Münih ve Soçi’de Suriye’ye dair anlaşılır bir politik strateji belirleyemeyen, Moskova-Washington politikaları arasında sıkışıp kalan Ankara, ‘derin’ yalnızlık içinde kaybettiğinin farkında değil mi?
Münih ve Soçi’de Suriye’ye dair anlaşılır bir politik strateji belirleyemeyen, Moskova-Washington politikaları arasında sıkışıp kalan Ankara, ‘derin’ yalnızlık içinde kaybettiğinin farkında değil mi?
Ankara’nın Suriye politikasının çöküşünü gösteren iki önemli toplantı yapıldı. Birincisi 14 Şubat 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sonuç alabilmek için devlet bürokrasini taşıdığı Soçi zirvesi, ikincisi ise küresel dünyanın güvenlik sorunlarının tartışıldığı 15 Şubat’ta başlayan ve 17 Şubat’ta sona eren 55’inci Münih Güvenlik Konferansı’dır.
Putin, Ruhani ve Erdoğan’ın katılmış olduğu üçlü zirvede ortaya çıkan sonuçlar, Türkiye’nin Suriye’deki iddiasızlığının yeniden tescili anlamına geldiğini birkaç noktada değerlendirmek mümkün.
Birincisi, daha önce Putin-Erdoğan arasında imzalanan ‘İdlip Mutabakatı’ hemen hiçbir şekilde hayata geçirilmedi ve Ankara almış olduğu yükümlülükleri yerine getirmedi. 14 Şubat 2019’daki üçlü zirvede esasen Türkiye’nin sorumsuzluğu onaylandı. İdlip merkezli çatışmasızlık bölgelerinin hayata geçirilmesi için bölgedeki radikal İslamcı örgütlerle ilişkileri iyi olan Ankara sorumluluk almıştı. Halep ile Hama’yı birbirine bağlayan M5 ve Halep ile Lazkiye’yi birbirine bağlayan M4 otobanları ulaşıma açılacaktı. Somut hiçbir gelişme olmadı. Bu iki otobanın çatışmasızlık alanı içerisinde açılmış olması özellikle Rusya için son derece önemliydi. Ayrıca Suriye ordusunun önemli kentler arasındaki bağlantısı doğrudan sağlanacaktı. Erdoğan’ın önerdiği ve Putin tarafından kabul edilen bu plan yaşam bulmadı. Tersine, İdlip bölgesinin tamamı Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın (HTŞ), eski ismiyle El Kaide’ye bağlı El Nusra’nın denetimine girdi. İlginç olan HTŞ’nin, Ankara’ya bağlı İslamcı örgütleri bölgede tasfiye etmesine ses çıkartılmamasıdır. Soçi zirvesi, Ankara’nın belirlediği İdlip planının hiçbir şekilde başarılı olmadığının ve böylelikle İdlip mutabakatının fiilen işlevsizleştiğinin kabul edilmesidir.
İkincisi, zirvede Ankara’nın “Adana Mutabakatı’na” dönmesi ve Esad yönetimiyle doğrudan temasa geçmesi önerisi öncelikli olarak ön plana çıktı. Ruhani, “En iyi çözüm Suriye’deki merkezi hükümet olacaktır. Suriye ve Türkiye arasında yapılmış anlaşmalar, bu konuda atılacak adımlardan birisi olabilir. İran, Rus dostlarımızla birlikte Suriye ve Türkiye arasındaki dostluğun tesisi için çalışmaya hazırdır” dedi. Ankara, Suriye’de bundan sonra politik bir etkinlik alanı yaratmak istiyorsa, önce Esad yönetimini tanımalı ve diplomatik ilişkiler bütünüyle sağlanmalıdır. Aksi takdirde Rusya-İran-Esad üçlüsü arasındaki stratejik işbirliği, Ankara’nın bütünüyle devre dışı kalmasını sağlayacaktır.
Üçüncüsü, Erdoğan’ın “PYD/YPG Münbiç ve Fırat’ın doğusundan temizlenmeden Suriye’nin bütünlüğü sağlanamaz” tezi kabul görmüyor. Erdoğan’ın dostum dediği Putin, PYD’yi terörist görmediği gibi Suriye’de halen ittifak yaptığı ve politik görüşmelere dahil edilmesi gereken bir güç olarak görüyor. Erdoğan, bu gerçeği görmesine rağmen Putin’e karşı açık tutum alamıyor. Böylelikle Rusya’nın Münbiç dahil Fırat’ın doğusu için belirlediği politikanın merkezinde Ankara değil Demokratik Suriye Güçleri (QSD) bulunuyor. Soçi zirvesinde, kabul gören plan, Suriye’de politik sürecin sağlıklı ve sonuç alıcı bir tarzda ilerlemesi için QSD ile Esad yönetimi arasında devam eden görüşmelerin kesintisizce devam etmesi aslında fiilen kabul gördü. QSD’ye terörist diyen Ankara da buna pek ses çıkarmadı.
Dördüncüsü, Putin, “İdlip bölgesinde teröristlerin varlığına tahammül gösteremeyiz. Buradaki terör yuvasının yok edilmesine ilişkin adımları değerlendirmemizi öneriyorum” kararını Ankara’ya dikte etti. Ancak Ankara, İdlip savaşında yükümlülüklerini yerine getirmeyecektir. Moskova bu gerçeğin farkında olup, Ankara’nın Washington’a yaklaşmaması için sıklıkla gündeme getirmiyor. Ancak İdlip savaşı, Tahran ve Esad rejimiyle fiilen başladı. İran ve Suriye silahlı güçleri, Hama ile İdlip vilayet merkezi arasında yer alan Latemina, El Buwayda, Latmin, Han Şeyhun ve Maarat el Numan şehirlerine saldırıyor. Bu bölgelerin kısa bir süre içinde Esad yönetiminin denetimine geçmesi yüksek bir olasılıktır. Aynı zamanda Halep’e yakın olan ve HTŞ denetiminde olan Kafr Hamrah kasabasında da çatışmalar yoğunlaşmaya başladı. Önümüzdeki haftalarda Ankara’nın bütün isteksizliğine ve hatta dolaylı engellemelerine rağmen, İdlip’e yönelik kapsamlı bir operasyon başlayabilir.
Beşincisi, İdlip’ten sonra Ankara’nın Moskova karşısında direnme şansı bulunmadığı gibi çok daha ciddi sorunlarla karşılaşacaktır. Afrin ve El Bab’ın beklenilenden erken terk edilmesi sürpriz sayılmaz. Erdoğan’ın “Altını çizerek ifade etmek isterim ki Astana platformu, Suriye’de akan kanın sona ermesi için en başarılı girişimdir” söylemi politik bir anlam ifade etmiyor ve Ankara’nın hiçbir talebi kabul görmüyor. İdlip savaşına destek vermeyen Ankara ile görüşmelerin yeniden gözden geçirilmesinin gerekçeleri giderek belirginleşiyor. Suriye’deki bütün planları çöken ve kaybetmesi tescillenen bir Ankara ile karşı karşıyayız.
Münih Zirvesi’ne ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Çin Komünist Partisi Politbüro üyesi Yang Jiechi’nin de içinde bulunduğu, dünyanın önden gelen politikacıları katıldı. ABD, AB, Rusya ve Çin’in üst düzeyde temsil edilmelerinin bir başka önemli noktası, Suriye’nin geleceğine dair bazı stratejik politikaların tartışılıp karara bağlanmasıydı.
Küresel güçlerin askeri politik stratejilerinin çok yönlü tartışıldığı 55. Münih Güvenlik Konferansı’nın ana gündem maddesi “IŞİD ile Mücadele ve Suriye’nin Geleceği” konusuydu. IŞİD ile mücadelede yer alan Uluslararası Koalisyon’un savunmak bakanlarının yapmış olduğu toplantı bu bakımdan önem kazandı.
Uluslararası Koalisyon’un hava desteğiyle QSD’nin IŞİD’e karşı zafer ilan etmesine sayılı günler hatta saatler kaldı. Böylelikle IŞİD Suriye’de denetim altında tuttuğu toprakların neredeyse tamamını kaybetmiş olacak. Bu noktaya dikkat çekildi ve Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bulunduğu toplantıda teyit edildi.
“IŞİD ile mücadelenin Irak ve Suriye ile sınırlı tutulmaması” gerektiğini belirten ABD Savunma Bakan vekili Patrick Shanahan’ın “müttefiklerden küresel çapta bir mücadeleye daha güçlü destek ve katkı” vermelerini istemesi dikkat çekti.
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesine dair yapmış olduğu değerlendirmede, “Bu bir taktik değişikliğidir, hedef değişikliği değil. ABD bölgede güçlü varlığını sürdürecek” dedi. Pence’nin bu değerlendirmesi ABD’nin Suriye’de izleyeceği plan hakkında bir fikir veriyor. IŞİD’e karşı yürütülen çalışmaların henüz istenilen seviyede olmadığının bilincinde olduklarını belirten Pence, “ABD’nin yeni bir evreye girdiğine ve IŞİD’den kalanlar ile nerede olursa olsun müttefikleri ile birlikte mücadele etmeye devam edeceklerine” dikkat çekti.
Aynı şekilde ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Joseph Votel, ABD’nin Suriye politikasının değişmediğini belirten ve Trump’ın açıklamalarını eleştiren bir kısım değerlendirmelerde bulundu. “O dönem benim askeri açıdan tavsiyem bu olmazdı. Açıkçası ben çekilme önerisinde bulunmazdım. IŞİD’in hâlâ liderleri, savaşçıları, yardımcıları, kaynakları bulunuyor. Dolayısıyla bu şebekenin peşinden gitmek için askeri baskıyı sürdürmemiz gerekir.” Votel “‘Onları yendik’ dersem bu söylediğim şeyin, artık IŞİD’in ABD veya müttefiklerimize saldırı planlama ya da düzenleme kapasitesi kalmadığı anlamına geldiğinden emin olmak isterim. Örgütün o güçlü ideolojisi hâlâ yerli yerinde, dolayısıyla birilerine yine cazip gelebilirler… İster Irak’taki Irak güvenlik güçleri olsun, ister Suriye’de QSD olsun, bizim yardımımız olmadan IŞİD tehlikesiyle kendi başlarına uğraşabilecek hale geldikleri zaman bu örgütün yerel ortaklarımız tarafından kontrol edilmesini istiyoruz. Bu, IŞİD’i yenme görevimizi yerine getirdiğimize dair diğer bir kilit önemdeki kriter olacak.”
ABD Başkan Yardımcı Pence, Savunma Bakan Shanahan, Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Votel’ın yapmış olduğu açıklamalar ABD’nin Suriye’den çekilmesinin kamuoyunda tartışıldığı gibi basit ve anlık bir politik durum olmadığını ve Trump’ın yaklaşımının ABD stratejisini doğrudan etkilemediğini ortaya koymuş oldu.
Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen da “IŞİD ile mücadelede henüz sona gelinmediği” vurgusunu ön plana çıkarttı ve “IŞİD çehresini değiştiriyor, yeraltında yeni ağlar oluşturuyor” dedi. Von der Leyen, “IŞİD’le mücadelenin aşamalı olarak askeri pozisyonu aşarak Suriye’nin ve bölgenin politik istikrarına doğru kayması gerektiğini” belirtti. Alman Savunma Bakanı’nın, Kürtlerin IŞİD’e karşı yürüttüğü mücadelede “cesur bir şekilde, en ön cephede, önemli kayıplar vererek kendi saflarında mücadele sergilediğine” dair yaptığı özel vurgu, ABD, İngiltere ve Fransa savunma bakanlarının da paylaştığı ortak bir değerlendirme olarak görüldü.
Münih Konferansı’nda NATO merkezli Koalisyon Güçlerinin savunma bakanlarının değerlendirmelerindeki ortak vurguları şöyle özetlemek mümkün:
Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Türkiye’nin hassasiyet ve beklentilerini muhataplarına aktardıklarını” belirtmesi, esasen muhatap bulunmadığının açık bir şekilde teyit edilmesidir. Türkiye, IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon’un savunma bakanları toplantısına katılmasına rağmen, özellikle QSD’nin terörist olduğu tezini ne NATO üyesi ülkelere ne de Rusya ve Çin gibi ülkelere kabul ettirebildi. “Değerli yalnızlığın” en somutlaşmış halini Ankara’nın Münih Konferansı’ndaki pozisyonunda görebiliriz. Erdoğan’ın Soçi’de, Akar’ın Münih’te dile getirdiği “güvenli bölgeyi sadece biz oluştururuz” tezini dikkate alan da olmadı.
ABD’nin önderliğindeki koalisyon gücünün müttefik olarak gördüğü QSD’nin desteklenmesi gerektiğine dair temel yaklaşımın, IŞİD’e karşı mücadele ile sınırlı olmayıp Suriye’nin politik geleceğinin belirlenmesindeki müzakereler sürecini de kapsayacağı da dile getirildi.
Münih ve Soçi’de Suriye’ye dair anlaşılır bir politik strateji belirleyemeyen, Moskova-Washington politikaları arasında sıkışıp kalan Ankara, ‘derin’ yalnızlık içinde kaybettiğinin farkında değil mi?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.