ancak, son birkaç yıldır seçim sonuçlarını doğruya yakın tahmin edebilen bazı anket araştırma şirketlerinin de olduğu biliniyor. Bütün bunlara rağmen toplumun refleksi ve tercihleri son ana kadar değişebilir ve beklenilenin dışında bir sonuç ortaya çıkabilir. 1 Nisan 2019 sabahı, Türkiye’nin iç politik denklemini etkileyecek yeni bir sürecin başlangıcı olabilir. Sürprizlerin çok olacağı bir seçimle karşı karşıyayız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.